26 Haziran 2024

Fidan olayı çözdü ama çok geç

Sağlam bir istihbarata dayanmayan dış politika iflas etmeye mahkûmdur. Nitekim bunun en acı örneklerinden birini hâlâ yaşıyoruz. O vakitler Hakan Fidan'ın başında olduğu MİT, Suriye ile ilgili olarak doğru bir istihbarat verebilmiş olsaydı, büyük olasılıkla bugün böyle dev bir mülteci sorunu ile boğuşmuyor olurduk

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, "küçüklüğümden beri Türk milli güvenlik sistemine bütün olarak bakmaya odaklanmış biriyim" dedi.

Ben de "maşallah" dedim!

Demek ki Hamamönü sokaklarında gezerken bile günün birinde MİT'i yöneteceğini biliyormuş diye aklımdan geçirdim.

SBF'de okurken o semtte çok vakit geçirmişliğim var, meşhur Kukla Kebap da oradaydı. Demek ki etrafa dikkatli bakmamışım, yoksa bu cin gibi çocukla o yıllarda tanışma olanağı bulabilirdim.

Fidan, geçenlerde HaberTürk yayınında, dış politikada doğru istihbaratın ne kadar önemli olduğunu anlattı.

Şunu söyledi:

"Dışişleri Bakanlığı'nda MİT'ten daha stratejik konularda yer alıyorsunuz. MİT'te ağırlıklı olarak operasyonel, kontrespiyonaj, istihbarat toplama oluyordu. Şimdi o bilgiyi kullanan makamdayız. Dışişleri Bakanlığı'nda kapalı ve açık kaynaktan çok bilgiye ihtiyacınız var. Zihinsel, stratejik, perspektif olarak bakanlığın sorumluluğu biraz daha ağır."

Fidan'ın bu sözlerini okurken deneyimli meslektaşım Nuray Babacan'ın, Gazete Pencere'de yayımlanan bir kulis haberini hatırladım.

Babacan, "Hakan Fidan'ın bakanlık bünyesinde istihbarat birimleri kurması ve kendi istihbarat alt yapısını oluşturması partide özellikle saray ekibinin pek hoşuna gitmedi" diye yazmıştı.

O kulis haberinden bir bölüm aktarıyorum:

"Fidan'ın, dış politikanın dış istihbarattan bağımsız yürütülemeyeceğini savunarak, yeni dönem diplomasi anlayışında buna ihtiyaç olduğunu savunduğu biliniyor. Tabii bu, 'kendi istihbarat birimini kurdu' dedikodularına engel olmadı."

Ben Fidan gibi çocukluğumdan beri istihbarat konusu üzerine kafa yormadım; benim ilgim daha çok futbol topu ve misket gibi şeylere yönelikti.

Ama bunca gazetecilik deneyimimden sonra şunu biliyorum: Sağlam bir istihbarata dayanmayan dış politika iflas etmeye mahkûmdur.

Nitekim bunun en acı örneklerinden birini hâlâ yaşıyoruz.

O vakitler Hakan Fidan'ın başında olduğu MİT, Suriye ile ilgili olarak doğru bir istihbarat verebilmiş olsaydı, büyük olasılıkla bugün böyle dev bir mülteci sorunu ile boğuşmuyor olurduk.

Suriye'de iç karışıklık henüz bir iç savaş düzeyine gelmemişken Türkiye'de iktidar çevrelerinin neleri konuştuğunu hatırlayalım: Esad rejimi güçsüz, böyle bir halk hareketi karşısında dayanamaz.

Bu gevezeliklerin sonucu Emevî Camii'nde namaz kılma hayali ile Suriye'de iç savaşın üzerine Katar ile birlikte benzin döktük.

Kabul ediyorum, bunda Obama yönetiminin gazına gelmiş olmamızın da etkisi vardı ama Esad'ın öyle hemen çekip gitmeyeceği istihbaratına sahip olabilseydik, muhtemelen daha kontrollü olmayı tercih ederdik.

Yani diyeceğim şu ki Fidan, dış politikada istihbaratın ne kadar önemli olduğunu birinci elden biliyor.

İstihbarattaki başarısızlığın başımıza nasıl bir sorunlar yumağı açtığını en iyi bilecek konumda:

3 milyondan fazla göçmen, Suriye'nin kuzeyinde bir PKK devletçiğinin kurulması olasılığı ve tıpkı Afganistan – Pakistan sınırında olduğu gibi sınırımızda ipten kazıktan kurtulmuş şeriatçı silahlı güçlerin yuvalanması!

Fidan, HaberTürk'teki programda şunu söylüyor:

"Bu sessizlik dönemini Suriye rejimi akıllıca değerlendirse. Yurt dışına kaçmış gitmiş milyonlarca insanı geri getirip, ülkeyi yeniden yaparak fırsat olarak değerlendirmeli. Mültecilerin geri dönmesini önemli görüyoruz. İktidarı, muhalefetiyle bütünleşik bir hale gelmiş Suriye'nin, PKK terörü ile mücadelede önemli aktör olacağını düşünüyoruz. İsrail'in operasyon yapıyor olması, çeşitli milis gruplar meseleyi daha karmaşık hale getiriyor." 

Keşke çocukken biraz da Suriye'nin nasıl bir ülke olduğuna yoğunlaşsaymış!

Uzun bir kara sınırına sahip iki ülkeden birinde iç savaş çıkarsa bunun diğerine ne sorunlar yaratabileceğini belki o vakit görmüş olur, MİT'i yönetirken Davutoğlu ve Erdoğan gibi karakterlere "aman ha" diyebilirdi.

Öğrenmiş oldu ama çok geç oldu.

* * *

Partide hoşa gitmez tabii!

Otokrasilerde, bütün dizginleri elinde tutmaya alışmış olan otokrat, yakın çevresindeki kişilerin güç odağına dönüşmesinden hoşlanmaz. Süleyman Soylu'nun nasıl "unutulmuşluğa terk edildiğini" hatırlayın

Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanlığı bünyesinde farklı kanallardan gelen bilgileri değerlendiren bir ekip kurması, "kendi istihbarat alt yapısını kuruyor" diye yorumlanmış.

Kulislerden sızan bilgiler bunun AKP ve Saray efradında açıkça dile getirilmeyen bir hoşnutsuzluğa neden olduğunu anlatıyor.

Çok normal bir durum.

Hakan Fidan, kendisinden önceki bakan Mevlüt Çavuşoğlu gibi düşük profilli birisi değil.

Doğrudan politikaya girmemiş olması ileride politik hedefleri olmayacağı anlamına da gelmiyor.

Unutmayalım ki çocukluğundan beri bu meselelere kafa yorduğunu söyleyen bir karakter.

Kuşkusuz ki Recep Tayyip Erdoğan bu partinin her şeyi.

Ama günün birinde şu ya da bu nedenle partinin genel başkanlığını bırakacak ya da bırakmak zorunda kalacak.

Allah ömür versin, doğal olaylar dışında gelişmeler de buna yol açacak sonuçlar doğurabilir.

Bu partide Erdoğan sonrası tahtın varisi ilk zamanlarda Berat Albayrak gibi görünüyordu, o şansını tamamen yitirdi.

Bilal Bey kardeşimizin de pek şansı yok, lider çocuklarının babalarının yerine geçmesi bizde pek mümkün olmadı. Rahmetli Menderes ve Özal'ın çocukları bu konuda açık örnekler.

Şu anda bu konuda en güçlü aday kuşkusuz ki Selçuk Bayraktar.

Ama o "bütün ülkenin altın çocuğu olma" pozisyonunu bırakır, particiliğe soyunur mu, bilmiyorum.

Olası adaylardan en güçlüsü şu anda Hakan Fidan, buna hiç kuşku yok.

Bu nedenle atacağı her adımın partide "rahatsızlık yaratması" çok normal.

Bir de akçalı işler var, rahatsızlığa neden olan.

Fidan, Çavuşoğlu döneminde özel şirketlere verilen vize işlemlerini yapma yetkisini artık yeni kurulan Dışişleri Vakfı'na devredecek.

Böylece önemli bir gelir kalemi birilerinin cebinden çıkıp, bir kamu vakfının kasasına girecek.

Söz konusu vize şirketlerinin "Müslüman kardeşlerimizden bakanlık da yapmış birisine" ait olduğu da iddialar arasında.

Kimse bu yüzden "rahatsız oldum" diyemeyeceği için Fidan'ın başka icraatları üzerinde kuşku yaratmak klasik bir "alt oyma" işlemi sayılır.

Sonuç alabilirler mi, bilemeyiz ama şunu söyleyebilirim:

Otokrasilerde, bütün dizginleri elinde tutmaya alışmış olan otokrat, yakın çevresindeki kişilerin güç odağına dönüşmesinden hoşlanmaz.

Süleyman Soylu'nun nasıl "unutulmuşluğa terk edildiğini" hatırlayın.

Bu da bir kulis bilgisi olarak hafızamızda dursun, ilerideki olayları daha doğru değerlendirmemize yardımcı olacağı için.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Yargının itibarı nasıl korunur?

Taksirle ölüme sebebiyet vermekle suçlananların bile iktidara yakınlık durumlarına göre tutuksuz yargılanabildiği Türkiye’de, Nasuh Mahruki sosyal medya paylaşımı nedeniyle tutuklandı. ‘Uluslararası Demokrasinin Küresel Durumu – 2023’ raporuna göre Türkiye, 173 ülke içinde hukukun üstünlüğü alanında 148. sırada yer alıyor. Bu tabloda siyasetin olduğu kadar yargı kurumlarının da rolü yok mudur?

Bu disiplinsizlik en ağır cezayı mı hak ediyor?

Teğmenlerin, subay yemini yapılmayacağına ilişkin emre rağmen, bu yemini etmeleri kuşkusuz ki bir disiplinsizliktir. Ancak ellerin vicdanlardan çekilmemesi de yararlı olur: TSK Disiplin Kanunu’nun öngördüğü en ağır cezayı gerektirecek bir disiplin suçu mudur?

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına

Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, Riyad’daki dans gösterisinde Kâbe siluetinin dijital dekor olarak kullanılmasına, “Suud ulemasının sessizliği fecaattir” sözleriyle tepki göstermesini tebessümle karşıladım. Fetullahçılar, her türlü ahlaksızlığı yaparken kendisi Diyanet İşleri Başkanı idi. Bu ülkede yolsuzluğa “hırsızlık değildir” diyen, “rüşvet vermek caizdir” diyen fıkıh uleması bile gördük

"
"