23 Aralık 2020

Bir kez daha "diktatör" tartışması

Diktatör, elbette kendisinin bir diktatör olduğunu bilir ama bunun konuşulmasından hazzetmez. Çünkü her ne kadar diktatörlüğünün kendisine sağlayacağı nimetlerden sınırsız şekilde yararlansa da kendisi "diktatör olarak tanımlanmak" istemez. Çünkü diktatör de bilir ki, diktatör olmak iğrenç bir şeydir

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel'e 250 bin liralık manevi tazminat davası açtı.

Sebebi, Erdoğan'ın muhalefeti "beşinci kol faaliyeti yürütmekle" suçlamasına yanıt veren Özel'in, "diktatör bozuntusu" demiş olması.

Bu ilk kez olmuyor.

Erdoğan, tek adam olma yolunda önündeki bütün engelleri bir bir aşar, yürütme gücüyle birlikte yargı gücünü de tek başına kontrol eder hale geldikçe, sık sık bu eleştiriyle karşılaştı.

Özel'in sözleri üzerine davayı Erdoğan'ın avukatı Hüseyin Aydın açmış.

Dilekçesinde şunu söylüyor:

"Davalının ve mensubu bulunduğu siyasi partinin Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik ısrarlı şekilde ve hakaret kastı ile 'diktatör' yakıştırmasında bulunması uzun süredir yurt içinde ve yurt dışında kabul ettirilmeye çalışılan algı operasyonunun ve otoriterlik propagandasının bir yansımasıdır."

Aydın'a göre, Özel'in sözlerinin eleştiri kapsamında değerlendirilmesi ve hukuken himaye edilmesi mümkün olmadığı için tazminata hükmedilmesi gerekiyormuş.

Tabii burası Türkiye, hiçbir şeyden hiçbir şekilde emin olamayacağımız bir ülkede yaşıyoruz.

Aynı mahkemenin bile bazen öyle, bazen böyle karar verebildiğini biliyoruz.

Nitekim Erdoğan'ın bir diğer avukatına göre de ifade özgürlüğü saldırgan ve şok edici nitelikte olabiliyor.

Hatırlar mısınız, bilmem: Erdoğan, Afrin operasyonuna karşı çıkan ve milletvekillerine mektup gönderen 170 aydın hakkında, "alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş" gibi ifadeler kullanmıştı.

Aralarında Baskın Oran ve Şanar Yurdatapan'ın da olduğu aydınlar Erdoğan aleyhine 1 TL manevi tazminat talebiyle dava açmışlardı.

Erdoğan'ın avukatı Ahmet Özel, savunmasında şöyle diyordu (Nisan 2018):

"Düşünce özgürlüğü, demokrasinin temel ilkesidir. AİHM'e göre ifade özgürlüğü, devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz."

Bu savunma üzerine Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, davayı reddetmiş, Erdoğan 1 liralık tazminat ödemekten kurtulmuştu.

Ama dedim ya, burası Türkiye.

Aynı kişinin avukatları aynı konuda farklı şeyler söyleyebildiği gibi, aynı mahkeme, aynı konuda farklı kararlar verebiliyor.

Hukuken öngörülemeyen bir ülke olmamızın sonucu bu.

Hukuk kurallarının kişiye göre yorumlandığı, öngörülemez olduğu rejimler ise ne kadar geniş tanımlarsak tanımlayalım, hukukun egemen olduğu demokratik rejimler değildir.

Öte yandan, gerçek bir diktatörlükte, diktatöre, diktatör de diyemezsiniz.

Diktatör, elbette kendisinin bir diktatör olduğunu bilir ama bunun konuşulmasından hazzetmez.

Çünkü her ne kadar diktatörlüğünün kendisine sağlayacağı nimetlerden sınırsız şekilde yararlansa da kendisi "diktatör olarak tanımlanmak" istemez.

Çünkü diktatör de bilir ki, diktatör olmak iğrenç bir şeydir.

Özel, Erdoğan'a "diktatör" diyebildiğine göre tanımı gereği Erdoğan da "diktatör" sayılmamalı.

Muhalefete önerim, durumu daha iyi tarif edecek başka bir kelime bulmasıdır.

Hızla demokrasiden uzaklaşan Türkiye gibi bir ülkede kavramları doğru tanımlamak, demokrasi mücadelesinin doğru zeminde sürdürülebilmesine de olanak sağlar.

* * *

Dikkat! Uzaylılar, Saray'a sızmış

Bunu benden duymanızı istemezdim ama Türkiye'de, uzaydan gelmiş bir "yetkili" görev başında, haberiniz olsun.

Bu "yetkili" kimdir, bilmiyorum. Ama bildiğim şu ki bu yetkili bizlerle birlikte Türkiye'de hiç yaşamamış olmalı.

Hatta tamamen dünya dışından gelmiş olmalı, onun için uzaylı dedim.

Uğur Ergan'ın Hürriyet'teki haberine göre bu "yetkili", AB ile vize muafiyeti konusunda, "72 kriterden geride kalan 6 başlığın istenildiğinde 3 ayda tamamlanabileceğini" vurgulamış.

"Uzaylı herhalde" dememin nedeni bu.

Vize muafiyeti anlaşması imzalandığında Ahmet Davutoğlu Başbakan idi.

O tarihte 72 kriter belirlenmiş ve Türkiye, bunları hızla yerine getirmeye başlamış, iş bu sözü edilen son 6 maddele gelince tıkanmıştı.

Davutoğlu'nun, bir Saray darbesiyle devrilmesinin nedenlerinden biri de bu altı madde konusundaki ısrarıydı.

Terörle Mücadele Kanunu'nda yapılması gereken değişiklikler konusunda Erdoğan çok gönülsüz çünkü bu kanun, AB'nin istediği şekilde değişirse, ağzını açanı "terör örgütüne üye olmasa da yardım ediyor" diye hapse atmak artık mümkün olamayacak.

Erdoğan, elindeki bu sopayı sallamaktan vazgeçer mi dersiniz?

AB, Türkiye'nin bağımsız bir yolsuzluklarla mücadele kurumu oluşturmasını istiyor.

TBMM için etik kurulları, siyasetin finansmanı ile ilgili düzenlemeler de bunun bir parçası.

Samimiyetle yanıt verin: Saray, bağımsız bir yolsuzluklarla mücadele komisyonu ister mi?

Ve hatırlayacaksınız, bu işler ilk konuşulmaya başlandığında, Ahmet Davutoğlu'na adeta fırça atan ve "böyle yaparsanız çalışacak belediye başkanı bulamazsınız" diyen de Erdoğan'dan başkası değildi.

Erdoğan, Türkiye'deki ilk Korona vakasının görülmesine saatler kala, 10 Mart 2020 günü Brüksel'de görüştüğü AB Konsey ve Komisyon Başkanlarına "eksik 6 kriteri şart koşmamalarını öğütlemiş", AB Başkanları ise "Türkiye'nin bu konuda daha çok çaba göstermesini" söyleyip, Erdoğan'ın isteğini duymazdan gelmişti.

Yani bizim "uzaylı yetkililerin" söylediği gibi Türkiye bu işleri üç ay içinde tamamlayamaz.

Tabii Erdoğan, bir sabah kalkıp, "ben artık bambaşka biri oldum" demesi durumu hariç!

Ama o kadarı Harikalar Diyarındaki Alice'te bile olmuyor!

* * *

Samimiyet sınavı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin, Selahattin Demirtaş'la ilgili kararı en nihayetinde çıktı.

Büyük Daire, 2'ye karşı 15 oyla, Demirtaş'a yönelik ağır hak ihlalleri olduğuna hükmetti. 2 karşı oydan biri, Erdoğan yönetiminin seçtiği Türk yargıca ait, bunu da not edelim.

Böylece Türkiye, ilk kez "siyasi nedenlerle tutuklama yapmak" suçlaması nedeniyle mahkûm edildi.

Bu kararın uygulanıp uygulanmayacağını bilmiyoruz.

Yukarıda da sözünü ettiğim gibi Türkiye, hukuken öngörülemeyen bir ülke oldu.

Normal olarak, Anayasa gereği, bu kararın tekletmeden uygulanması gerekiyor ancak Ankara'daki havanın bu yönde olmadığı da bir başka gerçek.

Demirtaş kararının uygulanıp, uygulanmaması, rejim için artık bir samimiyet sınavı niteliğinde.

Dillerinden düşmeyen reformlar konusundaki çizgiyi buna bakarak izleyebileceğiz.

Reform sözleri, göz boyamak ve yatırımcı kandırmak için mi söylendi, yoksa demokratik hakların genişletilmesi, hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesi için samimi bir çaba mı var?

Bu kararın doğuracağı sonuçlara bakıp, bunu açıkça görebileceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"