17 Ekim 2023

Adliye çürürken seyrediyoruz

Nasıl oluyor da böylesine bir rezillik, üstelik de o rezilliklerin birinci elden tanığı olan bir savcı tarafından dile getirildiği halde hiçbir şey olmuyor?

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar, HSK Genel Sekreterliği'ne, Anadolu Adliyesi'ndeki şüpheli işlemleri bildiren bir mektup yolladı.

İsimler de vererek tahliye kararı verilen davalardaki "garipliklere" dikkat çekti.

"Para karşılığı tahliye edilenler" arasında 1,5 milyon Euro değerindeki altını gasp eden bir çetenin lideri ve 125 kilo uyuşturucu ile yakalanan bir uyuşturucu baronunun bulunduğunu iddia etti.

Kamuoyunda "mektup" olarak isimlendirilen metinde şöyle bir bölüm de var:

"Kimi yargı mensupları devletten alacağı varmış gibi her türlü kirli işi yapmayı kendinde hak görmeye başladı. Girdikleri kirli ilişkilerle FETÖ'cü hâkim ve savcılara rahmet okutur duruma geldiler. Uyuşturucu gibi kötü bir melaneti hoş gören, örgüt elebaşlarını yeni suç işleyeceklerini bile bile yargılama bile yapmadan salıveren, çalışma arkadaşlarımız üzerinde korku imparatorluğu oluşturup mobinge maruz bırakan, tavassutta bulunan, yargılamayı etkilemeye teşebbüs eden örgütlü ya da örgütsüz bu yapıların çökertilmesi için gereğinin yapılması yüksek takdirlerinize arz olunur."

"Mektup adı verilen metin" diye "tuhaf" bir tanımlama kullandım, çünkü bu aslına bakarsanız bir suç duyurusu.

Ama Türkiye'deki etkisi, "bir şikâyet mektubundan" daha ileri olmadı.

Ve beklendiği gibi konuyla ilgili haberlere yayın yasağı da getirildi ki bağımsız medya bu işin peşine düşemesin, Adliye'de her ne oluyorsa aynen devam edip, gitsin.

Timur Soykan'ın BirGün'de duyurduğu bu "mektubun" ardından arkadaşımız Gökçer Tahincioğlu, T24'te adliyelerde uygulanan "rüşvet tarifelerini" de yazdı. 500 bin liraya tahliye kararı, 100 – 200 bin liraya erişim engeli kararı satın alınabildiğini açıkladı.

Ve gördüğünüz gibi hiçbir şey olmadı.

Adliyelerdeki düzen aynen sürüyor. Suç duyurusu sayılması lazım gelen "mektubun" muhatabı HSK'dan ses yok, HSK'nın Başkanı olan Adalet Bakanı sanki uzun süredir Türkiye'de değilmiş gibi davranıyor, sistemin "sahibi" Saray da hiç oralı değil. (Bu yazı yazıldıktan sonra Adalet Bakanı Yılmaz Tunç dün akşam bir açıklama yaptı, HSK'nın 'ihbar' konusunda inceleme ve soruşturma başlattığını duyurdu; umalım ki bu kez sonuç alınsın).

Ancak bu yeni bir durum değil.

Uzun süredir adliyelerde böyle işlerin dönmekte olduğu hep konuşulan bir şey.

"Savunma avukatı tutma, hakimle aranı yapacak avukat bul", Türk adliyesinin girişine yazılacak bir motto haline gelmek üzere!

Nasıl oluyor da böylesine bir rezillik, üstelik de o rezilliklerin birinci elden tanığı olan bir savcı tarafından dile getirildiği halde hiçbir şey olmuyor?

Bu da "Şu Çılgın Türklerin" yarattığı bir başka mucize olarak mı değerlendirilmeli?

Hayır arkadaşlar, ne yazık ki bu bir mucize değil.

Bu, ahlaksızlığın ve yüzsüzlüğün artık sıradan bir duruma gelmiş olmasının normal bir sonucu.

Balık, her işte olduğu gibi bu işte de baştan kokuyor.

Bir yandan tek özellikleri AKP'li olmak olan çapsızların Fetullahçılardan boşalan yerler için Adliyeye doldurulması, diğer yandan yapanın yanına kâr kalacağı ile ilgili inanç, bir yandan "herkes yapıyor, bir enayi ben miyim" düşüncesi bu işe yol açıyor.

Yukardan gelen bir telefon emriyle tutuklama ya da serbest bırakma kararı vermeye alıştırılanlar, biraz da kendi ceplerine çalışıyorlar, olan biten bu.

Bu ahlaki çöküş bir günde olmadı, 22 yıllık AKP iktidarında deyim yerindeyse ilmek ilmek işlendi.

Onun için normal bir ülkede olsa insanların şoka girecekleri haberleri iki gün konuşup unutuyoruz.

Onun için HSK, böyle bir suç duyurusunu duymazdan gelebiliyor.

Siyasetteki bozulma ve çürüme, Adliye'ye misliyle yansıyor.

Çizgi: Tan Oral

* * *

Ve bir örnek olay!

Suç örgütü lideri Sedat Şahin'in, "tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, yol kesmek suretiyle silahla birden fazla kişi ile yağma, kasten öldürme" suçlarından tutuklu olarak yargılanırken, bir gün "tutuksuz yargılanmasına" karar verildi ve o da ilk iş gidip MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye teşekkür etti.

Şahin'in avukatları geçtiğimiz Temmuz ayının 12'sinde tutukluluğa itiraz etmiş ve itirazları kabul edilmemişti.

Halk TV'den Seyhan Avşar'ın haberine göre avukatları 19 Temmuz günü bu karara itiraz etti.

20 Temmuz günü, tutukluluğa devam kararı veren mahkemenin Başkan ve üyeleri tatile çıktı.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne izinli olan yargıçların yerlerine acil atama yapıldı ve yeni heyet, Sedat Şahin'in tahliyesine karar verdi.

Mahkemenin başkanı yine izne çıkan bir hâkimin yerine atandığı mahkemede üç gün sonra bu kez Sarallar suç örgütünün lideri olan İlyas Saral için tahliye kararı verdi.

Ve bu hâkim, marifetlerinin ödülünü 26 Temmuz'da Yargıtay üyeliğine tayin edilerek aldı.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve herhangi bir Adliye'de görevli herhangi bir hâkim olduğunuzu varsayın.

Anadolu Adliyesi'nde yaşananlar, böyle işlerin sonucudur.

Bakarlar ki bir siyasi emir, böyle ağır suçlamalarla yargılanan bir tutuklunun tahliyesini sağlayabiliyor, o halde neden su akarken herkes kendi testisini doldurmasın?

* * *

Hani bunun ilk sahibi?

Sosyal medya fenomeni olarak tanıdığımız Dilan Polat ve eşi Engin Polat'ın mal varlıklarına, kara para akladıkları gerekçesiyle el konuldu.

Karar, MASAK'ın raporundan sonra alındı.

İlgili haberleri dikkatle okudum. Nasıl bir kara para aklama yöntemi izlendiği tam olarak anlaşılmıyor.

Çift ve yakınları kara para aklıyorlarsa bu iki şekilde olabilir: Kendilerine ait kara paraları aklıyorlardır. Ya da başkasına ait kara parayı aklıyorlardır.

Kendilerine ait kara parayı aklıyorlarsa bu mal varlıklarına el konularak geçiştirilemez. Çünkü kara para kazancının ardında bir suç da olmalı. Her türden kaçakçılıktan tutun da yağma ya da gaspa kadar farklı suçlar olabilir.

Rapor ile ilgili haberlerden anladığıma göre "vergi kaçağı" dışında bir suç da görünmüyor ki bu da "kara paranın sahibinin" başkaları olduğu anlamına geliyor.

Kara paranın sahibi "başkaları" ise deli gönül bu raporun içinde onların da olmasını istiyor ama öyle bir belirti yok.

Böyle bir şey duymadık, okumadık.

Acaba bu kara para kime aitti, Polat familyası kimin kara parasını aklıyordu?

Bu soruyu çok merak edeceğiz gibi görünüyor ama şu anda iddiaya girmeye de hazırım: Kara paranın sahibinin ya da sahiplerinin kim olduğunu asla öğrenemeyeceğiz!

Ve bu nedenle de Polatlar hakkındaki soruşturmanın da yakında savsaklanıp, örtbas edileceğini de görebileceğiz.

Hatırlayalım: Sezgin Baran Korkmaz hakkında kara para soruşturması yürütülürken sonradan ödüllendirilip Adalet Bakanı Yardımcısı ve HSK üyesi de yapılan bir savcının da iş birliğiyle gerçekte olmayan bir MASAK raporu gerekçe gösterilerek mal varlığının üzerindeki tedbiri kaldırtabilmiş ve mal varlığını kaçırma fırsatı bulmuştu.

O günden beri bu işin peşine düştüm, üç yıla yakın bir süre sorduğum Mübarek Cuma Sorularından biri de buydu. Yanıt alamadık.

Adliye nasıl böyle hızla çürüyor sorusunun yanıtlarından biri de bu sorunun içinde zaten!

Dilan Polat ve Engin Polat

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Amaç ajan yakalamak değil, eleştiriyi susturmak

Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kamu düzenini “eleştiri kisvesi altında” kötüleyerek “kara propaganda yapmak” casusluk gibi değerlendirilip, cezalandırılacak. Memlekette o kadar çok ajan cirit atıyordu ve savcılar da elleri kolları bağlı onları seyrediyordu ki artık bu bir problem olmaktan çıkacak. Neyin “kara propaganda”, neyin “eleştiri”, neyin “haber” olduğuna da doğal olarak onlar karar verecek

Taslak bir varmış, bir yokmuş!

Kamuoyunu aylarca meşgul eden partilerden hiçbiri, hazır Numan Bey oraya kadar gelmişken “Buyurun biz özgürlükçü bir Anayasa taslağını zaten hazırlamıştık” demiyor. Üstelik şu anda TBMM’de bulunan altı partinin üzerinde fikir birliği ettiği, uzlaştığı bir metin bu. Altılı Masa'yı oluşturan bu partiler, seçimi kazanamayınca zor zahmet hazırladıkları taslaktan vaz mı geçtiler?

Kamu kaynaklarıyla vakıfçılık bitecek mi?

TÜGVA, Okçular Vakfı, Türken Vakfı, Ensar Vakfı gibi birçok vakıf var ki bunların gelirleri büyük ölçüde kamu kaynaklarından oluşuyor. Bu vakıfların hiçbiri Erdoğan ailesinin gelirleriyle kurulmadı, faaliyetlerini de böyle sürdürmüyor. Büyük ölçüde kamu ile iş yapan iş adamlarının yardımlarından besleniyor, kamuya ait binaları, kaynakları kullanıyorlar