20 Temmuz 2024

Tam mutlu oldum derken yıktın bütün dünyamı

Nietzsche'ye göre aşk kadın için başka, erkek için başka anlama gelir. Kadının aşk talebi kesintisizdir, erkeğinki ise tam tersi. Aradaki temel gerilimi yaratan da tam olarak budur...

Norveçli kâşif Erling Kagge, "Dünyanın üç kutbuna da yürüyerek ulaşan ilk kâşif" olarak tanınıyor.

Gerçi kartvizitinde avukat, sanat koleksiyoncusu, yazar, girişimci, politikacı, yayıncı gibi başka meslekler de yazılı ama insanlık tarihindeki önemi "Üç kutba da yürüyerek ulaşan ilk insan" olmasından kaynaklanıyor.

Hayır yanlış yazmadım, biz sıradan insanlar için dünyanın iki kutbu var; biri güneyde, diğeri kuzeyde. Ama bir de "En yüksek nokta" olarak Everest Zirvesi de var ki o da bir "Kutup" sayılıyor. "En derine" yürüyerek gitme olanağı olmadığı için bir dördüncü kutuptan söz eden kimse yok.

Kagge 15 yaşındayken bir kıza aşık olmuş, hepimizin başına geldiği gibi. Kız o sırada İsveç'in Strömstad kentinde, Kagge ise ailesiyle birlikte Stockholm'da yaşıyormuş. Bir sabah kızı görebilmek için bisikletine atlamış ve iki kent arasındaki 150 kilometrelik yolu yarım günde kat ederek kızın evine ulaşmış. Evin önünde bisikletinden inip kaslarını esnetirken içine bir kuşku düşmüş: Zile bassam mı, basmadan geri dönsem mi?

"Bir Kâşifin Felsefesi" isimli kitabında o anı şöyle anlatıyor:

Benim de başıma geldi

"Kendime şaşırmıştım. Uğruna bisikletle yola düşüp buluşmaya karar verdiğimdeki kadar çekiciydi hâlâ ama nihayet hedefe ulaşmıştım, hevesim kaçmıştı. Aslında önemli olan şey yolu kat etmek diye düşündüğümden değil, bir sonraki aşamaya geçme cesaretim yoktu."

Kagge'nin anlattığı bu hikâyeyi okurken hiç şaşırmadığımı fark ettim.

Sizden saklayacak değilim, zaman zaman böyle durumlar benim de başıma geldi.

Ulaşmak için çabalayıp tam elimi uzatıp alabileceğim anda vazgeçtiğim onca şey gözümün önünde resmigeçit yaptı.

İtalyan yönetmen Giuseppe Tornatore'nin başyapıtı olarak bilinen, Oscar ve Cannes ödüllü filmi Cinema Paradiso, Sicilya'da küçük bir kasabada geçen bir öyküyü anlatır. Yanlış hatırlamıyorsam üç kere izledim.

Bir arkadaşının ölümü üzerine kasabaya geri dönen bir film yönetmeni olan Salvatore, kasabada çocukluk günlerini anımsar.

Kasabanın tek sinemasının makinisti Alfredo'nun, çocuk ve genç Salvatore'ye anlattıkları, çocuğun içindeki sinema aşkını büyütmüş ve sonunda yönetmen olmasına neden olmuştur.

Alfredo'nun genç Salvatore'ye anlattığı öykülerden biri şöyle:

Bir asker bir prensese fena halde abayı yakmıştır. Ancak onun konumundaki bir erkeğin, bir prensese ulaşabilme hayalini dahi kurabilmesi zordur ama prensesi de kafasından bir türlü silip atamaz.

Prensese içini açtığı günlerden birinde, prenses tek bir şartla onunla evleneceğini söyler: Yüz gün, yüz gece penceresinin önünden hiç ayrılmadan beklemesi gerekmektedir.

Aşktan gözü kararmış asker kabul eder, evin önünden ayrılmadan rüzgâra, yağmura, kara, soğuğa ve sıcağa dayanır. Üçüncü ayın sonunda artık ayakta durmakta bile çok zorlanmaktadır ama pes etmez.

99. gün hiç tereddüt etmeden çekip gider.

Sebebi evlilik korkusu mu?

Oysa hayatının aşkına kavuşması için bir tek güncük daha dayanması yeterli olacaktır ama bunu düşünmez bile.

Askerin 99 gün dayandıktan sonra çekip gitmesinin nedeni ne olabilir? Elini uzatsa kavuşabileceği şeyin önemini yitirmesi mi? Prensesin erişilmez bir hayal olmaktan çıkması mı? Belirsiz bir gelecek yerine öngörülebilir bir hayatı tercih etmesi mi?

Yoksa olabilecek en basit cevap mı: Erkeğin evlilik korkusu!

Tam da burada Fransisken rahibi Ockhamlı William'ın (1287 - 1347) adıyla bilim dünyasında kendisine yer etmiş bulunan bir "felsefi usturayı" kullanacağız.

"Ockham'ın Usturası" diye isimlendirilen problem çözme ilkesi, en basit açıklamanın büyük olasılıkla en doğru çözüm olduğunu önerir. "Aynı sonuçla ilgili farklı hipotezler arasında en az varsayıma sahip çözüm, doğru çözümdür" der.

Sosyal medyadan filan takip edebildiğim kadarıyla günümüz genç kadınlarının en önemli sorununun adını da böylece koyabiliyoruz. Şarkımız, ne olduğunu anlamadan sevgililerinin bir hayalete dönüşmesiyle kalbi kırılan genç kadınlar için Yeşim'den geliyor: "Olmaz böyle şey yoksa rüya mı? / Tam mutlu oldum derken yıktın bütün dünyamı!"

Freud'un en parlak öğrencilerinden biri olan ve "Freud'un mirasçısı" sayılan psikolog Theodor Reik "Aşk ve Şehvet Üzerine" isimli eserinin ikinci cildinde "Erkeklerde evlilik fikrine karşı bir isteksizlik vardır" diye yazıyor. İkisi de kendi kısmetleriyle evlenmek üzere olan bir kadın ve bir erkek hastasının evlilik öncesi korkularının farklı olduğu dikkatini çekmiş.

Genç kadın daha çok kişisel yetersizliklerini öne çıkarıp evlilikten endişesini dile getirirken, erkek kişisel niteliklerinden hiç söz etmiyormuş.

Düşüncesi bile imkansız

Daha çok parasal durum, bir aileyi geçindirmenin sorumlulukları, evlilikten kaynaklanacak daha çok maddi yükümlülükler gibi konuları öne çıkardıktan sonra sözlerini şöyle bitirmiş:

"Birlikte olacağım son kadının Anne olacağına inanamıyorum. Düşüncesi bile imkânsız geliyor!"

Reik bu son cümlenin gözünün önündeki perdeyi kaldırdığını söylüyor.

"Kadın için evlilik düşüncesi doğaldır; kadın evliliğe seve seve girişir ama erkeklerde evlilik fikrine yabancı bir şey vardır. Erkekler evlilikten korkarlar" diye yazıyor.

Bernard Shaw'un "İnsan ve Üstün İnsan"da yazdığı sözlere dikkat çekiyor: "Kadının işi en kısa zamanda evlenmek, erkeğinki ise mümkün olduğunca bekâr kalmaktır."

Reik böyle davranan ve düşünen erkeklerin zihni geri planlarında sevebileceği bir kadına karşı dayanılmaz ve gizli bir arzu beslediklerine dikkat çekiyor.

Don Juan gibi davranan erkeğin, onca kovalamaca ve kadın peşinde koşma telaşının arkasında aslında doğru kadını bulup huzura kavuşma isteği yattığını söylüyor.

Nietzsche "Şen Bilim"de şöyle yazmıştı:

"Şu bir tek aşk kelimesi, gerçekten de kadın için başka, erkek için başka anlamlara gelmektedir. Kadının aşktan ne anladığı açıktır. Bu, yalnız bağlılık değil; başka hiçbir şeyi düşünmeden, hiçbir şeyi saklamadan bir insanın bedeniyle ruhunu bütün olarak vermesidir."

Kadının aşk talebinin kesintisiz bir süreç olduğu genel kabul gören bir tespit. Erkeğinki ise bunun tam tersi olarak ortaya çıkıyor.

Kadının aşk talebinin kesintisizliğiyle, erkek aşkının kesintili olması temel gerilimi yaratıyor.

İlişki uzmanları, "Her şey iyi gidiyorken sevgilim dediğim adam birden ortadan kayboldu" diye dertlenen genç kadınların çoğunun hatayı kendilerinde aradıklarını söylüyorlar.

Ben uzman sayılmam ama şunu söylemeliyim ki böyle durumlarda ilişkinin arızalı tarafı hiçbir zaman kadın olmuyor.


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Mutlu bir "budala" olarak yaşamak

Mutlu olmanın yollarından biri de başkalarının sizin adınıza düşünmesine izin vermek, iradenizi teslim edip hiçbir şey yapmamakmış. Bizim memleketin "mutlu azınlığı" sanırım işin sırrını herkesten önce keşfetmiş, düşünmeyerek gül gibi yaşayıp gidiyorlar...

Yılın en sevdiğim günü

Efsanevi çizgi dizide Winnie "Bugün günlerden ne?" diye sorar, Piglet homurdanarak yanıtlar: "Bugün günlerden bugün!" Winnie sevinir, "Yılın en sevdiğim günü!" der... Bazen ben de "Yılın en sevdiğim günü başlıyor" diye mutlu oluyorum. Ama sonra interneti açıyorum ve...

"Çıkma teklifi" geri gelsin mi?

Bugünlerde kadın-erkek ilişkilerinden söz edilirken çok sayıda yeni kavramla karşılaşıyoruz. "Durumdaşlık" diye Türkçeleştirilen "situationship" bunlardan biri. Bu durumda, adı tam olarak konulmamış bir ilişki var; duygusallık ve cinsellik de içerebilen ama başı sonu üzerine hiç konuşulmamış bir ilişki modeli...

"
"