07 Eylül 2024

Mutlu bir "budala" olarak yaşamak

Mutlu olmanın yollarından biri de başkalarının sizin adınıza düşünmesine izin vermek, iradenizi teslim edip hiçbir şey yapmamakmış. Bizim memleketin "mutlu azınlığı" sanırım işin sırrını herkesten önce keşfetmiş, düşünmeyerek gül gibi yaşayıp gidiyorlar...

İktidar partisi son yerel seçim yenilgisinin ardından bir araştırma yaptırmış, sonuçları Ağustos ayının ortalarında gazetelerde yayınlanmıştı.

Buna göre memleketimizde yaşayan gençlerin üçte biri kendisini "çok mutlu ve mutlu" olarak tanımlarken, geri kalanı "mutsuz ve çok mutsuz"!

Her on gençten 4'ünün hayali ise bir yolunu bulup kapağı yurt dışına atmak ve orada yaşamak.

"Yurt dışı" diye yazıyorum ama siz bunu okurken gözünüzde Suudi Arabistan, Afganistan, İran, Kazakistan, Somali, Venezuela gibi ülkeleri canlandırmayın.

Oralar o kadar da "yurt dışı" sayılmıyorlar çünkü.

Hatta zorlarsanız "oralar bize benziyor, gençler niye gitmek istesinler" demek bile mümkün.

Bizim gençlerin hayali "Batı'da" yaşamak.

Gerçi oralara gittiklerinde onları koruyabilecek RTÜK gibi, Muzır Neşriyat Kurulu gibi kurumların olmaması büyük bir handikap.

Ayrıca Milli Eğitim'in "anlaşmalı tarikatları" gibi STK'lar da yok.

Sorun sadece gençlerde değil

Kim bilir, belki de gençlerimizin Türkiye'den çıkıp Batı'da bir yerlerde yaşamak istemesinin nedeni oralarda böyle kurumların olmamasıdır.

Neyi izleyebileceğine, neyi okuyabileceğine, neyi dinleyeceğine kendileri karar vermek istiyor olabilirler.

Ve zaten Türk gençlerinin taleplerinin bu yönde olması, gündemde artık kendisine önemli bir yer tutan "vize sorununun" da kaynaklarından biri.

Öte yandan sorun sadece gençlerde de değil.

Areda Survey'in, Türkiye genelinde 3 bin 101 kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği bir başka araştırmaya göre halkımızın yüzde 58.7'si mutsuz. Oysa sadece üç yıl önce mutsuz olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 45.5 idi.

"Mutsuzlar" ile ilgili haberi okurken aklıma İngiliz filozof, ekonomist ve politikacı John Stuart Mill'in bir sözü geldi, şöyle diyordu:

"Hayatından memnun bir domuz olmaktansa hayatından memnun olmayan bir insan olmak daha iyidir. Hayatından memnun bir budala olmaktansa, hayatından memnun olmayan bir Sokrates olmak daha iyidir."

Rahmetli Mill, gerçek bir "proje çocuğu" idi. Günümüzün "helikopter anneleri" gibi bir babası vardı.

Londra'nın göbeğinde doğmuştu ancak kardeşlerinden başka arkadaşı yoktu. Bir filozof ve tarihçi olan babası James Mill, küçük John'u kendi yaşındaki arkadaşlarından özel olarak uzak tuttu. Kötü alışkanlıklar kapabileceğinden endişe ediyordu.

Kalpten gelen "hayır" yanıtı

Nitekim John üç yaşında Yunancayı söktü. 8 yaşına geldiğinde eski Yunan klasiklerini orijinallerinden okuyabiliyordu.

Faydacı filozof Jeremy Bentham ve babası, onu kendilerinden sonraki kuşak için hazırlıyorlardı.

Anılarında anlattığına göre 20 yaşına geldiğinde ciddi olarak intiharı düşünmüştü.

Peşinde olduğu "daha adil bir toplum" yaratmanın kendisini gerçekten mutlu edip etmeyeceğini sorgulamış, kalbi "hayır" yanıtını verince de dünyaya veda etmeye karar vermişti.

Yazdığına göre intihardan vazgeçmesini sağlayan şey William Wordsworth'ün şiirleri oldu.

Yenilenen bir neşeyle hayata sarıldı, 66 yaşına kadar da yaşadı.

Agnostik (Tanrının varlığı kadar yokluğunun da kanıtlanamayacağına inanmak) olduğu için Oxford ve Cambridge'e kabul edilmediğini de belirteyim.

Yaşamından çok küçük bir özet aktardım, "hayatından memnun bir domuz olmaktansa hayatından memnun olmayan bir insan olmak daha iyidir" sözünü neden söylediği daha iyi anlaşılabilsin diye.

Mutlu bir budala olmak ve öyle yaşamak mı daha iyidir, hayatından o kadar da memnun olmayan Sokrates olmak mı daha iyidir derseniz, size verebileceğim bir yanıt yok maalesef.

Ne kadar uzun olursa olsun sonuç itibarıyla belli bir süre yaşayabileceğimiz bir hayatımız var.

Ve her insanın, insan olmaktan kaynaklanan bir hakkı var: Mutlu bir budala olabilmek!

Biliyorsunuz dünyanın en mutlu ülkesi araştırmalarında Finlandiya her sene birinci çıkıyor.

Fin milletinin bu kadar mutlu olabilmesinin sırrı, 500 yıllık bir gelenek olduğu kabul edilen "sisu" imiş.

"Sisu" bir amaca odaklanmak, fiziksel dayanıklılık ve doğa ile barışık olma durumunu ifade eden bir Fince kelime.

Psikolog Angela Duckworth'a göre kişisel hırsların ötesinde dünyaya ya da kendimiz dışındaki topluluklara katkıda bulunmak için çalıştığımız zaman hayata daha çok bağlanıyor ve mutlu oluyormuşuz.

Fiziksel sınırlarınızı zorlayacak antrenmanlar yaparak kendimize meydan okumak da öyle.

Finlandiya'nın doğal avantajı

Doğa yürüyüşleri, Finlandiya kültürünün temel bir parçasıymış; içsel sakinlik ve huzur sağlayarak mutluluk veriyormuş.

Ama hayat herkes için bu şekilde ilerlemiyor.

Dr. Uffe Schjodt, Danimarka Aarhus Üniversitesi'nde "etkileşimli zihinler" üzerine çalışan bir sosyal psikolog.

Uzunca bir süredir tarikat liderlerinin, müritleri üzerindeki etkilerini araştırıyor.

Nasıl oluyor da bu insanlar müritlerini sorgusuz sualsiz inanan insanlar haline getirebiliyorlar?

Dr. Uffe bunun sırrını çözebilmek için duaların iyileştirici gücüne inanan bir grup Hristiyan üzerinde araştırma yapmış

Onlar iyileştirici duaları dinlerlerken, beyin dalgalarındaki hareketlenmeleri gözlemiş.

Sonuç şu: Duaların iyileştirici gücüne inananlar, bu tür duaları dinlerken beyinlerindeki akıl yürütme ve sorgulama bölgeleri baskılanıyor. İnanmayanlarda ise aynı şey gözlenmiyor.

Dr. Uffe ve çalışma arkadaşları bunun bir "sağ kalım mekanizması" olduğunu düşünüyor. Başkalarının sizin adınıza düşünmesine izin vererek, iradenizi teslim ederek hiçbir şey yapmamayı normalleştirmek!

Böylece mutlu, huzurlu yaşayıp gidiyorlar.

Finlandiya'nn mutluluk reçetesinin tam tersi yani.

Resmetmesi kolay bir mutluluk

Bizim memleketin "mutlu azınlığı" sanırım bu işin sırrını herkesten önce keşfetmiş. Düşünmeyerek, başkasının kendi adlarına düşünmesine izin vererek gül gibi yaşayıp gidiyorlar.

Mutluluğun resmini çizecek Abidin olsa, işi çok kolay yani.

Yerlere kola dökerek, kahve içenleri taciz ederek Filistin davasına hizmet ettiklerini düşünüp mutlu olanlar için de "sisu" yapıyorlar diyebilir miyiz acaba, merak ettim.

Amerikalı psikiyatr Richard J. Davidson, 2002 yılında bir Budist keşişin beyin haritasını çıkardı.

Keşişin kafasına geçirilen başlık ile beynin 256 noktasından, beyin dalgaları ile ilgili veriler alındı.

Keşiş meditasyona dalıp mutluluğa doğru ilerlerken beynin hangi bölgelerinin aktif olduğu incelendi.

Davidson bu deneyin mutluluğun muğlak ve tarifsiz bir his olmadığını gösterdiğini söylüyor.

"Mutluluk beyindeki fiziksel bir haldir, iradi olarak ortaya çıkarabileceğiniz bir şeydir" diyor.

Tabii tuzu kuru memleketlerde yaşayıp böyle sonuçlara varmak ve herkese tavsiye etmek kolay.

Davidson Bey keşke bir fırsatını bulup bir de bizim memlekete uğrasa diyorum.


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Her kadını beğenen erkekler, kimseyi beğenmeyen kadınlar

Flört uygulamaları da ‘insanlığın’ en temel sorunlarından birine çare getiremedi. İzleyebildiğim kadarıyla erkekler hâlâ her gördükleri kadına asılmaya çalışıyor; kadınlar ise kendilerine askıntı olan bu tiplerden nasıl kurtulup da “iyi aile çocuğu” bulabileceklerini bilmiyor...

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

"
"