Televizyonda tartışma programı. Konuşmacılardan biri bağırıyor; "AHİM kararı yok hükmündedir, çöpe atılmalıdır."
Öteki karşı çıkıyor; "Yok hükmündedir demek, Anayasa'yı ihlal etmektir. 90. madde bunu zorunlu kılıyor. AKP kendi yaptığı değişikliği inkâr mı ediyor?"
Beri ki; "AHİM kararı siyasi, Türkiye üzerine oynanan oyunun parçası, söyle bakalım terörist Demirtaş'ın serbest bırakılmasını destekliyor musun, karşı mısın sen onu söyle…" diye tartışmayı başka zemine çekmeye çalıştı.
"Demirtaş'la ne alakası var" var diye söze girdi, AİHM kararının yok hükmünde sayılmasına karşı çıkan: "Önemli olan hukuk, Türkiye hukuk devleti olacak mı, olmayacak mı? Test bu, sınav bu."
Bağırarak konuşan, yine aynı tonda topu aldı: "AİHM mi? Geç bunları geç… ABD, AB bir olmuş Kürt devleti kurdurmanın yollarını arıyorlar, Demirtaş çıksın ki ortalık karışsın istiyorlar. Hala farkında değil misiniz?"
Sakin sakin oturan dördüncü konuşmacı "Bir dakika, iki cümle de ben edeyim" sözleriyle devreye girdi:
"Boş yere çenenizi yormayın, kavga etmeyin Ankara seçimini yapmak zorunda. Ya Avrupa Konseyi'nden çıkacak, AİHM falan tanımayacak ya da mecbur çıkan her kararı kabul edecek, derhal tartışmasız yürürlüğe koyacak. Bu işin ortası yok, biraz öyle biraz böyle olmaz. Ya Avrupa'dayız ya değiliz, karar vakti geldi."
Kısa bir sessizlik oldu.
Moderatör anında devreye girdi; kısa bir reklam arası.
* * *
İkinci bölümde moderatör "Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Önlenmesine Dair Kanun"unu gündeme getirdi.
Bu kez muhalif olan söze girdi; "Ahlaksız teklif" kısmından başlamayı önendi. Öneri oturumun sert sözlerle sürecek atışmanın işaret fişeğiydi.
Kısa sürede mesele "milletvekili Meclis kürsüsünde böyle konuşur, öyle konuşamaz" tartışmasına döndü.
Moderatör asıl soruna dönmeyi önerdi. Derneklere kayyım atanmasına, derneklerin yardım almalarının izne bağlanmasına…
Muhalefete göre bu işte bir hinlik, bir cinlik vardı. Torba yasa ile iktidar partisi aradan gol atma çabasındaydı.
İyi de gol kimeydi?
Sivil toplum örgütlerine!
İktidarı savunan konuşmacı; "Terör örgütleriyle irtibatlı değilseler, sempati duymuyorlarsa, korkacakları bir şey yoksa neden rahatsız oluyorlar. Yarası olan gocunur" der demez sakinliğini koruyan tartışmacı söze girdi:
"Fethullahçılar herkesin telefonlarını dinlerken bas bas bağırmıştık. Dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Bey de sizin şimdi söylediğiniz gibi 'niye çekiniyorsunuz gocunacağınız bir şey mi var' demişti… Bir süre sonra başbakanı bile dinledikleri ortaya çıktı, gerisini düşünün. Telefon terörü estirildi, şimdi de derneklere üye olma, yönetici olma veya derneklere yardım etme terörü estirilebilir."
İktidarı savunan beriki; "Tamam işte hassasiyetinizi kabul ettik, soruşturma açıldığı an İçişleri Bakanı'na bu yetki verilmesi öngörülüyordu, değiştirdik kavuşturma açılınca müdahale hakkı tanıdık, daha ne istiyorsunuz" dedi.
Sakin ses; "Türkiye'de en kolay şey bir insanı terörle suçlamak, 'terör örgütüyle bağlantılı olmasa bile örgütün fikirleri doğrultusunda hareket etmek' mealinde ünlü ceza maddemiz var. Bu madde bir sabah herkesi terörist yapabilir" diyecekti ki...
Moderatör kısa bir reklam arası dedi.
* * *
Üçüncü bölüm Hamza Yerlikaya'nın diplomasıyla ilgiliydi. İktidar kanadı bu konuda çok hassastı. Diploma denilince ucu Cumhurbaşkanı'na kadar gideceğini bildikleri tartışmanın için önünü kesmek için cansiperane mücadele veriyorlardı.
Güreşçi Hamza'ya sahip çıkmalarının nedeni hem bu, hem de Cumhurbaşkanı'nın danışmanı olmasıydı.
Biraz da adamımızı yedirmeyiz kafa tutması de denilebilir.
Hele hele AKP Grup Başkan Vekili'nin "Onur duyuyoruz" diye Meclis kürsüsünden haykırması muhalefet için bulunmaz fırsattı.
Yerlikaya'nın neyiyle gurur duyuyorlardı; güreşte dünya şampiyonu olmasıyla mı, bir kamu bankasının yönetim kurulu üyesi olarak finans sektörüne yaptığı katkılarla mı, spor bakan yardımcısı olarak getirdiği yeniliklerle mi, öncü fikirleriyle mi, Cumhurbaşkanı danışmanı olarak Saray'ın spora ilgisini canlı tutmasıyla mı?
Konu biraz metanetli olduğu için iktidarı destekleyen konuşmacılar sessiz kaldı. Moderatör de ilk sözü onlara vermedi.
Sessiz, sakin ağzından kelimeler tane tane çıkan tartışmacıya söz düştü.
Bakın dedi; "Mesele Yerlikaya meselesi değil. Mesele liyakat meselesi. Liyakat bitti, biat/itaat düzeni geldi. Soruyorum, Merkez Bankası Başkanı neden kovuldu? Bilen var mı? Bir cümlelik de olsa açıklama var mı? Bizleri adam yerine koyan var mı?
Adama faizi indir enflasyonda iner dediler o da indirdikçe indirdi, doları/Euro'yu tutamayınca Merkez Bankası'nın rezervlerine saldırdı. faizi indirdim, kur sorunu olmadı, enflasyon da tek haneye düştü demek için 128 milyar dolar harcadı. Şimdi 180 derece dönüş yaptılar. Kimse hesabını sorabiliyor mu?
Hayır, çünkü kimsenin böyle bir gücü yok. Merkez Bankası Başkanı'ndan bile hesap sorulamıyor. Muhalefet sadece soru sorabiliyor, yanıt veren yok!"
Konuşmacı daha çok şey söyleyecekti ama moderatör araya girdi. "Sözünüzü balla kesiyorum ama kısa bir reklam arası vermek zorundayım" dediği duyuldu.
* * *
Saat 23'ü bir iki dakika geçmişti. Son bölüm başladı. Moderatör "Üzerinde hassasiyetle durduğum bir meseleyi özellikle bu bölümde uzun uzun konuşmak istiyorum, zamanımız var, rahat rahat tartışabiliriz" diyerek oturumu açtı.
Ve meselesini masaya yatırdı. Dedi ki; Brexit'in yürürlüğe gireceği 1 Ocak'tan itibaren Cebelitarık'ta büyük sorun yaşanacak. İngiltere/İspanya/ Cebelitarık Özerk Yönetimi arasında anlaşma olmazsa 34 bin kişi büyük zorluk çekecek. Gıda fiyatları artacak, giriş çıkışları sorun olacak, büyük mağduriyetler yaşanacak, son bölümde bunu konuşalım.
Mecburen konuştular. Hem de sabaha karşı 01.30'a kadar. Nedense 2.5 saat boyunca moderatör kimsenin sözünü "kısa bir reklam arası" diyerek kesmedi.