Başlıktaki soruyu şöyle de sorabiliriz: İktidar, piyasaya kafa tutmaya, oyunun kurallarını ben koyarım, uyan uyar uymayan çeker gider demeye devam mı edecek, yoksa yangını söndürmeye mi çalışacak?
İktidar için kritik hafta başlıyor.
Geçen hafta piyasalar yedi büyüklüğünde depremle sarsıldı. Cumhurbaşkanı, faizi artırdığı için (Acaba sebep bu mu? Yoksa ne şekilde, kaçtan verildiği belli olmayan 128 milyar doları araştırmaya kalktığı için mi gitti?) Merkez Bankası Başkanı'nı gece yarısı kovmasıyla kur aldı başını gitti.
Kimi iflas etme noktasına geldi…
Kimi resmen battı…
Kimi al/sat yaparak resmen servetine servet kattı…
Ama ekonomi de yönetilebilir olmaktan çıktı. Yüksek kur/yüksek faiz/yüksek enflasyon sarmalına girdik.
Nasıl çıkacağız sorusuna net yanıt veren, reçete sunan, şöyle yapılmalı diyen yok. Çünkü mesele artık iktisat biliminden çıktı, siyasetin alanına girdi.
Ekonominin kuralları rafa kaldırıldı.
Geçtiğimiz hafta, yerli tasarrufçular 6.5 milyar dolar bozdurarak TL'ye geçti, o parayı yabancılar anında kapıp ülkeden çıktı.
Piyasayı yankından takip edenlere göre yabancılar kurun seviyesine bakmıyormuş. 7.90 mı, alıyormuş; 8.00 mı, yine alıyormuş; 8.10 mu, yüksek demeyip yine alıyormuş!..
Çünkü bir an önce çıkmak istiyorlarmış.
Bazı ekonomistlere göre; Türkiye'den çıkamaya hazırlanan 10 milyar dolar sırada bekliyormuş!..
Peki niye geldiler, niye gidiyorlar?
Cumhurbaşkanı, kasım ayı başında o güne kadar izlenen politikadan 180 derece dönüş yaptı. Ekonominin direksiyonunda olan kadrosunu değiştirdi.
Ama geçen hafta öyle bir hamle yaptığı ki, bir gecede eskiye dönüşün sinyallerini verdi. Kasım ayından önceki politikalara dönüleceğini ima etti.
Dışarıdan gelen para da, madem öyle hadi bana eyvallah, dedi.
Bugün önemli… Eski kabine son toplantısını yapacak. (Bu satırlar yazılana kadar yeni kabine konusunda Saray'dan bir açıklama gelmedi. Gece yarısı gelirse benim suçum değil!) Bakanların bir kısmı gidecek, bir kısmı kalacak, bazı bakanlıklar bölünecek.
Özellikle hazine ve maliye bakanlarının kim olacağı önemli. Piyasaya bu yolla mesaj verilecek, bu bir.
Merkez Bankası Başkanı görevine devam edecek mi, yoksa görevinden affını mı isteyecek?
Görevine devam ederse sütre gerisinde mi duracak, bu iki.
Ya da o da piyasanın sesine kulak verecek, bu da üç.
Peki ne yapmalı?
İktidar, hiçbir şey olmamış gibi duramaz, mutlaka bir takım adımlar atmak zorunda.
(son Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın dediği gibi) ya da sulh yolları arayacak, piyasayı sakinleştirmeye
çalışacak, yabancıyı geri döndürmenin, yenilerini çekmelerinin yollarını arayacak.
İkisinden biri...
Peki ne yapmalı?
İktidara en yakın gazete (Sabah) minik puntolarla da olsa ne yapılması gerekenleri sıralamış:
Bir: TL birikimlerinin enflasyon karşısında erozyona uğramasını engellemek…
(Faizi artır mı diyorlar?)
İki: TL yatırımlarını cazip kılacak politikaları bir süre daha devam ettirmek…
Üç: Mevduat stopaj oranlarını düşürmek.
(Biliyorsunuz yüzde 5 ama 31 Mart'tan itibaren yüzde 15'e çıkacak. Sözcü yazarı Muratoğlu bunun hesabını şöyle yapmıştı: Bankaya gidiyorsun yüzde 17 mevduat faizi alıp paranı bankaya yatırıyorsun. Yüzde 5 kesinti yani neti yüzde 16.15'e geliyor. Faizi yüzde 19'‘a çıkardılar, 31 Mart'tan sonra stopaj yüzde 15 olacak. Neti yine yüzde 16.15. Ha yüzde 17 faiz ha yüzde 19. İkisi de aynı. Naci bunu anlatamadı ki.
Benim yorumum şu: Sabah gazetesi stopajı düşür diyerek bir anlamda örtülü faiz öneriyor.)
Dört: Reform paketindeki politikaları belirlenen takvime göre hayata geçmek…
(Yani savsaklamayın, lafta kalmasın demek istiyor.)
Beş: Finansal dalgalanmaların önüne geçmek için politika öngörülebilirliğini mümkün oldukça yüksek tutmak…
(Bunun da anlamı şu: Akşam yatarken başka, sabah uyanınca başka olmasın. Yatırımcı önünü görsün.)
Altı: Hukuk sistemini daha etkin ve hızlı çalıştırmak. Güven ortamı sağlamak.
İşte zurnanın zırt dediği yer de burası…
İktidara güven yok.
Sadece yabancıların değil, yerli yatırımcının da, üç kuruş tasarrufu olanın da güveni yok.
Temel mesele bu, gerisi teferruat.