2018 yılının haziran ayıydı. Seçime altı gün kalmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan meydanlardaydı. Yeni rejimin ilk cumhurbaşkanı olmak istiyordu.
Her seçimde olduğu gibi o seçimde de sanki ülkeyi kendisi yönetmiyormuş gibi propaganda yapıyordu.
Muhalefetteymiş, seçilirse ilk defa ülke yönetiminde söz sahibi olacakmış gibi davranıyordu.
19 Haziran günü şöyle seslendi: "Bu kur falan bunların hiçbiri bizim geleceğimizi belirleyen şeyler değil. Bizim geleceğimizi biz belirleyeceğiz. 24'ünde bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz."
Şunla bunla dediği kur ve enflasyon olmalıydı.
Yetki istiyordu ama yetkisi Başbakan'ı bir gecede kapının önüne koymaya yetecek kadardı; gerisini düşünün.
Seçmen yetki verdi veya yetkisini tazeledi.
"Ülkeyi tek başına yönet bakalım, bir de bunu deneyelim," dedi.
Sanki kendisi iktidarda değilmiş gibi uğraşacağım dediği dolar o tarihte 4.74'tü.
Uğraşacağım dediği faiz ise 17.75 .
Aradan aşağı yukarı 28 ay geçti.
Faiz 14.75 (Geç likidite penceresi).
Dolar 8.28, neredeyse iki katına çıkmış.
Desen: Selçuk Demirel
Merkez Bankası Başkanı bile bir soru üzerine Türk Lirası'nın aşırı değersiz noktada olduğunu kabul etti.
Altını çiziyorum aşırı değersiz.
28 aylık Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin ekonomiyi getirdiği hâl bu; aşırı değersiz Türk Lirası.
Aşırı değerli dolar ve Euro.
Neden böyle?
Güven meselesi var. Merkez Bankası Başkanı da başkanı olduğu kurumla ilgili güven sorunu olduğunu kabul etti.
Herkes biliyor; kararlar Merkez Bankası Para Kurulu'nda değil, Saray'da alınıyor. Sarayın ekonomi danışmanları karar veriyor. Cumhurbaşkanı bir önceki başkanı görevinden alırken "Sözümüzü dinlemiyor" demedi mi?
Söz dinlememesini gerekçe göstermedi mi?
Bu başkan söz dinlediği için o koltukta. "Faizi sabit tutarken kur artışını tahmin etmediniz mi?" sorusuna verdiği yanıt çaresizliğinin ifadesiydi.
Cumhurbaşkanı, 2018 yılında seçim kampanyasını yürütürken "Hâlâ yastık altında dolarınız var mı, çıkarın onları" demişti.
O gün dolarlarını bozanlar bugün "Yandım Allah" diye feryat figan ediyor.
Erdoğan AKP Genel Başkanı şapkasıyla partisinin grubunda konuştu. Memleket güllük gülistanlıkmış gibi ekonomik meselelere değinmedi. Çıkışta gazeteciler sorunca Devlet Bahçeli gibi konuştu. "IMF'nin OECD'nin ölçeklerine göre büyüme konusunda en iyi ülke konumundayız. Bunlar hesap kitap bilmiyor" dedi.
Geçen hafta yayımlanan IMF raporu ise farklı şeyler söylüyor. IMF'ye göre kişi başına gelir 7 bin 720 dolara iniyor. Vatandaşların gelir seviyesi 15 yıl önceye dönecek.
Bence daha da kötüyüz. 15 yıl önce gençlerimiz, bilim insanlarımız hiç olmazsa Avrupa'ya gidebiliyordu, dünyayı tanımaya çalışıyordu artık o da imkansız. Euro 10 liraya yaklaştı.
Sorun sadece yüksek kur yüksek enflasyon değil. Asıl mesele işsizlik.
Bastırılmış işsizlik oranı yüzde 13.4. Genç nüfusta yüzde 26. Geçen yıla göre istihdam sayısı 1 milyon 250 bin kişi azalmış.
Bastırılmış derken TÜİK'in sadece rakamlarla oynadığından söz etmiyorum. İşten çıkarma yasağı var. Milyonlarca kişi kısa çalışma ödeneği ve zorunlu izin parasıyla ayakta kalmaya çalışıyor.
İşten çıkarma yasağı iki ay daha uzatıldı. 2021 yılının ocak ayının ortasına kadar yasak sürecek. Bu durumda olan üç milyona yakın kişi var. Hepsi gizli işsiz.
İşleri kağıt üzerinde var ama gerçekte yok. Kimi hesaplamalara göre işsiz sayısı 10 milyona yaklaştı.
Kısaca ülkenin durumu içler acısı.
Ama kabul etmiyorlar. Ülkeyi yönetenlere göre; çok iyiyiz, dünyanın en iyi durumda olan ülkelerinin başında geliyoruz.
İşin kötü tarafı bu.
Kendilerini buna inandırmış olmalılar ki hiçbir önlem almıyorlar. Bizleri de iyi olduğumuza inandırmaya çalışıyorlar.
Freni boşalmış arabayla yokuş aşağı gidiyoruz diyenlere de öfkeleniyorlar.