Mesele taa 2019 yılının Mart ayına kadar uzanıyor. Ekonomistler, Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinde anlaşılmayan veya izah edilmeyen bir azalma olduğu ilk kez bu tarihte fark etti.
Fark ettiler de ne yaptılar?
Ne yapacaklar; ne oluyor diye sordular?
Cevap alamadılar tabii. Ekonomistlerle birlikte ekonomi yazarları da (kendini iktidara bağlı görmeyenler tabii) bu meselenin üzerine gittiler.
Rezervlerin azaldığını, Merkez Bankası'nın arka kapı politikasıyla kamu bankaları üzerinden dolar sattığını yazdılar, söylediler.
2020 yılının yaz aylarıydı. Merkez Bankası rezervlerinin eksiye düştüğü yazılmaya başlandı. Hatta rakam da verildi; eksi 40 milyar doları buldu.
Bir süre sonra çanak çömlek patladı, Türkiye tarihinin en ağır krizlerinden birine girdi. Krizin adı; yüksek faiz, yüksek kur, yüksek enflasyon.
Niye böyle oldu? Merkez Bankası neden rezervlerini tüketti?..
Nedeni açık; faizleri düşürüp, hatta mümkün olduğu kadar dip seviyede tutarak enflasyonu da indirmek için. Kuru da düşük tutmak için piyasaya ha babam dolar sattılar.
Faiz düşünce yerli yatırımcı 'kârlı değil' diyerek TL'den çıktı, düşük kurdan dolar satın aldı. Yurt dışı portföy yatırımcıları da TL artık para kazandırmıyor diye dolar alıp, çekip gitti.
128 milyar dolar böyle eriyip gitti.
İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Paçacı hesap yapmış, Merkez Bankası'nın çeşitli zamanlarda sattığı doların ortalama fiyatı 6.20 liraya geliyormuş. Yani bir doları ortalama 6.20 liraya satmış.
Bir dolar şimdi kaç lira; 8 lira 20 kuruş diyelim.
Muhalefet birileri kazandı diyor ya, o birileri ortalama 6.20'den dolar alanlar.
Gelelim işin siyasi boyutuna.
Merkez Bankası bu politikayı kendi başına uygulamadı herhalde. Faizi düşürürsen enflasyon da düşer teorisinin mucidi sözde bağımsız olan Merkez Bankası değil herhalde.
Siyasi otorite ne derse onu yaptılar. İktidarın sözünden çıkan olmadı. Herkes biliyor direksiyonun başında eski Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak vardı. Arabanın kontrolü ondaydı.
Zaten o devirdiği, altında kaldığı için o gün bugündür kayıp.
128 milyarın siyası ayağı orası.
Ve tabii ki; ona yetkiyi veren tek kişilik hükümet de bu işin siyasi sorumlusu.
Korona salgınıyla birlikte iktidar dar boğaza girince, parasızlıktan vatandaşına yeteri kadar maddi destek veremeyince bir inat uğruna, iktisat bilimiyle uzaktan yakından alakası olmayan teoriyi ispatlamak adına heba olan 128 milyar dolar ister istemez yeniden gündeme geldi.
128 milyar dolar uzun süredir gündemdeydi ama doğrusu halkın pek de umurunda değildi. Brüt rezerv, net rezerv falan anladığı işler değildir. İlgisini de çekmez.
Ama enflasyon öyle ezdi ki, yaşamak o kadar pahalı oldu ki, insanlar kulak kabartmaya başladı.
CHP Genel Başkanı bunu hissetmiş olmalı ki; her hafta partisinin grup toplantısında 128 milyar doların akıbetini sordu.
İktidar kanadı yarım yamalak yanıt verdi.
Kılıçdaroğlu inatla sormaya devam etti. Ve bir gün kulak kabartanların dikkat kesildiğini görünce kampanyaya dönüştürdü.
CHP binalarına 128 milyar dolar nerede afişleri asılmaya başlandı.
İktidar telaşa kapıldı, çünkü 128 miyar doların hesabını halk da sormaya başlamıştı.
Kraldan çok kralcı geçinenler, Saray'a yaranmak isteyenler, göze girmeye çalışanlar, (savcısı, valisi, polis müdürü) afişleri söktürmeye kalktı.
Bazı yerlerde söktüler de. Ama sökülen her afiş 128 milyar doları daha konuşulur, daha bilinir hale getirdi.
128 milyar doları Türkiye'nin başat konusu yaptı. Pandeminin önüne geçirdi.
Siftah yapamayan esnaf, parasızlıktan kıvranan emekli, iş bulma umudunu yitiren işsiz, dükkanı kapanan üretici, iflas eden küçük sanayici 128 milyar dolarımız heba olmasaydı bu çileyi çekmezdim demeye başladı.
İktidardaki paniğin nedeni bu.
AKP, 128 milyar konusunda dişe dokunur bir açıklama yapamıyor. İşi şimdilik polisiye tedbirlerle frenlemeye çalışıyorlar. En azından afiş furyasını durdurma derdindeler.
(NOT: CHP'nin afiş kampanyasıyla, Kılıçdaroğlu ve 7 CHP milletvekili hakkındaki fezlekelerin Meclis Başkanlığı'na sunulması ve karma komisyona gönderilmesi arasında bir ilişki yoktur umarım.)