Geçen hafta, mizah sitesi Zaytung'un, Avrupa'da yer aldığına dair ikna turları yapıldığını iddia ettiği Sudan'ı görme fırsatı buldum. Sudan, etkileri isimlerinden büyük ülkeler kategorisinde belki de ilk ülke.
2000'li yılların başından beri Sudan denince ilk intiba pozitif olmuyor. Gerek Darfur katliamı, gerek Güney Sudan ile yaşanan bölünme, gerek eski Devlet Başkanı Ömer El Beşir'in ünü sayesinde ismi tuhaf bir tedirginlikle anılıyor.
Otuz yılı aşkın sürmüş olan İslami hukuk sistemi içindeki çarmıha germe, recm ve kırbaçlama cezalarının görüntüleri de dünya kamuoyunun belleğinde...
Çoğu insanın ülkede bildikleri tek bölge Darfur ki bu çağrışımın sebebi doğal güzelliklerinden ziyade, üç yüz bin insanın katledildiği kanlı tarihi!
Bu hafta Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde, Darfur katliamlarının ilk davası görülmeye başlandı.
Sudan'ın sadece katliamlar ile anılması ülkenin dost canlısı halkı ve zengin antik kültürü açısından haksızlık.
Yine de öncelikle bazı gerçekleri ele almak gerekiyor: Sudan yakın tarihte kanlı bir çatışmadan çıkmış, uzun yıllar ambargo altında kalmış ve bundan dolayı ciddi ekonomik zarar ve uluslararası izolasyon görmüş bir ülke. Nüfusun yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
2011 yılında her ulus-devleti ürküten bölünme riski gerçekleşerek, topraklarının bir kısmında Güney Sudan adı altında bağımsız bir ülke kuruldu.
Kuşkusuz her halk için, yakın tarihlerde gerçekleşen bu denli derin çatlaklar travma yaratır.
Zaten zor olan ekonomik şartlar, 2019'daki darbe sonrası kontrol edilemez şekilde düşüşe geçti.
Fakir Afrika ülkelerinde olağan olduğu üzere elektrik sıkça kesiliyor. 'En seçkin semtler'de bile çöp yığınlarını gördükçe, bu çöpten elektrik üretip hem ülkeyi temizleyip hem de sağlıklı sokaklar yaratmanın önlerinde durduğunu düşünüyorum. Ama Sudanlıların başka işleri var.
Döviz darlığı, kontrol edilemeyen enflasyon, derin işsizlik, aylardır süren ve dünya basınında yer bulan darbe karşıtı protestolar (ki yoğunluğu artıyor) Sudan'ı zorluyor.
Ülkedeyken protestoları görme fırsatım oldu. Gençler, hatta ağırlıklı olarak çocuklar, bir daha yerine konması çok zor kaldırım taşlarını sökerek barikat kuruyor, trafiği durdurmak için arabaların önüne yatıyorlar. Buna rağmen halk ile protestocular arasındaki uzlaşma hemen fark ediliyor. Kadınların ise erkek arasına karışmadan, askeri müdahalelerden uzaktaki noktalarda gösteri yapmaları hem diğer protestocular hem de askerler tarafından onay görüyor.
İlginç olan gösterilere gözden uzak yerlerde katılabilen kadınlar, ülkenin kahvehane ticaretinin neredeyse tamamını ellerinde tutuyorlar. Rengarenk sandalyeleriyle açık havaya kurdukları ocakları ile cazip bir kahve ve güçlü bir kadın kültürü yaratmışlar.
Darbeden bu yana örtünme mecburiyeti kalkmış ancak kadınlar tıpkı Cibuti'de olduğu gibi thobe denilen başlarından ayaklarına kadar tek parça bir kumaşla örtünmeye devam ediyorlar. Erkekler ise Mısır'da olduğu gibi uzun beyaz entariler giyiyorlar. Eğer entarisinin üstüne yelek geçirmiş bir Sudanlı görürseniz onun bir Arap kabilesine ait olduğunu ve onlardan başka kimsenin entari üstüne yelek giyme tercihi olmadığını eklemeliyim.
Ülkedeki çoğu üniversite üç yıldır eğitim vermekte zorlanıyor ve öğrenciler hayli zamandır mezun olamıyor. Covid-19, darbe ve uluslararası izolasyon etkisi ile ülkede gelişim neredeyse durmuş.
Bütün bu zorluklar, ülkenin karakterini tanımaya başlayınca keşfedilen hoşgörü ve derinliği daha da etkileyici kılıyor. Yüzeyde görünenin altında zengin bir kültür ve dost canlısı bir toplum yatıyor.
Sudan dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış Nübye (veya Nubiya) topraklarını içeriyor. Nübye'nin tarihi Antik Mısır tarihi ile harmanlanmış, birçok antik krallık ve imparatorluğun izinin kaldığı bir bölge. Bu tarihin en büyük göstergesi, Mısır piramitleri kadar eski olan, antik Meroe şehrinin kalıntılarında bulunan yüzlerce piramit. Bu piramitler çok daha küçük olmakla beraber, sayıca daha fazla ve Mısır'da olduğu gibi, kraliyet ailelerine mezar olarak inşa edilmiş.
Nübye aynı zamanda bu bölgeden gelen, ülkedeki en büyük etnik gruplardan birinin de adı. Ailesi Nübyeli olan rehberimiz gururla, dillerinin hiyerogliflere dayandığını ve büyük dedelerinin hiyeratik yazıları okuyabildiğini belirterek, geçmişe dayalı köprü rolünü canlı bir şekilde kanıtladı.
Ev sahipliği yaptığı medeniyetlerce Afrika'nın can damarı ve tüm yaşamın kaynağı olarak bilinen Nil nehrinin iki ana kolu olan Beyaz Nil ve Mavi Nil, başkent Hartum'da buluşuyor. Buluşma noktasındaki ayrı renkler ve akıntıların değişik hızları göz ile ayırt edilirken romantik bir doğa olayı izleniyor.
Çoğu Afrika ülkesinin doğal nimetleri olan bitmeyen savanalar, yaşam ağacı olarak da bilinen, kıtanın ünlü Baobab ağaçları ve zengin tarım bölgeleri Sudan'da da mevcut.
Başkent Hartum ise bir Osmanlı eseri. 1821 yılında Kavalalı İsmail Paşa tarafından kurulan şehir, hızla bir ticaret merkezi haline gelip, daha sonra Sudan'ın başkentine dönüşmüş. İlginç olan ülkenin en büyük şehri Omdurman ile adeta bitişik olması. Nil'in bir kıyısında Hartum karşı kıyısında Omdurman yer alıyor. Seçkinlerle diğerlerinin iki ayrı başkenti olarak...
Ev sahibimiz bizi Sufilerin gösteri yaptığı bir camiye götürüyor. Ülkedeki en büyük çatışma alanlarından biri olan Arap Sudanlılarla Afrikalı Sudanlıların kültürel farkını izliyoruz. Avluda, İslami bir mezceden ziyade İslam öncesi Afrika dans figürleriyle sürdürülen bir Sufi gösterisi izliyoruz.
Ülke özellikle Suudi Arabistan kaynakları ile yaptırılmış birçok modern ve farklı mimari stillerde minareleri olan çok yakın tarihlerde inşa edilmiş camiler görüyoruz.
Türkiye'nin ülkedeki etki alanı oldukça kuvvetli. Türkiye hatırı sayılır Sudanlı öğrenciye ev sahipliği yapıyor. Emperyal geçmişin anlatıları, fabrikalar, camiiler, satın aldığımız geniş tarım alanları Türkiye'yi geleceği Afrika'da arayan ülkeler arasına sokmuş. Tabii Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler bu etki alanının büyük rakipleri.
Ülke içi zorluklar ve Ukrayna savaşının etkileri ile Sudan'ı zor günler bekliyor. Küresel gıda fiyatlarındaki artış özellikle büyük bir kaygı sebebi. Fakat binlerce yıldır burada varlıklarını gösterebilen ve günümüz kültürlerinde hâlâ bu tarihin belirtilerini hissettirebilen bir halkın modern dünya tarafından yeniden keşif edilmesi çok uzak görünmüyor.