Dün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ydü. Olur olmaz her yerden bir sürü kutlama mesajı geldi, sanki kadınlara ve kadın haklarına çok önem veren bir ülkeymişiz gibi resmi ağızlardan günün anlam ve önemini belirten hamasi sözler döküldü. Kadını göstermelik olarak el üstünde tutan bu gizli maço zihniyete, iki kadının hikâyesini anlatmak istiyorum bugün.
Aslında Türkiyeli binlerce kadının hikâyesini anlatmak istiyorum bu bıyıklı devlet erkânı ve bürokrasi tacirlerine, ama gelin görün ki yerim kısıtlı. Yoksa sabrım bitmez, Uludere’de evlatlarını Devlet katliamında kaybeden, Pozantı’da çocukları taciz ve tecavüze uğramış anaları, son 40 yılda oğullarını bu kirli savaşa kurban vermiş bağrı yanık asker analarını, kızları töre ya da öfkeli koca cinayetinde öldürülmüş mağdur anaları, her askeri operasyonda dağdaki evladının ölüm haberini alacak diye kalbi kuş gibi çırpınan gerilla analarını, sadece geçtiğimiz Şubat ayında öldürülen 24 masum kadının analarını… Anaları, çileli kadınlarımızı anlatmak için ne sözüm biter, ne de sabrım!
Ama bugün başka iki kadını anlatacağım. Haksız yere adaletin pençesinde yıllardır kıvrandırılan, özgürlükleri hoyrat bir siyasi hesapla ellerinden alınmış iki güzel, iki değerli kadını anlatacağım.
Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın adını duymuşsunuzdur. Hani 128 gündür Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde tutulan, iddianame henüz yazılmadığı için tutuklamaya gerekçe yapılan dayanakların henüz bilinemediği, Marmara Üniversitesi Siyaset bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan hocaların hocası.
Tutuklanmasına gerekçe BDP Siyaset Akademisi’nde ders vermesiydi, ancak tutuklandıktan sonra ne bizzat İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “1980 öncesi komünizan faaliyetlerde” olduğunu söylemesi kaldı, ne eşinin Yahudi, ne de eski eniştesinin Doğu Perinçek olduğu. Bunca zaman böğürlerde saklanmış bütün intikam naraları bir anda dökülüverdi Büşra Ersanlı’nın üstüne. Sanki eşinin Yahudi olması ya da eski eniştesinin kimliği onu suçlu kılmaya yetmeliymiş gibi!
Delil ve suçlamanın ne olduğu bilinmiyor, şiddet karşıtı bir öğretim üyesi nasıl “terör suçlusu” ilan edilebildi bilinmiyor, suçu ispatlanmadığı halde nasıl hükümet yetkililerinin çıkıp da kendisi hakkında yekten “terörist”mişcesine bahsedebildiği bilinmiyor, bunun “adil yargılanmayı etkilemek” suçu olması gerekirken nasıl olup da bu yetkililer hakkında hiçbir işlem yapılmadığı ise hiç bilinmiyor!
Bizzat bu ülkenin İçişleri Bakanı Büşra Ersanlı’nın geçmişine gönderme yaparak “aslında o bir potansiyel suçluydu” dercesine işlemekte olan yargı sürecine bal gibi müdahil olduğunda kimse sesini çıkarmıyor! Ancak İçişleri Bakanı’nın muhtemelen bilmediği bir gerçek var: Bugün “terörist” yaftasıyla hapse atılan Büşra Ersanlı, öncelikli kimliği akademisyenlik olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından Beykent Üniversitesi’nde ders vermek için bizzat davet edilmiş bir öğretim üyesidir.
Büşra Ersanlı “2 yarıyıl Beykent’te sadece Ahmet Hoca’ya duyduğu sevgi ve saygı nedeniyle ders verdiğini” ifade ediyor T24’e verdiği röportajda. Buyrun bakalım! “Bir terör suçlusuyla yakın ilişkili” bu durum İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in nezdinde Sayın Dışişleri Bakanını da “teröre yataklık” suçlusu yapar mı acaba?
Bugün size anlatacağım ikinci kadın bu toprakların yetiştirmiş olduğu en iyi sosyologlardan ve yüreği en güzel insanlardan biri: Pınar Selek. Hani 14 yıldır Devletin adalet mekanizmasının, kendisine her türlü işkenceyi yapmaktan vazgeçmediği yazar ve araştırmacı. Pınar Selek’e destek için kurulan “Hâlâ Tanığız Platformu” dün bir açıklama yayınladı. Kısaca şöyle diyorlar:
Sosyolog-yazar Pınar Selek’in üç kez beraat ettiği Mısır Çarşısı davası ile birleşen diğer davalardaki usul eksikliklerinin tamamlanmasına ilişkin yargılama, 7 Mart 2012 Çarşamba günü Beşiktaş Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Pınar Selek, Mısır Çarşısı ile ilgili davada 3 kez beraat etmiş olmasına karşın savcılığın halen bu aşamada yeni mütalaa vererek ağırlaştırılmış müebbet hapis istemesi büyük şaşkınlık yarattı. “Yok hükmünde”ki bu mütalaa sonrası diğer sanıklarla ilgili ifade ve savunmaların tamamlanması için duruşma 1 Ağustos 2012 tarihine ertelendi.
3. Beraat kararı sonrası artık Yargıtay Ceza Kurulunda görüşülecek olan Mısır Çarşısı dosyası ile ilgili mütalaa verilmesi hukuksuzluğun devam ettiğinin önemli bir göstergesi oldu. Oysaki Mısır Çarşısı davasında Pınar Selek hakkında verilen beraat kararında mahkeme daha önce direnme kararı verdiği için, zaten karara çıkmış olan ve mahkemenin el çekmiş olduğu bu dosyada savcılığın mütalaa vermesi hukuken mümkün değildir. Bu anlamda savcılığın verdiği mütalaa yok hükmündedir.
Görüyorsunuz değil mi? Tam üç kez beraat etmiş bir barış gönüllüsü için savcı hukuka tamamen aykırı şekilde “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezası isteyebiliyor. Delil yok, üç kez beraat var ama Savcı ısrarlı, illa ki Pınar Selek’i hapse attıracak. Neden peki? Çünkü Türkiye’de davalar artık hukuki değil siyasi! Çünkü Başbakan’ın temenni ettiği “kinine sahip çıkan gençlik” çoktan yetişmiş ve hukuk mekanizmasını ele geçirmiş. Devletin bekasına tehdit olarak algılanan insanlar sırf siyasi duruşları ve ideolojik aidiyetleri sebebiyle hukuk dışı yollarla, bizzat adalet dağıtması gerekenlerce saf dışı bırakılıyor.
“Bunca hukuksuzluk göz göre göre nasıl olabiliyor peki?” derseniz, burası Türkiye, kanun çok ama adalet yok, derim size. Büşra Ersanlı ve Pınar Selek cesur siyasi duruşlarının bedelini ödüyor yıllardır. “Ellerinin hamuruyla erkek işine” karışmalarının, memleketin sorunlarını kendine dert bellemelerinin, barış için çalışmalarının bedelini ödüyor. En kötüsü de bu galiba; barış için yıllarını vermiş, her türlü şiddete karşı kendini siper etmişken “terör suçlusu” ilan edilmek…
Dövülen, öldüren, evlattan dahi sayılmayan, başlık parası için sevmediği adamlara satılıp çocuk gelin olan, tecavüz edilen, metalaştırılan, hapse tıkılan.. “Sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen” kadınlarımız…
Onlardan sadece ikisinin hikâyesini anlattım bugün size…