Son günlerde hızlı ve yoğun bir yargılama süreci yaşıyoruz. Balyoz, Ergenekon, 12 Eylül derken sıra 28 Şubatçıların yargılanmasına geldi. Hemen söyleyeyim, bu durumu son derece önemsiyorum ve Türkiye adına çok hayırlı bir süreç olacağına inanıyorum. Bundan sonra asker de bilecek ki Devletin sahibi halktır ve “halka rağmen halk için” darbe yapmanın devri kapanmıştır.
Ancak 28 Şubat olayının öncekilerden şekil itibariyle biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat için “post-modern darbe” terimi kullanılıyor; ön saflarda siviller var, ama gerilerde bu sivilleri kukla gibi kullanmış olan askerler. Post-modern tanımının kendisi de bizzat MGK tarafından kullanılmış o dönemde. Yani kendi yaptıkları darbenin niteliğini de kendileri koymuşlar.
28 Şubat darbesini örgütleyenleri yargı önüne çıkarmak iyi hoş da, sadece işin hukuk kısmıyla yetinmek 28 Şubat’la hesaplaşmak anlamına gelmeyecektir. 28 Şubat’ın ortaya çıkmasına sebep olan zihniyet, ta kuruluşundan bu yana Cumhuriyet’e hâkim olan ve en vahşi tezahürünü de 12 Eylül darbesiyle göstermiş zihniyetin günümüze kadar ulaşan uzantısından başka bir şey değildir! Yani bu militer, otoriter, kendisini devletin sahibi sanan zihniyetle hesaplaşmadıkça 28 Şubat’la hesaplaşmış olmazsınız.
Bu nasıl olacak peki? Aklıma birkaç önemli adım geliyor. Örneğin öncelikle 12 Eylül darbecilerini yargıladığınız bu dönemde, darbecilerin sistemi üzerinde oturduğunuzun bilincine varıp şu 12 Eylül Anayasası’nı mutlak surette değiştirmek gerek. 10 yıldır iktidarda olup Meclis’teki çoğunluğu elinde tutan AK Partinin bunu şimdiye kadar yapmamış olması, ayıp olmanın ötesinde mânidardır da aynı zamanda. Çünkü 12 Eylül cuntası bütün iktidarı tek bir merkezde toplamaya yönelik önlemler almış, bu şekilde askerleri memleketin en yetkili mercii kılmıştır.
AK Parti’nin son dönemlerde gözlemlenen otoriter ve tek adamcı tutumu, 12 Eylül darbecilerinin ilk dönemlerini hatırlatmaktadır. Öyle ya, bütün iktidarı ve karar yetisini tek başına elinde tutmak, astığı astık kestiği kestik olmak çok cazip bir yönetim tarzıdır ancak demokrasilerde yeri yoktur! (İktidar bozar-Mutlak iktidar mutlaka bozar !) Bütün muhaliflerin bir şekilde bertaraf edilmesi, susturulması, cezaevlerinde bu kadar çok sayıda gazeteci, öğretim üyesi, Kürt ve solcu siyasetçi ve öğrencinin bulunması, AK Partinin 12 Eylül cuntacılarının boşalttığı koltuğa seve seve oturduğu izlenimini vermektedir.
28 Şubat’la hesaplaşmak, 12 Eylül Anayasası’nı kaldırıp yerine tamamen sivil, katılımcı ve çok kültürlü bir Anayasa yapmakla da bitmez. 12 Eylül’ün yerleştirdiği ve ne yazık ki toplumun her seviyesinde, her hücreye kadar sinmiş, toplumsal olarak son derece içselleştirilmiş bu zihniyeti, bütün kurum ve birimleriyle silip atmamız gereklidir. Bu anlamda işimiz çok zor olacaktır zira bu süreç bir azı dişi çeker gibi, ete yapışmış, onu kavramış bir çürümüşlükten kurtulmanın sancısını da getirecektir beraberinde.
Ancak özellikle her tür bürokrasiye yerleşmiş olan bu otoriter zihniyetten kurtulmadıkça gerçek anlamda ilerleme sağlamak mümkün olmaz. 28 Şubat, böyle bir zihniyetin tezahürüdür çünkü. Her zaman için belli bir kesim vatandaşını tehdit olarak algılamış, onları birbirlerine karşı kışkırtacak ideolojik aygıtları ve 28 Şubat döneminde de özellikle medyayı bu amaçla kullanmış bir zihniyetin ta kendisidir. Ve aslında bu özellikleriyle, yani halkın belli kesimlerini birbirine düşman ettiği için, asıl kendisi bölücüdür. Bu yüzden başta kendisini devletin sahibi, halkı ise köle veya yola getirilmesi gereken kitleler olarak algılayan yargı bürokrasisi olmak üzere, bu hantal yapıdan bir an önce kurtulup özgürlükçü ve demokrat bir kültürü yerleştirmemiz gerekmektedir.
Çok partili döneme geçildiğinden beri farklı tarihlerde Devlet’in hedefine alınan ve işkence gören, mağdur edilen, hayatı karartılan gayrimüslimler, dindarlar, Kürtler, 12 Eylül ve onun zihniyetinin uzantısı olan 28 Şubat’tan en çok zarar görmüş kesimlerdir. Bunların yanı sıra bütün Cumhuriyet tarihi boyunca sosyalistler ve komünistler vatan haini gösterilerek her ağızlarını açtıklarında hayatları karartılmış, sürgüne ve işkenceye uğramış, zindanlarda yok olup gitmişlerdir. Bu durumdan bütün dünyanın önünde saygıyla eğildiği Nazım Hikmet başta olmak üzere birçok sanatçı, yazar ve bilim insanı da nasibini almıştır maalesef.
İşte bu yüzden 28 Şubat sadece Çevik Bir ya da ekibinin yargılanmasıyla hallolunamayacak kadar büyük bir davadır. Sadece örgütleyen ekibi yargı önüne çıkarmakla hesaplaşılamayacak kadar derin ve köklü bir geçmişin son aşamasıdır ve darbeye destek veren medyası, gazetecileri, işadamları, akademisyenleri, sivil birimleriyle bu ülkenin siyaset üstü sorunlarından biridir. 12 Eylül darbesinin yarattığı korku ortamı bugün hâlâ iktidar partisi tarafından yargı ve emniyet yoluyla kullanılıyorsa, bu durumda o zihniyetin 28 Şubat’ta da kendini göstermiş olan bir devamlılık projesi olduğunu unutmamamız gerekir.
Bugün eğer Kürt sorunu hâlâ güvenlikçi bir zihniyetten çıkarılmadıysa, hâlâ Kürtlere demokratik haklar verilmesi sorun olabiliyorsa, ucundan bile olsa Kürt siyasi hareketine destek veren herkes kendini asılsız suçlamalarla cezaevinde buluyorsa, bugün eğer öğrenciler şiddete başvurmaksızın protesto eylemine katıldı ya da slogan attı diye, yani hukukta “ifade özgürlüğü” kapsamına giren eylemleri yüzünden yaka paça alınıp yıllarca hapislerde çürütülüyorsa, toplu gösteri yapan öğretmenlerin üzerine acımasızca biber gazı ve tazyikli su sıkılıyorsa ve başta iktidar sahipleri olmak üzere, bir kesim halk da polisin bu baskıcı ve saldırgan tutumunu onaylayabiliyorsa, 12 Eylül zihniyeti hâlâ sapasağlam ayakta duruyor demektir. Bütün bunları değiştirip demokratik bir düzen getirmeden, bu zihniyeti her fırsatta kullanıp, bu zihniyetin ürünü sistemin üzerinden Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’yı yargılamak, 28 Şubat’çıları hâkim karşısına çıkarmak, sadece bu kadrolardan intikam almanın ötesine geçemeyecektir.