Taraf gazetesinin “zamansız” “Süleyman Şah Türbesi haberi” bir anda her şeyin önüne geçiverdi.
Alman istihbaratının Türkiye’yi dinlediğinin ortaya çıkmasından sonra mağdur olmamıza rağmen yaşadığımız manidar çekingenliği sorgulamaya, Mahsum Korkmaz heykelinin yıkılmasının barış sürecine “katkısı”nı tartışmaya ve Hayrünnisa Gül’ün ayakta alkışlanacak “intifada” çağrısı için ısınma hareketlerine, düz koşulara başlamaya hazırlanırken IŞİD’in rehin aldığı 49 kişinin nihayet kurtarılma ihtimali doğduğunu öğrendik.
Tabii bir şartla... Taraf gazetesinin iddiasına göre bu koşul, Süleyman Şah Türbesi’nin IŞİD’e verilmesi…
Türkiye’nin Musul’daki topraklarının, yani konsolosluğunun, zaten uzun zamandır rehinelerle birlikte IŞİD’in elinde olduğunu düşününce böyle bir “takas”ın söz konusu olamayacağına kanaat getirmek oldukça zor.
Siyasi iktidarın, bu ülkenin işgal altındaki topraklarını ve o topraklardaki insanlarını geri alma konusundaki beceriksizliği ortadayken, yani bir anlamda ülke olarak IŞİD’e rehin olmuşken her türlü ihtimal masadaki yerini koruyor.
Üstelik, Süleyman Şah Türbesi’nin bombalanmasının teklif edildiği ses kayıtları, aynı toprak parçası hakkında benzer bir “fedakarlık”ın düşünülmüş olma ihtimalini epey kuvvetlendiriyor…
Yine de bu habere bugün Dışişleri’nden yalanlama geldi…
Tersi de beklenmiyordu zaten. Devlette sonuna kadar inkar esastır ve ne yazık ki artık, eski devlet alışkanlıklarının tümü AKP’nin hücrelerine kadar işlemiştir.
Bu rutin yalanlamaların daha ikna edici olması adına aslında Dışişleri’nin yapması gereken şey işin doğrusunu anlatmak…
Buna çok yanaşmıyor yetkililer.
Yakınları Musul’da rehin tutulan insanlara bile gerçekleri veya yaşanan gelişmeleri açıklama zahmetine girmiyorlar.
“Haber yalan!”
Peki bu işin doğrusu ne?
Üç aydır IŞİD’in elinden kurtarılamayan 49 insanın durumları nasıl, kurtarılma ihtimalleri var mı?
Nasıl kurtarılacaklar? Kurtarılacaklar mı?
Tüm bunlara, “Siz karışmayın, konuşmayın, biz hallederiz” diyorlar…
Ama halledemiyorlar…
Dışişleri’nden yapılan açıklamada haberin bir sorumsuzluk örneği olduğunun söylenmesi de ilginç çünkü sorumluluktan bahsedeceksek 49 insanın hayatlarının sorumluluğuyla ilgili de birkaç laf etmek gerekir.
Bu felaketin bir numaralı sorumlusu ülkenin başbakanlık koltuğuna oturmaya hazırlanırken, IŞİD’in önlenemeyen ilerleyişine rağmen o konsolosluğun neden boşaltılmadığını sormak bu toplumun hakkı.
Böyle “hadsiz” sorular soran olursa, konuyu kapatması için Süleyman Şah Türbesi’ni, hem de içindeki askerlerle birlikte vermeyi bile teklif ederler herhalde.
Haberin doğru olup olmadığını zaman gösterecek…
Türkiye’nin, doğumunda ve gelişmesinde önemli katkıları olduğu IŞİD gibi bir terör örgütünün elinde oyuncağa dönmesinin ardındaki nedenlerin ne olduğunu bizlere göstereceği gibi…
Bizim bunları görmek için zamana ihtiyacımız var ama Almanlar çoktan o nedenleri öğrenmişler bile.
Konuyu her gün parça parça gündeme sokuyorlar.
Der Spiegel’in, Alman istihbaratının Türkiye’yi dinlediğini ortaya çıkarmasından sonra sertleşen Türkiye değil Almanya oldu.
Hiç geri adım atmadan NATO müttefiklerini dinlemeleri için haklı gerekçeleri olduğunu vurgulayan açıklamalar yaparak, “Türkiye’nin dinlenmesi gerekiyordu” diyorlar.
Neden dinlenmesi gerektiğini şimdilik söylemiyorlar ama Türkiye’nin son beş yıldaki bütün ilişkilerinden haberdar olduklarını ima ediyorlar.
Bunların içinde, çok büyük ihtimalle IŞİD’le olan ilişkilerimiz de var.
Her an onları da bir Alman gazetesinde okuyabiliriz.
IŞİD’e Musul Konsolosluğu’yla Süleyman Şah Türbesi’ni vermeye razı olanlar, susmaları için Almanlara ne verecekler peki?
Topkapı Sarayı’nı mı?