28 Mart 2014

Savaş ve seçim

Yaşadığımız garip günlerin akılda kalacak şaşkınlıklarından biri de, bir CHP liderinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yaptığı “siyasetten uzak dur” uyarısı ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de “bizi siyasete çekmeye çalışıyorlar” diyerek “isyan etmesi” olacaktır sanırım.

Yaşadığımız garip günlerin akılda kalacak şaşkınlıklarından biri de, bir CHP liderinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yaptığı “siyasetten uzak dur” uyarısı ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de “bizi siyasete çekmeye çalışıyorlar” diyerek “isyan etmesi” olacaktır sanırım.

Üstelik CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun orduyu uyaran sözlerini birçok gazeteyle beraber Cumhuriyet gazetesinin de manşetinde okumak işi daha da “eğlenceli” hale getirdi.

Yaşadığımız kâbusu biraz olsun unutturan ve gelecek için az da olsa umutlanmamızı sağlayan bu tip küçük eğlenceliklerle nefes almaya çabalarken Deniz Baykal’a düzenlenen komplonun arkasından da Başbakan’ın çıkması eğlenceyi yarıda kesti.

Her ne kadar Başbakan, “Ben kaldırttım, o nedenle ben koydurmuş olamam” gibi insanı “çaresiz bırakan” bir savunma yapsa da; Baykal’ın kaydının hangi sitelerde yayınlandığı, kimin bilgisayarından ele geçirildiği, operasyonun sonunda en çok kimin bu işten karlı çıktığı ve Başbakan’ın bu suçlamalara karşı bir türlü hukuku harekete geçirmediği ortadayken dünyanın hayretle izlediği bir “yalan makinası”nın düz mantığına ikna olmak zorlaşıyor. 

Bir gün, Deniz Baykal’ın CHP liderliğini bırakmasına yol açan operasyonun arkasından iddia edildiği gibi Başbakan’ın olduğu resmen kanıtlanırsa buna en “kullanışlı aptallar” bile şaşırmayacaktır.

Başbakan’ın geldiği hal ne yazık ki budur.

Başbakan’ın her şeyi yapabileceğini artık kefen giyen taraftarları bile biliyor. Onaylıyorlar veya aldırmıyorlar ama şunu çok iyi biliyorlar: “Bizim Başbakan gerekirse insanların özel hayatlarını da kasete aldırır ve bunu yayınlatır. Gerekirse çocukları öldürtür, üstüne o çocukların annesini meydanlarda yuhalatır, gerekirse insanların üstüne bomba yağdırtır. Gazetelere haber yazdırır, gazetecileri kovdurur, medya havuzları kurar, kupon arazilerden komisyon alır. Her şey beklenir bizim Başbakan’dan. İleri demokrasi diye bağırarak diktatörlüğünü kurar. Ne hukuk dinler ne adalet.”

Muhtemelen sonunda bir “Helal olsun!” çekiyorlardır ama en azından kimden ne beklemeleri gerektiğini biliyorlar.

Artık Pazar günkü seçimlere kadar “Baykal komplosu” konuşulur derken birden dün öğle saatlerinde bir başka ses kaydı düştü internete.

Deniz Baykal konusunu gölgede bırakmaz fakat çok daha geniş bir kitleden tepki alacağı kesin.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun konuşmaları, ülkeyi bir savaşa sokmanın peşindeki insanların zorbalığını bir defa daha iliklerimize kadar hissettirdi bizlere.

Nasıl savaş çıkartabiliriz diye düşünüp duruyorlar… Aceleleri ve “uzun vadede çözmeleri gereken işleri” var.

Hatta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun söylediğine bakarsak, “Başbakan da telefonda bu gerektiğinde bir imkan gibi de değerlendirilmeli bu konjonktürde” demiş Süleyman Şah Türbesi’ne yapılması planlanan saldırı için.

Aslında kayıtlara göre çoktan karar vermişler fakat her kafadan bir ses çıkması ve Davutoğlu’nun da itiraf ettiği gibi devlet aygıtının çalışmaması nedeniyle bir türlü başaramamışlar kanlı macerayı başlatmayı.

Bir de çıkartılacak savaşın gerekçesiyle ilgili ufak pürüzleri gidermeye çalışıyorlar.

Kayıtlarda, bu ufak pürüzle ilgili “iç rahatlatıcı” çözüm, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dan geliyor: “Problem değil o. Gerekçe üretilir.”

17 Aralık’tan sonra ortalığı hallaç pamuğu gibi atmalarına rağmen belli ki bu hafta başında gerçekleşen bir görüşmenin dinlenmesini bile engelleyemeyen MİT Müsteşarı Hakan Fidan aslında haklı, nasılsa bir gerekçe bulunur. Ne gerekçeler duydu bu kulaklar; montajdan zamanlamanın manidarlığına, sahaya yansımamalardan milli iradeye kadar…

İnsan, Türk askerlerinin bulunduğu bir türbeye adamlarını saldırtmayı içine sindirdikten sonra günahlarını örtecek, bir neden bekleyenleri ikna edecek bir gerekçe nasılsa bulur.

Bizim yöneticilerimiz için iş değil gerekçe bulmak.

Aktütün baskınını hatırlarsınız.

Şimdilerde kahramanlar gibi ortalıkta dolaşan paşaların her zamanki kanlı oyunlarından biri yaşanmıştı Aktütün’de. Çok sayıda insan ölmüştü o karakol baskınında.

Kayıtlara göre MİT Müsteşarı’nın aklında da Süleyman Şah Türbesi’yle ilgili Aktütün baskınına benzer bir plan var. Üstelik “Süleyman Şah operasyonu”na bile gerek yokmuş, aslında bugüne kadar çok geç kalmışız Suriye ile savaşa girmek için.

Bir orgeneralin Suriye’ye nota verildiğinden habersiz olması ya da “Barış Süreci”nin mimarlarından olduğu söylenen Fidan’ın, “Akşama kırmızı et mi yesem yoksa beyaz etten vazgeçmesem mi?” rahatlığında savaş planları yapması, insanları savaşa ikna etme gerekçeleri bulmak için kendini “parçalaması” dinleyenlere “ne oluyoruz” dedirtiyor...

Fakat ses kaydını dinledikçe özellikle konumu gereği “elalem ne der” kaygısıyla işlerin ağırdan alınmasından memnun olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, “Devletin enstrümanları çalışmıyor. Şu anda devlet düzgün karar alabilen birkaç birimin ve birkaç kişinin üzerinden yürüyor” sözlerinden sonra Başbakan’ın devleti ne hale getirdiğini kendisine en yakın isimlerden birinden duymak aslında “ne olduğunu” açıkça anlatıyor.

Başbakan devleti bitirdi. Devlet yürümüyor.

Devlet denilen şey nihayetinde bir örgütlenmedir ve bu “birkaç kişiyle” yürümez.

O “birkaç kişi” dünyanın en akıllı, en demokratik, en adaletli, en komik, en sempatik, en yakışıklı, en güzel, en güçlü, en zeki, en zarif, en kibar, en dürüst insanları olsa bile yürümez.

Pazar günü bu ülke bir karar verecek.

Belediye seçimlerini bir ülkenin kaderi haline getirmek de ancak bize yakışırdı. Ama öyle veya böyle işler bu noktaya geldi.

Artık tercih zamanı.

Ya taraftarlarının bile kendisinden her şeyi beklediği, etrafına topladığı insanların savaş peşinde koştuğu garip bir adamın ülkeyi yürüyemeyecek hale getirmesini ve ardından da yok etmesini izlemeye devam edeceğiz ya da bu diktatöre işlerin o kadar da kolay olmadığını göstereceğiz.

Ya bu ülke Recep Tayyip Erdoğan için feda edilecek ya da bu zorbalığa bir son verip yaralarımızı sarmaya başlayacağız.

Üçüncü bir yol gözükmüyor…

Yazarın Diğer Yazıları

Hayaller duşakabin

Bu saçma sapan hayalin toslayıp paramparça olacağı duvara fazla bir şey kalmadı…

"Ay resmen evrim"

Mizahtan korkanların çaresiz vahşetleri bunu durdurmaya yetmez…

Reddedildi

Bana kalırsa bunların para sayma makinasından çok hesap makinasına ihtiyaçları var…

"
"