Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan üzerinden devam eden tartışmalar sırasında Türkiye’de medyanın aslında ne hale geldiğini yeniden ortaya koyan dehşet verici bir gelişme yaşandı.
Today’s Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş, artık baskılardan bunaldıklarını belirterek bu işin sonunda öldürülmek de var dedi: “Hrant Dink’in dönemin güç odaklarına yakın medya tarafından düzenlenen ve son dönemde bize yönelik olana benzer kampanyalar neticesinde öldürüldüğü akıllarda tutulacak olursa, bu işin nereye varabileceğine dair ciddi endişelenmek gerekir.”
Keneş yazısında gittikçe artan baskıların nasıl ‘örgütlendiğini’ de anlatıyor: “AKP’nin kamu bütçesinden ödediği maaşlarla birer ‘lejyoner’ gibi istihdam ettiği danışmanlar ordusunun yönetiminde örgütlenen binlerce insan, ben bunlara sanal milis diyorum, sosyal medyanın her türlü kanalından üzerimize saldırtıldı.”
Tabii sadece sosyal medyanın her türlü kanalından saldırılar olmadı, Başbakan’ın danışmanları gazete köşelerine yerleştirdikleri karanlık kalemlerle de baskıyı artırdı.
Uzun zamandır muhalif basına karşı danışmanıyla, yazarıyla, “sanal milisiyle” devam eden topyekun savaşta iktidar artık kendinden gördüklerine bile ölüm korkusu salacak hale geldi.
Bir gazetecinin, üstelik her şeye rağmen genelde hükümetle “ters düşmemeyi” tercih eden bir gazetede “bakın beni de öldürebilirler” diye yazı yazması durumun kontrolden çıktığını gösteriyor.
“Yeni medya düzenine uymadığı” için Today’s Zaman üzerindeki baskıların dayanılmaz hale geldiğini anlatan Keneş’in, “TSK’nın yerine MİT geçiyor” iddiası hükümet ve medya arasındaki “savaşın” ipuçlarını da veriyor.
Daha önce de Taraf Gazetesi, fişlenmelerle ilgili olarak “Muhaberat Devleti” manşetini atmıştı.
Hrant Dink’in öldürülmeden önce yazdığı son yazıyı hatırlayanlar, bu ülkede bir gazetecinin “öldürülmekten” söz etmesinin öyle geçiştirilecek bir konu olmadığını da kavrarlar.
Sadece Dink mi? Daha birkaç ay önce bu ülkenin sokaklarında insanlar sopalarla dövülerek öldürüldü.
Bir korku ve baskı havası yayılıyor, bu durumdan şikayetçi gözükmeyen iktidar aksine sanki bundan memnun. Korkutmak, korkutabilmek anlaşılan onlara güçlülük duygusu veriyor.
Gücü neden baskıda ve korkutmakta arıyorlar, neden bu ülkenin barış ve huzur içinde olmasının onları güçsüz kılacağına inanıyorlar? Niye sürekli bir savaş halindeler, neden “kendilerinden olmayan” herkesi tehdit ediyorlar, neden medyada “muhafız taburları” oluşturuyorlar, neden her övgünün bir ödülü, her eleştirinin bir cezası oluyor?
“Başıma bir iş gelir” korkusunun yalnızca gazetecilerde ya da muhaliflerde değil bu işlerle ilgisi olmayan insanlarda bile yaygınlaşmasının bir toplumu nasıl zehirlediğini fark edemeyecek kadar gözlerini karartan ne?
Korkutmaktan böylesine medet ummaları için çok korkuyor olmaları lazım.
Korkuyorlar, bunu görüyoruz ama neden korktuklarını anlamıyoruz.
Biz bu insanları, çok ciddi “darbe” tehlikelerinin olduğu, darbe girişimlerinin hazırlandığı 2004’de de gördük, tehlike ciddiydi ama bugünkü iktidar o gün soğukkanlı ve cesurdu, demokrasiye sonuna kadar sahip çıkıyordu, demokrasi ve hukuk için mücadele ediyordu.
Bugün her şeye hakimler, ciddi bir darbe tehlikesi yok ama korkuyorlar.
Neden korkuyorlar? O gün cesur olanlar bugün niye korkak, o gün baskıya karşı çıkanlar, bugün neden baskıcı?
O gün cesurdular, çünkü haklı olduklarını biliyorlardı.
Bugün korkaklar, çünkü haksız olduklarını biliyorlar.
Kürsülerde ne söylerlerse söylesinler, iktidar hırsıyla neler yaptıklarının bilincindeler, koskoca barış sürecini birkaç oy hesabı için çıkmaza soktuklarının farkındalar, yalan söylediklerini, her kutsal değeri iktidar hesabıyla kullandıklarını, toplumu böldüklerini, nefreti arttırdıklarını, imparatorluk hayalleriyle Türkiye’yi Suriye’de bir çıkmaza soktuklarını, ülkeyi bir yalnızlığa sürüklediklerini her gün her olayla bir kez daha görüyorlar.
Onları bizzat gerçeğin kendisi korkutuyor. Kendilerinin neye dönüştüğünü bilmek korkutuyor iktidardaki bu insanları.
Halkın onlara verdiği gücü halkın çıkarı için değil kendi çıkarları için kullandıkları gerçeğinin anlaşılmasından ödleri patlıyor, onun için korkutmaya, susturmaya, bastırmaya çabalıyorlar.
Bu yüzden medyadaki adamları her gün yalanlar yazıyor.
Demokrasiye doğru koşan bir ülkeydik, bugün gazetecilerin “öldürülmekten” korktukları bir ülke olduk.
Ülkeyi bu hale getirenler korkmaz mı?
Eğer bu iktidar yeniden demokrasiyi “keşfetmezse”, yeniden hukuka, adalete, özgürlüğe sahip çıkmazsa, barışa yürümezse, kavganın değil huzurun temsilcisi olmaya adaylığını koymazsa bu korku sürer gider.
Korkarlar, korkuturlar.
Sonunda giderler, işledikleri suçlar varsa hesabını yargıya verirler ama olan bu ülkenin zamanına olur, yıllarımızı kaybederiz, bedeli hepimiz için ağır olur.
Bu bedeli ödemek istiyor musunuz?