Şöyle soralım; devlet tarafından insanların bombalanarak öldürüldüğü Roboski katliamı, AKP’nin askeri vesayeti kontrolü altına aldığı dönemde değil de askerin o en kudretli zamanlarında yaşansaydı…
Şimdilerde, Başbakanları hesap vermek zorunda kalacağı için bu acıyı görmezden gelmeyi tercih eden, “Uludere, hükümete karşı komploydu zaten” diye geçiştiren AKP demokratları (artık rahatlıkla AKP bürokratları da denilebilir ya da medyanın bürokrat kalemleri) gene bu kadar vicdansız, dolayısıyla bu kadar ahlaksız olacaklar mıydı?
Sanmıyorum. Tam tersine, yine birilerinin arkasına saklanarak da olsa askeri eleştiren en sert yazıları yazacak, askerin sorumluluğunu kanıtlamak için didinecek, adalet tecelli etmedikçe de isyanlarını bastıramayacaklardı.
“Bölücü”, “terör örgütü sempatizanı”, “Türk düşmanı” gibi yaftalamalara rağmen doğru bildiklerinden şaşmayacak, yaşanan katliamın hesabı sorulmadan rahat etmeyeceklerdi.
Ne mesleklerine, ne insanlıklarına, ne de kendilerine ihanet edeceklerdi.
25 askerin öldüğü Afyon’daki cephanelik patlaması AKP döneminde değil de askeri vesayetin hüküm sürdüğü dönemde yaşansa ve sorumlular bulunmadan dosya kapansa, AKP demokratları şimdiki kadar umursamaz olabilecekler miydi?
Sanmıyorum. İşin aslını astarını ortaya çıkarmak için araştırmadıkları dosya, yazmadıkları yazı kalmayacaktı.
Gezi benzeri toplumsal bir olay, askeri vesayet döneminde patlak verseydi…
Aylarca yaşanan haklı isyanın taleplerini görmezden gelen, bu talepler uğruna Başbakan’ın emriyle öldürülen insanları bile karalamaya çalışan, bu talepleri küçümseyen AKP demokratları yine şimdiki kadar insafsız olabilecek miydi?
Yoksa demokrasinin güdüklüğünden, insan haklarının ayaklar altına alınmasından mı söz edeceklerdi?
Yoksa her gün polis şiddetini eleştirip Kemalist devletin diktatörlüğünden mi yakınacaklardı?
Karanlık bir sokakta kıstırılıp polisler ve “görevliler” tarafından sopalarla dövülerek hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz, “askeri vesayet” döneminde öldürülmüş olsaydı, bir zamanlar vicdanlı olan kalemler bugünkü gibi susacaklar mıydı?
Yine “hükümetin de bazı hataları oldu” gibi genel laflarla bu ölümü unutturmaya mı çalışacaklardı?
Yoksa bu “cinayetin” insafsızlığını, ahlaksızlığını, korkunçluğunu mu anlatacaklardı?
Unutulmuş bir mezrada askerin bombasıyla paramparça edilen Ceylan’ın hakkına o gün sahip çıkmış olanlar, Ceylan bugün öldürülmüş olsaydı yine aynı insani tepkileri verecekler miydi?
Yoksa o küçük kızın ölümünü, bugün yaptıkları gibi görmezden mi geleceklerdi?
O zaman asıl sorulara gelelim…
Bu “demokratları” Roboski’de yitirilen hayatların hesabını sormaktan vazgeçiren şey ne?
Ölümleri, “askerin öldürdükleri” ve “AKP iktidarının öldürdükleri” diye ayırmanın utancını kendilerine unutturan şey ne?
Askeri vesayet döneminde sahip oldukları o vicdan Ali İsmail’in ölümünde niye sustu, kalemlerindeki o adalet neden Gezi’de öldürülenler karşısında kör oldu, yüreklerindeki o cesaret neden görevliler tarafından işlenen her cinayetin üstünü örtmeye uğraşan çirkin bir korkaklığa dönüştü?
Askeri vesayet zamanında “kurbanların” hakkını arayanlar şimdi neden “katillerin” demokratlığını savunmak için çırpınıyor?
Onlar o zamanlar cinayetlere değil de sadece kendilerinden olmayan katillere mi karşıydılar, kendilerinden olan katillerin cinayetleri karşısında onun için mi bugün susuyorlar, onun için mi insanların ölümleriyle arsızca alay etmeye kalkıyorlar?
Ceylan’ın hakkına sahip çıkanlar, şimdi neden Gezi’de öldürülenlere sahip çıkanlara “ölüm üzerinden siyaset yapıyorsunuz” deme utanmazlığına sapacak kadar ahlaksızlaştı?
Öldürülenlerin hakkını savunmak “ölüm üzerinden siyaset” yapmaksa, neden o dönemde Ceylan’ın katillerinin bulunması için yazılar yazdılar?
Bu insanlar, ne zaman ve neden kurbanların yanından ayrılıp katillerin yanına geçtiler?
Bu değişimlerinin ödülü olduğu kadar vebalinin de olacağının farkında değiller mi?
Zamanında ateş püskürdükleri eski “tetikçilerin” yolundan ilerlemek çok mu akıllıca gözüküyor bugün onlara?
Her dönemde, her zaman demokrat olanlara utanmadan saldırıyorlar ama nedense bu konulara hiç değinmiyorlar, “büyük” değişimlerinden hiç söz etmiyorlar.
Utanmaları olmadığı gibi bu “basit” sorulara verebilecekleri cevapları da yok çünkü.
Sadece olmayan darbeye karşı yürüyüş yapmayı, önüne geleni darbecilikle suçlamayı, işlerine gelmeyen konularda laf dolaştırmayı, her gün köşelerinden insanları hedef göstermeyi, yalan söylemeyi, olayları çarpıtmayı, kurnazlığı ve bir de ikiyüzlülüğü biliyorlar artık.
Bu kadarı da yeni görevlerini yerine getirebilmeleri için yeterli oluyor zaten.