Her türlü kirliliğin üstünü örtmek için önüne geleni darbeci ilan edenlerin “korktukları şey” sonunda gerçekleşti.
Önceki gün, 25 Aralık 2013 tarihinde, Erdoğan Bayraktar’ın kolay kolay unutulmayacak istifasının yarattığı sarsıntı ülke genelinde hazmedilmeye çalışılırken, belki o “davetkar” istifanın iktidarda yarattığı paniğin de etkisiyle bir hükümet darbesi yaşandı.
Savcıların, yine birçok ünlü ismin ve bürokratın adının geçtiği yeni bir yolsuzluk operasyonu başlatmaları Başbakan’ın görevlendirdiği emniyet müdürleri tarafından engellendi.
Dün soruşturma dosyası elinden alınan savcı Muammer Akkaş’tan dinleyelim:
“Hem Başsavcılık üzerinden hem de yargılama kararlarını uygulama durumunda olan adli kolluk üzerinden yargıya açıkça baskı yapılmış ve mahkeme kararlarının uygulanması önlenmiştir. Mahkeme kararlarını uygulamayarak sıralı amirler suç işlemiştir. Şüphelilerin önlem alması, kaçması ve delil karartmasına imkan verilmiştir.”
Yani yargı, yürütme tarafından herkesin gözü önünde devredışı bırakıldı.
Yani devlet çöktü.
Yani önceki gün hükümet eliyle Türkiye’de bir darbe gerçekleştirildi.
Yani Erdoğan’ın Ortadoğu’nun yeni Esad’ı olmasına bir, hadi bilemediniz iki adım kaldı.
Fakat işte söz konusu darbe de olsa hükümetten gelince pek önemsenmiyor anlaşılan.
Varsın önemsenmesin. Önemi yok farz edilse de sonuçları mutlaka olacaktır.
Bu kadar hukuksuzluğu, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri görmediği hukuksuzluk kalmayan bu ülke bile kaldıramaz.
Devleti devlet yapan her şeyi iktidar hırsıyla alt üst etmenin hukuki bir karşılığı olacaktır elbet.
Kolluk güçlerinin yargı mensuplarının elini kolunu bağladığı bir sisteme demokrasi değil diktatörlük denir.
Evet, henüz Başbakan kimseleri sallandırmadığı için kendisine diktatör denmesini yadırgıyor ama kuvvetler ayrılığını yok etmekten, yargıyı yürütmenin baskısı altına sokmaktan çekinmiyor.
İkinci yolsuzluk operasyonunda adı geçen şüphelilerin işi ilk operasyondan çok daha farklı boyutlara taşıyacağı konuşuluyor.
Her şey gizlendiği için şimdilik konuyla ilgili ayrıntıları bilmek zor olsa da Başbakan’ın gazetecilerine söylediklerinden bu işin kendisine kadar varacağını öğreniyoruz.
Hedefte kendisinin olduğunu söylüyor Başbakan. Taraftarları ise “o giderse bu ülke batar, barış süreci de yok olur” diyor.
Zaten Başbakan’ın kendisi de önceki gün İl Başkanları Toplantısı’nda açık açık yolsuzluk operasyonlarının aslında barış sürecini önlemek olduğunu söyledi.
Ona göre yolsuzluk operasyonları barış sürecine bir darbe.
Başbakan ve yandaşlarına göre Başbakan'a yönelik her eleştiri aslında barış düşmanlığı ve vatan hainliği.
Vatan da, barış da bizzat Erdoğan’la özdeşleşmiş durumda.
Demokrasiyi çiğnediğinde, çocukları sokaklarda vurdurduğunda, kendi yarattığı denetimsizlik alanında
yolsuzluklar çığ gibi büyüdüğünde, hırsızlık alıp başını gittiğinde eğer bunları eleştirirsen, bunların düzeltilmesini istersen sen barış düşmanı ve vatan hainisin.
Ayakkabı kutularında milyonlarca dolar para saklayanlar, rüşvet alanlar, yolsuzluk yapanlar, hırsızlar ve onları alkışlayanlar ise vatansever “barış” yanlıları.
Yakında hırsızlık yapmayan herkesi vatan haini ilan edecekler galiba.
Bunlara göre demokrasiyi paramparça etmeden, hukuku çiğnemeden barış olmuyor.
Yolsuzluk yapanları koruyanlar, demokrasiyi bir araç olarak görenler, kendisini hukuktan üstün sayanlar, 34 insanın katillerini saklayanlar, Gezi’de insanları öldürtenler ve bu cinayetlere ses çıkarmayanlar bütün bunları barış için yapıyor anlaşılan.
Hukuka ve yargıya saygılı olurlarsa, hırsızlık yapmazlarsa, genç insanları öldürtmezlerse ve onların bu kirli işleri desteklenmezse barış da olmayacak onlara göre.
Polisteki “hırsızlık masasının” adını değiştirip “barış masası” yapsınlar bari.
Hırsızlığın böylesine övüldüğü, yüceltildiği, alkışlandığı bir başka dönem daha olmamıştır herhalde.
Devlet gazetelerinden maaş alanların aklı ve vizyonu çok açıldığı için onlar hırsızlığın vatana ve barışa faydasını çok net görebiliyorlar.
Bizim gibiler ise bu “gerçeği” bir türlü göremiyor.
Biz hala “hırsız hırsızdır kardeşim” düzeyindeyiz, ne vizyon var bizde, ne de alınan maaşlardan gözleri kamaştıran o parlak ışık.
Ne yazık ki hukuk da bizim gibi düşünüyor ve “hırsızlığın sadece hırsızlık” olduğunu söylüyor.
Zaten onun için “darbe” yaparak yargıyı boğuyor, öldürüyorlar.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar yalan söylerlerse söylesinler, ekranlara adamlarını su testisi gibi yanyana ne kadar dizerlerse dizsinler, “hırsızlığı” suç olmaktan çıkartamayacaklar.
Sadece hırsızlığın değil, o hırsızlık iddialarının soruşturulmasını engellemek için yaptıklarının da hesabını eninde sonunda yargıya verecekler.