Mike Pompeo geçen hafta İsrail’e beklenmedik bir ziyarette bulundu. ABD Dışişleri Bakanı'nın ziyaretlerinin her zaman dikkat çeken bir tarafı, bir haber değeri vardır. Ama bu ziyareti kimsenin yerinden hareket etmediği pandemi döneminde yapması, bu sekiz saatlik kısa ziyareti daha da ilgi çekici hâle getirdi. Hangi konu bu kadar acil olabilir? Hangi konu dünyanın bir ucundan Orta Doğu’ya uçmayı gerektirmiş olabilir? Kafaları kurcalayan ilk soru bu.
İsrail basınında bu ziyaretin başlıca sebebinin Ürdün vadisi ve Batı Şeria yerleşimleri ile ilgili süregelen ilhak tartışmaları nedeniyle olabileceği konuşuldu. Oysa Yüzyılın Anlaşması'na göre bölgenin haritalandırılması sürüyor, yakında bitmesi bekleniyor. Sırf bunun için bir ziyaret yapması çok da mantıklı olmazdı. Pompeo bu konuda biraz yavaşlamasını söylemek dışında İsrail ile aynı çizgide açıklamalar yapıyor. Anlaşmanın mimarı Kushner ise çok daha tedbirli. Koalisyon ortakları arasında da fark bulunuyor. Netanyahu’nun aksine Gantz ve Aşkenazi Filistinlilerle de görüşmeden yana.
500 günü aşan siyasi krizi sonlandırmak ve en nihayetinde bir hükümet kurmak üzere olan İsrail’in bu "başarısını" gözleriyle görmek istemiş olabilir diyeceğim gülümseyerek. Pompeo’nun ziyaret için seçtiği gün hükümetin yemin edip göreve başlayacağı gündü aslında. Ama Netanyahu’nun Gantz ile yaptığı koalisyon anlaşmasına göre istediği bakanlıkları alamayan Likud'luların memnuniyetsizliği üzerine, yemin töreni geçtiğimiz pazar gününe ertelendi.
Ziyaretin zamanlaması dikkat çekici kesinlikle. Bilmediğimiz bir diğer konu ise kimin kimi davet ettiği. Eğer İsrail ABD’yi davet ettiyse ana gündem maddesi İran; ABD İsrail’e gelmek istediyse, konuşmak istediği konu Çin’dir. Resmi olarak açıklanan gündem konuları ise İran ve Koronavirüs oldu.
İsrail davet ettiyse İran’ı konuşmak ister. İsrail’in varoluşsal tehdit olarak gördüğü İran’a yönelik silah ambargosu Ekim ayında sona erecek. Netanyahu bu konudaki endişesini ve İran’a yönelik maksimum baskı politikasından vazgeçilmemesi gerektiğini söylemiş olmalı. Bu konuda Trump yönetimiyle bir sıkıntı yaşamaması lazım çünkü daha yeni Amerikan dışişleri bakanlığı bir belge yayımlayarak ABD’nin İran tehdidi karşısında İsrail’in yanında yer aldığını vurguladı. Pompeo daha önceki demeçlerinde de ambargonun uzatılması veya BM’den yeni bir ambargonun çıkarılması isteğini belirtmişti. İsrail’in bu konudaki asıl korkusu Biden’in kazanması durumunda İran ile nükleer anlaşmaya geri dönülme olasılığı.
Son bir haftada İran-İsrail hattı bir hayli gergin. İsrail’in İran ile Suriye üzerinde sürdürdüğü savaş son zamanlarda siber alana da yayılmış durumda. Birbirlerinin sivil altyapısına yönelik siber saldırılar sürüyor. Bu konuda ABD’den destek istemiş olabilir. Belki de siber güvenlik kaygısı bu görüşmenin yüz yüze olmasının sebebidir. Öte yandan askeri güç yerine siber alana yönelmesi, İran’ın Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden tahminlerden daha çok etkilendiğini de düşündürüyor.
Eğer ABD ziyaret etmek istediyse ana gündemi Çin’dir. Tam kontrol edemedikleri, öngöremedikleri Çin’den dolayı bir korkunun varlığından bahsetsek yanlış olmaz sanırım. Her iki partinin de üzerinde anlaştığı bir tehdit bu. Hatta demokratlar Trump’ı Çin’e karşı yumuşak davranmakla suçluyor.
Çin aynı zamanda kullanışlı bir hedef. Trump Koronavirüs’e karşı başarısızlığını örtmek için Çin’i hedef alıyor. Seçimlere az kala, "Çin virüsü" diyerek halkın öfkesini kendinden uzaklaştırıyor. Seçimlerdeki rakibi Biden’in Ukrayna’dan sonra Çin bağlantıları olduğunu öne sürerek puan kazanmaya çalışıyor. ABD-Çin savaşı en son Dünya Sağlık Örgütü'ne kadar sıçradı.
Pompeo Kudüs’teki basın toplantısında adını vermeden Çin’den bahsederek "Siz harika bir ortaksınız, bilgi paylaşıyorsunuz. Bilgi saklayan diğer ülkeler gibi değilsiniz. O ülkeden de bahsedeceğiz" demesi de ana gündemin Çin olduğunu doğruluyor.
Bu durumun İsrail’i etkileyen önemli bir yönü var. Kanımca tüm diğer konular konuşulmuş olsa da, liderlerin ana gündem maddesi gelişen İsrail-Çin ilişkileri olmuştur. İsrail ile Çin arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesi, Çin’in Hayfa gibi önemli bir limanın işletmesini alması, Aşdod limanını inşa ediyor oluşu, deniz suyu arıtma tesisi için görüşmelerin sürüyor olması ABD’yi bir hayli rahatsız ediyor. İsrail’e Çinlilerin güvenilmez olduklarını ve güvenlik riski bulunan altyapı ve high-tech alanındaki yatırımlarını kabul etmemelerini, iptal etmelerini istemiş olmalı. Bu ziyaret bu konunun ABD için yüksek önceliğe sahip olduğunu gösteriyor.
Çin İsrail’in en önemli ikinci ticaret ortağı. Netanyahu’nun kendisi Çin’in İsrail için çok önemli olduğunu söylemiş ve artan ticaret hacminden dolayı memnuniyetini belirtmişti. Ancak Çin bile İsrail için ABD’nin yerini alamaz. Bu nedenle tıpkı 2000’de ABD’nin tepkisi üzerine Phalcon erken uyarı sisteminin Çin’e satışını iptal ettiği gibi, şimdi de ilişkilerini ABD’nin kabul edeceği sınırlara indirebilir. Bir ültimatomun gelmesini beklemeyecektir.
Pompeo’nun ziyaretinin hemen ardından, henüz Şubat ayında göreve gelen Çin’in İsrail Büyükelçisi Du Wei evinde doğal nedenlerden dolayı ölü bulundu. Büyükelçi 12 Mart’ta Jerusalem Post’a yazdığı yazıda Covid-19 konusunda ülkesinin sorumlu ve şeffaf davrandığını belirterek ABD’nin suçlamalarını reddetmiş, Çin-İsrail ilişkilerinin önemini vurgulamıştı.
İsrail’de ise sular hiç durulmuyor. Ülke ilhak vaatlerinin havada uçtuğu sert bir seçim sürecini tamamladı şimdi ilk defa görev başındaki bir başbakanın davasını takibe hazırlanıyor. 24 Mayıs "İsrail Devleti Binyamin Netanyahu’ya karşı" davası başlıyor. Kemerlerinizi bağlayın.