28 Aralık 2024

 Askarî ücret, Emevi Camisi

Devlet ricalimizin namaz kılmak için yarıştığı Şam’daki cami; bahsi geçen Emevilerin en önemli camisidir

Askâri ücret 22.104 TL olarak ilan edildiği gün, 7 yıl evvel (2017) bir resim çerçevelettiğim camcıya gittim ve resmi (kırıldığı için) tekrar çerçevelettim. Yaklaşık 60x40 cm bir resim; basitçe bir çerçeve ve ışık yansıtmayan cam. 2017’de 40 TL vermiştim; dün 860 TL verdim.

Sonra hatırlamağa gayret ettim; 2017’de yerli tarım ürünü olan çeri domates fiyatını buldum; 4.5 TL/Klg. imiş. Bugün 120 TL. O tarihte mazot da 4.50 TL imiş. Bugün 45.33 TL.

Bu çok farklı 3 ürün’ün ortalama fiyat artışı 19.39 misli olmuş.

O tarihte askâri ücret bin 404.50 TL imiş. Yani bugün, işe yeni girmiş bir işçi kardeşimiz 7 yıl önceki standartında yaşaması için 27 bin 223 TL 50 kuruş gerekiyor.

Öte yandan bir de Enflasyon’a göre hesap var. Çeşitli rakamlar şöyleniyor;

Ülkemizde, Yeditepe Üniversitesi’nden Prof. Veysel Ulusoy başkanlığında bir gurup ekonomist akademisyen, bir araya gelip Harvard ve MIT Üniversitelerinin geliştirdiği bir hasaplama sistemini 2016’da ülkemize adapte etmişler; Böylece ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu) doğmuş ve o günden bu yana her ay Enflasyon açıklıyorlar. Bilimin dışında hiçbir bağlantıları yok; ve açıkladıkları enflasyon oranları kim incelerse doğru çıkıyor.

Öte yandan İstanbul Ticaret Odası da farklı değerlerde bir enflasyon açıklıyor.

Resmi devlet kuruluşu, yani iktidar partisi güdümündeki TUİK ise çeşitli “farklı!” hesaplama yöntemleri kullanıyor. TÜİK’in ilan ettiği değerlere göre maaş zamları veriliyor. Kimine göre böylece düşük çıkartılan enflasyon ile Devlet kendi vatandaşını kandırıyor. Bu üç farklı değere bakınca ortalama yüzde 75 civarında bir enflasyon çıkıyor. 2023’de 17.002.00 TL olan askâri ücretin bu durumda 29.753. olması gerekiyor idi. Yani bugün CHP nin en az 30.000 TL olmalı söylemi doğru bir hesap. Yine TUİK açıklamasına göre 2011 yılında kendini mutlu hissedenlerin oranı 62.8 iken; bu oran 2023 yılında yüzde 52,7 oldu.

Şimdi birde nedir bu “enflasyon” bir bakalım. Ben ekonomist değilim, ancak hayatının her döneminde enflasyon hesabı yapmak durumunda kalmış bir Endüstri Yöneticisiyim. Bu konuda vatandaşa bilgi veren hiç kimse enflasyona sebeb olan “sahici” sebebi anlatmıyor. Bazen acaba “bilemiyorlar mı?” diye düşünüyorum. Çünkü Enflasyon reel bir “şeyi” ifade etmiyor.

Yıllar önce yazmıştım; en iyi anlatım; “insan vucudunun isi derecesi” ile ifade edilebilir. Hava sıcaklığı değişse de vücut sıcaklığı 36,5 ila 37,5 derece arasındadır. Vücut sıcaklığının bu aralığın üstüne çıkması veya altına düşmesi ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. 37,5 derecenin üstüne hipertermi, 35 derecenin altı ise hipotermidir Nedir? Neden olur bu enflasyon?

Enflasyonun temel nedeninin para arzındaki artış olduğu kabul edilir. Bunun yanı sıra ve bazen doğrudan mal ve hizmetlerin maliyetlerinin artması, para biriminin yabancı para birimleri karşısında değer kaybetmesi, yetersiz üretim kapasitesi, para politikaları, fiyat artışı beklentisi ya da doğal afetler ve savaşlar gibi nedenlerle yaşanan üretim kesintileri enflasyonun artmasında etkili olan faktörler arasında sayılabilir.

Bizde enflasyon’un tarihi gelişmesi hep hiper enflasyon; yani yükselmesi durumudur. Sebebi, hükümetlerin gelirlerinde çok harcama yapmalarıdır. Pratik sebeb ise; Türk Lirası denilen birimin aynı değerde tutulamamasıdır. Elde ettikleri döviz miktarının ithalata yetişmemesi yüzünden devletlerin öngörülenden daha fazla döviz harcamalarıdır.

Yani, normal insanın ateşi 36.5 demek, devlet bütçeyi denk yapıyor demek.

Dönem dönem “borç yiğidin kamçısıdır!!” diyen, ve bu mantık ile çeşitli alınan (hem TL hem Döviz) borçlar ile yatırım yapıldığı, böylece büyüme sağlandığı görülmüştür.

Ancak her halde para matbaasında bütçe dışı ya da bütçe açığı kadar para basılmış, ve böylece piyasada TL “şişmiş” yani böylece (Inflation/şişme) yani enflasyon oluşmuştur.

Piyasalara bu durum “mal ve hizmetlerde fiyat artışı” olarak mecburen akseder. Bu durum da bir enflasyon tarifidir.

Vatandaşlarının yeterli bilgiye ve bilince sahip oldukları ülkelerde, Hükümetler iktidara gelirken nasıl bir “ekonomi politikası” uygulayacaklarını söylerler; Vatandaşlar da kendilerine avantajlı gelecek olan politikayı vaad eden partiye oy verir; onu başlarına “hükümet ederler.”

Bizim siyasetçiler güdecekleri “ekonomi politikaları” pek “ansiklopedik” olarak anlatmazlar. Anlatsalar da vatandaşların yarısına yakın kısmı anlayamaz. Çünkü Osmanlıdan tevarüs edilen ve nesiller boyu devam eden başta Din olmak üzere hemşerilik, tarikatler, etnik kimlik vs. gibi baskılar ile oy verir... Oy verdiği siyasi partinin programının SADECE kendisi, ailesi, ve ülkesi için daha iyi olacağını saptayabilen vatandaş sayısı, olması gerekenden çok daha azdır. Kısa anlatım ile vatandaş menfaatine en uygun olan partiyi seçemez; kabaca sağcı parti, Solcu parti diye ayırım yapar.

Oysa Atatürk, T.C.’yi, asrımızdaki “ulus devlet” anlayışına uygun olarak kurmuştu.

Fransız ihtilalinin de etkisi ile, (etnik olarak çoğunlukta olmayan) TÜRK MİLLETİ olgusuna uygun olarak tüm vatandaşlara “Türklük” olgusu yerleştirmeye çalışılmıştır.

Osmanlı’nın son dönemlerinde, önce bazı Türk aydınları, “dünyanın çok değişik ve geniş bölgelerine yerleşmiş, değişik isimler altında zaman zaman birçok devletler kurmuş bütün Türklerin tarih ve dilce birliği ve bütünlüğü” görüşünü ortaya atarak, “Türk milletinin sadece Osmanlılardan oluşmadığı, Osmanlı Türkleri’nin onun ancak bir parçası olduğu” gerçeğini yaymaya çalıştılar.

Sonunda 1912’de Askeri Tıbbiye oğrencileri tarafından “Türk Ocaklari” kurulmuştur. Bu “sivil toplum kuruluşunun” amacı; Nizamnamesinin 2. maddesinde “Müslüman toplumların önemli bir unsuru olan Türklerin millî terbiye ve ilmi, toplumsal, ekonomik düzeylerinin geliştirilip yüceltilmesi yoluyla Türk Milleti ve dilinin en üst bir dereceye çıkarılmasına çalışmaktadır” denilmektedir.

Nitekim, Atatürk döneminde Anadolu insanı (en azından önemli bir kısmı!) “kulluktan, Ümmet olmaktan çıkıp kendilerini “eşit vatandaş” görmüşlerdi. Nitekim; bu olgu; İslam Dininin “sadece tanri ve kul arasında” bir bağ olduğunu ortaya koymuş, imam, şeyhülislam, halife, ve padişah gibi figürlerin bu ilişkide bir rolü olamayacağını anlamışlardı.

Yani, kısaca bir İnsanın Türk olup olmaması bütün bir milleti ilgilendiriken, Müslüman olması sadece kendini ilgilendirir..

Kitabımız Kuran’ın mütaaddid yerlerinde, Tanrı; “İmami dinle, İmamı Dinle, İmamı dinle!” dememekte; “oku, oku, oku” demektedir. Bu bilinç, 17. asırdaki din uygulamalarından (engizisyon mahkemeleri, cennette arsa satışları vs. vs.) bizar olan batı Avrupa milletleri gibi; Atatürk tarafından da “Laisizm” olarak anayasamıza konmuş ve derhal uygulanmaya başlamıştır.

Bu anlayış dinlerin şahıslara (Allahın kullarina) ait olduğu, devletin din işlerine karışmaması gerçeği; bir Anayasal anlayış olarak kabul görmüştür. Bu durum, haklı olarak dinden geçinen meslek sahipleri tarafından hiç de hoş karşılanmamıştır.; Bugün bile T.C. Diyanet İşleri Başkanı’nın “Kuran sadece Arapça okunur”, “Türkçe okunamaz, ibadet de edilemez” iddiaları ayni görüşünün 400 yıldan fazla zamandır devam etmekte olduğunu bir defa daha gösteriyor. 5 bin yıldır Türkçe okuyup yazan bir millet; Arapça bilmediğine göre; dinini nasıl anlayacak? Diyanet’e soracak tabii!

Bu taktik ile Peygamberimizin ölümünden hemen sonra Suriyede devlet kuran Emeviler, tüm Kuzey Afrika ülkelerini zapt ettikten sonra insanlarını Arapça kullanmaya zorlamış; neticede bugün bu insanlar kendi kimliklerini kaybedip kendilerini Arap zannetmeğe başlamıştır. Oysa etnik olarak incelendiğinde bu insanların Araplar ile benzerliğinin olmadığı görülmektedir.

Bugün, bazı geri zekalılar, Atatürk Türkiyesinin Araplaştırabilecekleri zannı ile olmadık işler planlamakta, sadece menfaat için başta Eğitimimiz olmak üzere türlü çeşitli aptallıklar yapmaktadırlar. Bunların hesabını birgün bu millet sorar..

Türkler ile Araplar (Emeviler) arasında savaş hiç bitmemiştir. Emeviler; Suriyeden İspanya ya (Endülüs) kadar coğrafyada bir tek Türklere diş geçirememiş; sonunda Osmanlı Boyunduruğuna girmek durumda kalmışlardır. Ancak, 1. Inci harpte İngiliz ile işbirliği yaparak, binlerce mehmetçiği arkadan vurmuşlardır.

Bu katliamlardan kurtularak Vatanına dönebilen bir Mehmet’in yazdığı şiir şöyledir…

Gazze’nin meğer kumundan çokmuş kalleşi

 Nasıl sırtından vurur insanı din kardeşi!

 Filistin, Trablusgarp, Yemen illeri.

 Hangisini kanım ile sulamadım?

 Gezdim cephe cephe bütün çölleri,

 Türk’e, Türk’ten başka dost bulamadım!

İşte devlet ricalimizin namaz kılmak için yarıştığı Şam’daki cami; bahsi geçen Emevilerin en önemli camisidir.

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Eğitim, eğitilmesi gerekenler…

Hakikaten Atatürk Türkiye’sinin sonunda değiştireceklerini sanıyorlar... Böyle bir gücü kendilerinde vehmediyorlar... Aptallık bile değil bu…

Türkiye Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu'na mektup

Dünyanın hiçbir organizasyonu aynı şahıs tarafından 22 yıl yönetilmez. Her türlü yönetim bilimi ve etik uygulamasına karşıdır. Aile şirketlerinde bile yeni nesil yönetime gelir. Sen niye 22 yıldır oradasın?

Kükreyen fare Selçuk Pehlivanoğlu

Benim ve benim gibi birinci nesil Atatürkçü olan Türklerin, Yusuf Tekin'i anlaması ve muhatap alması olası değil... Ancak, bizi kolejli Selçuk ilgilendiriyor. Onu yeni tıraş olmuş, Fransız kravatları ile sarayda eğitim politikası geliştirirken görmek istemiyoruz

"
"