48 yıl önce bugün olanlar
Tam 48 yıl önce bugün, yani 17 Ekim 1973'de uluslararası ekonominin çehresini değiştirecek bir krizinin ilk ayak sesleri duyulmuştu. Petrol krizine yol açan olaylar dizini 17 Ekimde Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC'in Suudi Arabistan'ın öncülüğündeki üyelerinin aldığı ambargo kararıyla başlamıştı. OPEC, 6 Ekim'de baş gösteren, yani 11 gündür süregiden Yom Kippur Savaşında İsrail'e destek veren ABD ve bazı müttefiklerine ambargo uygulayacaktı.
Yom Kippur Savaşı 25 Ekim'de sona erdi, yani sadece 19 gün sürdü. Ancak, savaşa damgasını vuran ambargonun küresel ekonomiye etkisi sarsıcı ve uzun soluklu oldu. Hatta, ambargonun yol açtığı petrol krizinin ekonomi politikalarının dönüşümüne etkisini göz önüne aldığımızda, bu uzun soluğun günümüze kadar uzandığını da iddia etmek mümkün. 'Muhafazakar devrim' diye adlandırılan, derin bir ekonomik krizin ortasında Thatcher'ı, Reagan'ı, Özal'ı sahneye taşıyan süreç, bu kısa süreli ambargonun tetiklediği petrol krizi ve onun artçı dalgalarıyla şekillenmişti.
Halbuki, ambargo sadece 5 ay sürmüş, yani Mart 1974'te sona ermişti. Ancak, bu kısacık sürede yarattığı arz kriziyle petrolün varil fiyatı tam yüzde 300'lük artışla 3 dolardan 12 dolara fırlamıştı. Soğuk Savaşın jeopolitik dinamikleri de işin içine girince, OPEC'in petrol arzını kısıtlaması küresel ekonominin dengelerini alt üst etmeye yetti. Talebe yetişemeyen arz, yüksek enerji fiyatları ve girdi maliyetindeki artışın körüklediği enflasyon pek çok ülke ekonomisini bir anda pençesine alıverdi. Sanayileşmiş kapitalist ülkelerde 1950'lerde başlayan ve yüksek büyümenin damgasını vurduğu “altın çağ” 17 Ekim 1973'te sona ermişti.
1973 Hollanda, araba kullanmanın yasak olduğu 'arabasız Pazar günlerinden' biri.
Keynes'i çaptan düşüren petrol krizi
Birinci petrol krizi (ikincisi 1979'da patlak verecekti), dünya ekonomisini durgunlukla yüksek enflasyonun eş zamanlı varlığı anlamına gelen olguyla, yani 'stagflasyon'la tanıştırdı (Türkçeye bu terimi belki 'durgunflasyon' diye çevirebiliriz). 1930'larda pek çok ülkede Büyük Buhrana karşı kalkan olarak uygulanmaya başlanan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenen iktisadi konsensusun baş atı haline gelen Keynesyen anlayışı ise bir anda alaşağı ediverdi.
Petrol fiyatındaki artış kısa sürede enflasyona yansıdı. Enflasyon oranı 1972'den 1974'e ABD'de yüzde 3,3'ten yüzde 11,1'e, şimdinin avro bölgesinde yüzde 5,9'dan yüzde 14.5'e yükselirken, Birleşik Krallık'ta 1975'te yüzde 24,2'ye ulaşmıştı.[i] Enflasyonla eş zamanlı, benzin kuyrukları uzamaya, işsizlik artmaya başladı. Dönem, özellikle Avrupa'da güçlü sendikaların dönemiydi. Enflasyondaki artışı tazmin edecek ücret artışı talep eden sendikalar sokağa çıktı, greve gitti. Birleşik Krallık'ta 1977-78 kışı 'hoşnutsuzluğun kışı' olarak tarihe geçecekti.
BİRLEŞİK KRALLIK'TA HOŞNUTSUZLUĞUN KIŞI, 1977-78.
Petrol krizi, stagflasyon ve piyasaya dönüş
Zaten Keynesci ekole çoktan beri ağır eleştiriler yönelten Chicago Ekolünün öne çıktığı bu dönemde sadece muhafazakar politikacılar değil, Mitterrand gibi sosyalistler bile iktidara gelmelerinin ardından sağa çark etmeye başladılar. Korumacılık, sosyal refah, cömert ve müdahil devlet çaptan düşerken, piyasa liberalizminin ekonomik krizden toparlanmayı kolaylaştıracağı yaygın anlayış haline geldi.
Stagflasyon gelişmiş ülkelerde çok uzun sürmediyse de, gelişmekte olan ülkeleri uzun süre pencesine aldı. Türkiye dahil pek çok gelişmekte olan ülkede petrol krizi daha sonra döviz ve borç krizine dönüşecekti. Türkiye'de enflasyon 1972'de yüzde 15'ten 1980'de yüzde 94'e, 1994'te yüzde 105'e ulaştı. Latin Amerikanın bazı ülkelerinde ise durum daha da vahimleşip, hiper enflasyon olgusunu ortaya çıkardı. Arjantin'de enflasyon oranı 1989'da yüzde 3080'e sıçrarken, ertesi yıl Brezilya'da yüzde 2948'e yükseldi. Zira, özellikle Arjantin'le makûs yüksek enflasyon talihimizi paylaşmaya devam ediyoruz.
Peki şimdi stagflasyon riski ne kadar yüksek?
Bütün bunlara bakıp, 'geçmiş ola, köprünün altından ne sular aktı 1973'ün 17 Ekiminden beri' diyebilirsiniz. Ancak, içinden geçtiğimiz dönem 1970'lere pek çok açıdan benzeyen dinamikleri işaret ediyor. Enerji fiyatları tırmandıkça tırmanıyor, arz talebe yetişemiyor, ve daha da önemlisi, arz krizi sadece enerjiyi değil, bugünün olmazsa olmaz girdileri çiplerle pilleri ve ender metalleri de içine alıyor.
Doğalgaz ve petrol fiyatları son 7 yılın zirvesinde (yılbaşından beri petrolde yüzde 60, doğalgazda yüzde 100'e yakın, kömürde ise yüzde 240'lık bir artış gerçekleşmiş. Fiyat baskısı dünyanın birçok yerinde ulaşımı felç eden, fabrikaları kapatan ve gıda kaynaklarını tehdit eden elektrik kesintilerine neden oldu. Pek çok ülkede hükümetler enerji piyasalarına doğrudan müdahale etmeye başladı bile.
Önümüz kış ve Avrupa'da, Çin'de, ABD'de enerji talebini daha da arttıracak çetin bir kış bekleniyor. 4 Ekimde yapılan Rusya'nın da içinde bulunduğu OECD+ toplantısından umut edilen arz arttırımı kararı çıkmadı.
Yükselen enerji fiyatları küresel ekonomide enflasyonu daha yukarı, arz/tedarik sorunu da büyümeyi aşağı çekmeye aday. Yani, 1970'lerdeki kadar şiddetli olmasa da, stagflasyon riski kapımızda. Stagflasyonist eğilimin gidişatı özellikle tedarik cephesindeki gelişmelere bağlı.
1970'lere benzer başka bir dinamik borçluluk ve bu sefer sadece kamu değil, özel kesimin borcu da almış başını gidiyor. Yani borç krizi de çok uzak değil. Bazı ülkelerde 1970'lerden farklı olarak, bu risklere karşı supap rolü oynayabilecek bağımsız merkez bankaları var.
Çiplerle piller bugünün petrolü olabilir mi?
Pek çok uzman diyor ki, 'ne enerji arzındaki baskı, ne de bunun fiyatlara yansıması 1970'lerle karşılaştırma götürmez. Peki sadece enerji mi arzı arızalı olan? Sadece fosil yakıtlar mı bugünün en önemli girdileri? Kanımca, izlememiz gereken şey yalnızca petrol arzı ve fiyatları değil. Çünkü, yarım yüzyıllık teknolojik ve iktisadi dönüşüm çiplerle piller gibi yeni olmazsa olmaz girdiler yarattı.
Pandemi sürecinde tedariği iyice güçleşen bu girdilerin arzı gönüllü ya da gönülsüz etmenler üzerinden krizde (Daha önceki yazılarımdan birinde çiplerin tedarik zincirlerindeki aksamalardan bahsetmiştim-https://t24.com.tr/yazarlar/isik-ozel/zoom-da-bayram-kahvaltisi-ve-küresel-tedarik-zincirleri,26742). Bu girdilerin arzı güçleştikçe fiyatları da artıyor ve bu da, eklemlendikleri her sektörde tedarik ve fiyat baskısı yapmaya devam ediyor.
Aksayan, kopan küresel tedarik zincirleri ve stagflasyon
Birkaç ay önce dünyanın en büyük çip üreticisi TSMC(Taiwan Semiconductor Manufacturing Company) çip fiyatlarını arttırdı (gelişmiş çiplerde yüzde 10, otomobil üretiminde de kullanılan daha az gelişmiş çiplerde ise yüzde 20 civarında). Biz bunun etkisini önümüzdeki aylarda, özellikle de Noel, yılbaşı derken talebin tırmandığı, arzın onu yakalayamadığı zamanlarda daha belirgin hissedeceğiz.
Çip, pil, gıda, enerji ve bunların hem üretiminde hem de sevkiyatında yaşanan sorunlarla fırlayan maliyet, perakendeden otomotive ve savunmaya kadar bütün sektörleri zora sokuyor. Fabrikalar kapanıyor, ya da üretime ara veriyor. COVID'in yeni varyantları, bazı limanların tam kapasite çalışamamasına, Asya'nın bir ucundan İstanbul'a, Hamburg'a, New York'a o alıştığımız hızda ulaşamamasına neden oluyor.
Bütün bunların sonucunda, pandemi sonrası toparlanmaya dair beklentiler yeniden gözden geçiriliyor. Birkaç gün önce IMF, tedarik zincirleriyle, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki aşı uçurumuna dikkat çekerek küresel ekonomide 2021 yılı ortalama büyüme oranını aşağı çekti, şimdilik 2022'ye dokunmadı.
Aksi gibi, sistem 1970'lerdeki gibi bir arz krizi yaşarken ve bu sorun petrolün ötesine geçip temel pek çok maddeyi içine almışken, talebe yetişebilene aşk olsun! Küresel düzeyde hükümetlerin sağladığı destek paketlerinin 10,4 trilyon dolarlık bir toplama ulaştığı bir ortamda (elbette ağırlıklı olarak varsıl gelişmiş ülkelerde) pandeminin ilk fazlarında 'yeterince tüketemeyen,' kenara üç-beş kuruş atmış olan milyonların tüketim iştahıyla katlanan talebe arz yetişemiyor. Toplu ulaşım yerine otomobil, ofis bilgisayarı yerine eve PC, laptop ve tablet derken talep coşuyor. Örneğin, 2021'in ilk çeyreginde bireysel bilgisayar satışı bir önceki yıla göre tam yüzde 32 oranında artmış.
Hani otomatik olarak dengeye ulaşacaktı arz ve talep?
Enerjideki arz-talep dengesizliğinin birkaç önemli ve birbiriyle bağlantılı sebebi var. Bunlardan biri iklim krizi. İklim krizi ile mücadele çerçevesinde 2015 Paris Anlaşması ve 2030 BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda uygulanan 'karbonsuzlaştırma programı' fosil yakıtlar üzerindeki fiyat baskısını arttırıyor. Üretimde limit üzerinde fosil yakıt kullanan firmaların kullanmak zorunda olduğu karbon kredi fiyatı bu yıl neredeyse ikiye katlandı (Avrupa'da 35 avrodan 65 avroya yükseldi). Buna bağlı olarak, fosil yakıt yatırımları belirgin biçimde düşüyor. 'Aman ne güzel, o zaman yenilenebilir enerjiye yatırım bunu telafi ediyordur' diye geçebilir aklınızdan, ama maalesef etmiyor.
Diğer bir sebep iklim değişikliğinin tetiklediği doğal felaketler. Bu yıl Tayvan'da yaşanan kuraklık, Çin ve Hindistan'daki sel felaketleri. Ayrıca, yeterince esmeyen rüzgar, yeterince üretilemeyen ve zaten payı pek az olan yenilenilir enerji. Bu felaketlerle arz krizi arasındaki ilişkiye, örneğin çip üretiminin suya bağımlılığına, Tayvan'daki kuraklık sırasında TSMC ve diger çip üreticilerinin üretime devam edebilmek için kamyonlarla su taşımasına daha sonraki yazılarda değineceğim. Şimdilik, her gün kullanageldiğimiz elektronik eşyanın suya, onun da iklim kriziyle mücadeleye baglı olduğunu belirtmekle yetineyim.
Görünmeyen çatışmaların çağı
Elbette ki 1970'lerden bu yana dünya değişti. En önemli farklardan biri, görünürde ne savaş var, ne de ambargo. Ancak, görünmeyen ama bilinen çatışma çok. Jeopolitik rekabetin görünmez çatışmalarının yanısıra, doğayla, iklimle savaşımız var, ya da onun bize öfkesi.
Süregiden jeopolitik rekabet ile arz krizi birbirini körüklemeye devam ediyor. Tedarik/arz krizi, jeopolitik tansiyonu yükseltiyor, tansiyon yükseldikçe de herkes elinde var olan girdiye sarılıp onu çoğaltmaya çalışıyor. Ve kriz daha da içinden çıkılmaz hal alıyor.
Jeopolitik rekabetin perçinlediği iktisadi milliyetçilik 1970'lerin sonunda şekillenen muhafazakar devrimden bu yana ilk kez bu kadar yaygın, pek çok hükümetin gündeminde, söyleminde ve/veya doğrudan programında (daha önceki yazılarımda, iktisadi milliyetçiliğin pandemi sürecinde meşruiyet zeminini genişletmesinden bahsetmiştim.
Milliyetçilik arz/tedarik krizini beslerken, bu sadece enerjiye değil, aynı zamanda kullandığımız pek çok elektronik aracın, otomobillerin olmazsa olmazı çiplere, pillere ve ender metallere de yansıyor. Görünen o ki, biz uzun süre çiplerle pilleri ve tabii ki iklim krizini ve enerjiyi konuşmaya devam edeceğiz.
Savaştan, çatışmadan, ambargodan, pandemiden ve krizden uzak zamanlar dileyerek, bugün keyifli bir parçayla bitirmek istiyorum. Atilla Özdemiroğlu'nun sözleri ve Ajda Pekkan'ın seslendirmesiyle “Amaan Petrol”. Bu parça, 24 Şubat 1980'de TRT'nin düzenlediği şarkı yarışmasının ulusal finalinde 1980 Eurovision Şarkı Yarışmasında ülkemizi temsil etmek üzere seçilmiş. 24 Ocak’tan tam bir ay sonra!
'Aman petrol, canım petrol
Artık sana sana sana muhtacım petrol
Eninde petrol, sonunda petrol
Artık dizginlerim senin elinde petrol.'
[1] https://data.worldbank.org/indicator/FP.CPI.TOTL.ZG?name_desc=true