26 Mart 2023
Geçtiğimiz hafta içinde 22 Mart "Dünya Su günü" vesilesiyle kaleme aldığım yazıda temiz suyun öneminden bahsederken insanın doğa üzerinde var olduğundan beri her adımını etkileyen suya erişiminin yerleşim yeri seçiminden yapacağı tarıma, besleyeceği hayvandan ulaşımına ve ticaretine kadar tüm işlevsel faaliyetlerine yön verdiğini belirtmiştim.
Önceki yazımda da ana başlıklarını verdiğim arkeolojik araştırmaların gösterdiğine göre, su arıtmanın tarihi Taş Devrine, insanın yerleşik hayata geçmesine kadar dayanıyor. Görülüyor ki, insan temiz suyu olmayan coğrafyalarda arıtma tasarımları yapmış, içilebilecek suyu elde etmek adına çok farklı yollar denemiş.
Antik Mısır halkı 4500 yıl önce derin kuyularda toplanan suların geliş yönüne tıkadıkları çimen, saman, bambu, ağaç kabukları ile suyu arındırmaya çalışmış, uzun bambu kamışlarını bir tür emme borusu gibi kullanarak derinlerden su çekmiş. Elde edilen temiz su Firavun Keops zamanında bentlere taşınmış, yılın belirli dönemlerinde de bakır borularla sarayın sulama sistemi içine aktarılmış.
MÖ 1500 civarında Mısırlılar "şap" benzeri bir kimyasal kullanarak su arıtmayı denemişler; şap kristalleri birleşip daha büyük parçacıklar oluşturmak için sudan ayrılırken kirliliği içine çekip pıhtılaştığını, böylece suyun süzülerek duru hale geldiğini bulmuşlar. Antik Mısır'ın mezar odalarını süsleyen çizimlerde görülen çağın su arıtma sistemi, o günlerde de temiz su elde etme adına doğanın içinden çözüm arandığını gösteriyor.
3000 yıl önce İran'ın dağlık bölgesinde yağmur alan dağ eteklerinde yüksek kotlardan köylere ve kasabalara kadar yer altından uzanan tünelleri inşa eden bölge halkı hem kendisi hem de beslediği hayvanların gereksinimi olan temiz suyla aynı zamanda ekinlerini de suluyormuş.
Temiz suyu korumanın yolunun kirli olanla birleştirmemek olduğunu keşfeden Sümerliler, teraslı sulama yapıları inşa etmişler; tarihte ilk lağımlar Babil ve Nippur'da inşa edilmiş.
MÖ 7. yüzyılda Asur Medeniyeti suyu olmayan kentlere temiz su taşınmayı planlamış, bu amaçla inşa edilen en eski su kemerleri 10 metre yüksekliğinde ve 300 metre uzunluğunda olan bir yamacı geçerek 80 kilometrelik bir vadiyi aşıp Ninova kentine su götürmüş.
Yeraltındaki temiz içilebilir suyun kirlenmemesi için Antik Yunan'da ölenlerin evlerinden uzak bir yere taşınarak gömülmesi tüm kültürleri etkileyip örnek olmuş, yerleşim alanlarından uzakta oluşturulan mezarlıklar, günümüze dek ulaşan bir gelenek haline gelmiş.
MÖ 5. yüzyılda İstanköy Adasında doğan antik dönemin ünlü filozof hekimi Hipokrat da su arıtma deneyleri yapmış; içildiğinde şifa olacak suyun temiz ve saf olması gerektiğine inandığı için hastalarına kullandıkları suyu "arındırmak" adına su filtresi tasarlamış. Tarih sayfalarına "Hipokrat Kılıfı" ya da "Hipokrat kovanı" olarak geçen bu bu düzenek, kaynatıldıktan sonra içindeki suyun dökülebileceği bez bir torba şeklindeymiş; bez torba suda kötü tat ve kokuya neden olan her türlü olumsuzluğu içinde hapsediyormuş.
Suyoluyla hastalarını tedavi etmeye çalışan ve adı günümüzde de yaşayan tıbbın bu ünlü babası 4 mevsimin farklı sıcaklıklarının vücudun kan, balgam, sarı safra ve kara safradan oluşan 4 sıvısıyla ile ilişkili olduğu savıyla dengede tutulmasını önemsemiş; bunun da anca arıtılmış temiz suyun iyileştirici gücü ile yapılabileceğini söylemiş. Hipokrat'a göre temiz - arıtılmış su vücuttaki 4 sıvıyı ve bedensel uyumu düzenleyici özelliklere sahipmiş.
Eski Sanskritçe metinlerde MS 3. veya 4. yüzyıl Hint coğrafyasında "Cerrahinin Babası" olarak kabul edilen ayurvedik su arıtma yöntemlerinde kirli suyu kaynatma, güneş altında ısıtma ya da ısıtılmış demiri suya daldırarak sonrasında soğumaya bırakma gibi yollardan bahsediliyor. Bunların yanı sıra kirli suyu kömür filtrelerinden, ham kum ve kaba çakılların arasından geçirerek süzmeyi deneyen Hintliler, astrolojilerinde önemli bir yere sahip olan "gomedhaka" olarak bilinen granat ailesinden "hessonite" taşını da su arıtmada kullanmışlar; sularını bekleterek kirliliğin dibe çökmesini sağlamışlar.
Bunlara ek olarak bir çeşit kuruyemiş meyvesi veren ve 15 metreye kadar uzayan ağacın tohumları yüzyıllar boyunca su arıtmada kullanılmış. İşin ilginç olanı bu teknik bugün de Hindistan ve Myanmar'da suyu arıtmada yaygın olarak kullanılmaktaymış.
Temiz suya olan tükenmez talep insanları kalıcı çözümleri düşünmeye sevk etmiş, Romalılar uzaklardan yerleşim yerlerine taşınan temiz suyun kötü hava koşullarında kirlenmemesi için tamamen yerçekimi ile çalışan ve son derece karmaşık mühendislik bilgisiyle çok yere su kemerleri yapmışlar. MÖ 312'de geliştirilen arıtma ve ikmal sistemlerinin Roma şehirlerini süsleyip halkın her türlü su ihtiyacını bolca karşılaması için Roma'da "su müfettişi" olarak etkili kişiler göreve getirilmiş.
Düşünebiliyor musunuz, sadece Roma şehrinde yapımı 500 yıl süren, toplam 400 kilometreden fazla su kemeri inşa edilmiş. Denilen o ki, hâlâ ortada olan izleriyle çok sayıda termal banyoları, suyla süslenen caddeleri, sokakları, göletleri olan Romalılar uzak yerlerdeki kaynaklardan borularla getirdikleri akarla günümüz insanından çok daha fazla su tüketiyorlarmış.
Sudan yüksekte olan yerleşim merkezleri için suya erişim her zaman sorun oluşturmuş; tarihin her döneminde farklı coğrafyalarda kayıtlara geçen farklı deneysel araştırmalar yapılmış, sonuçlar başarısız da olsa ihtiyacın varlığı insanı yıldırmamış.
MÖ 287 ile 212 yılları arasında yaşayan ve birçok farklı icattan dolayı adını tarih sayfalarına yazdıran Arşimet suyu yüksek kottaki arazilere taşımak için bir cihaz tasarlamaya çalışmış ve bu buluşa "su vidası" adını vermiş. Suyu daha yüksek arazilere pompalayan içi boş bir borunun içindeki büyük bir vida şeklinde tasarlanan bu aletteki dönen kısım hareket ettikçe alt kısımda alçakta bulunan su üstten dökülene kadar borudan dönerek yukarı çıkıyormuş.
Modern endüstriyel pompanın temelini oluşturan bu buluş başlangıçta, ekili arazileri sulamak, madenlerden ve gemi sintinelerinden su kaldırmak için uygulanmış. Günümüzde de birçok Kuzey Avrupa kasabasında suyu alçaktan yükseğe doğru taşımakta kullanılan Arşimet'in vida mantığı yer yer insan emeğiyle döndürülmüş, zaman içinde de rüzgâr ya da hayvan gücüyle güçlendirilerek işlevsel hale getirilmiş.
MÖ 1. yüzyıl içinde Yunanlılar ve Romalılar içme suyundaki tadı ve kokuyu kontrol etmek için, suyu arıtmak için çeşitli yöntemler geliştirmişler. İznikli tarım uzmanı Diophanes, yumuşatılmış defne yapraklarının yağmur suyuna atıldığında içimi lezzetli bir su elde edileceğini tavsiye etmiş. Bir asır sonra Yunanistan'da Paxamus isimli biri ezilmiş mercanın ve dövülmüş arpanın bir torba içinde tadı kötü olan suya daldırıldığında arıtma işlevi göreceğini söyleyerek çeşitli deneyler yapmış.
MS 450 civarında Roma İmparatorluğu'nun güç kaybetmesiyle su kemerleri yer yer kasıtlı olarak tahrip edilmiş; birçoğu da bakım eksikliği nedeniyle kullanılmaz hale gelmiş. Temiz suya ulaşabilmek için o günün şartlarında su filtreleme teknolojisindeki deneysel çabaların ve ilerlemenin durmasıyla içme suyu tarihi birkaç adım geriye gitmiş. Avrupa Orta Çağ'ında insanlar zaten kıt olan temiz içme suyu sağlamak için tekrardan kuyulara dönmüşler; tıpkı yüzyıllar öncesinde olduğu gibi, kuyular nüfusun ana ikmal kaynağı haline gelmiş.
MS 500'lü yıllarla başlayan Orta Çağ boyunca Roma İmparatorluğunun vatandaşlarına konfor yaşatan su bolluğu yerini bir yudum suya muhtaç kitlelerin kol gücüyle ve kovalarla uzaklardan taşıyarak getirdikleri kıt kaynaklarla idare etmeye itmiş. Bilimsel yenilik ve deney eksikliğinden dolayı "karanlık çağlar" olarak da bilinen ve 1000 yıl sürecek olan bu zorlu dönem kendini temiz suya ulaşmada da fazlasıyla göstermiş! Bazı kaynaklarda okuduğum kadarıyla Ortaçağda Avrupa'nın çok yerinde kişi başı günlük su kullanımı 1 litre civarındaymış; su çok az olduğu için arıtmanın da geleceği belirsiz bir hale girmiş.
MS 8. yüzyıl Arap simyacısı Gerber, suyu bir kaptan diğerine aktaracak lifli bir kordon icat etmiş, fitil tipli sifonlar kullanarak su arıtmada kullanılabilecek çeşitli damıtıcılar tasarlamış.
İnsanların içme suyu ile besledikleri hayvanlarının ve atıklarının karışmaması adına verilen uğraşlar hep devam etmiş, potansiyel kirlenmeler ciddi hastalıkları ve salgınları tetiklemiş. Yüzlerce yılın bilgisiyle önceleri birbirine karıştırılan içme suyu kuyuları ile kirli suların döküldüğü yerler ayrılmış, içme suyunu kasıtlı olarak kirletenlere ağır cezalar verilmiş. Yine de alınan önlemler fayda getirmemiş olmalı ki, kara veba Avrupa'nın yaklaşık 1/3'ünü yok etmiş. Bu yıllarda Çin ve Hindistan da farklı değilmiş, milyonlarca kişi kirli su yüzünden ölmüş.
Yağmur sularının kullanılmasına yönelik olarak sarnıçlar genellikle su kaynaklarının olmadığı yerlerde kullanılmış, bazı yerlerde kumtaşı bloklarından katmanlar halinde yapılan filtreler saf yağmur suyunun toplanış istikametine yerleştirilmiş.
İlkel imalathanelerin ortaya çıkmaya başladığı 14. yüzyıldan itibaren suya olan talep artmış, hava basıncıyla çalışarak su taşıyan pompaların geliştirildiği yeni dönem sonraki yıllarda ortaya çıkacak buhar motorlarına, rüzgâr enerjili türbinlere ve elektrikle çalışan pompalara model oluşturmuş.
Roma İmparatorluğunun su kaynaklarını yönetme ve temizliğini koruma konusundaki hassasiyeti ortadan kalkınca kriz büyümüş, denetim yerel halkın iradesine kalmış. Temiz suya ulaşma konusunda herkes başının çaresine bakmaya başlamış, varlıklı ailelerin su tüketimi için hamallar istihdam edilmiş.
Brezilya'da ilk kuyu Rio de Janeiro kentinde 1561 yılında açıldığında kurucu Estácio de Sá şehre uzaklardan daha fazla su getirebilmek için Romanın yüzyıllar önceki su kemerleri üzerinde çalışıyormuş. 1620 Yılına gelindiğinde Brezilya'da sıhhi tesisat sistemi bir ölçüde kurulmuş, lağımlar ayrılmış, Avrupa'dan gelecek gemilere su sağlamak için çalışmalar başlamış.
Orta Çağın arıtmadaki boşluğundan sonra su filtreleme deneylerinin ilk kaydı 1627'de Sir Francis Bacon tarafından gerçekleştirilmiş. Okyanusun tuzlu suyunu arıtılabileceğini ve bu yolla içilebilir hale getirilebileceğini düşünen Bacon tuzdan arındırma deneylerine kum filtreleme yöntemi kullanarak başlamış. Bacon deniz suyunun akması için kıyıya yakın bir yerde bir çukur kazdığında kum taneciklerinin tuz parçacıklarından daha ağır olacağı için akış sırasında tuzun ayrışacağını düşünüyormuş. Uzun yıllar süren yorucu çalışmalar neticesinde başarı sağlayıp deniz suyunu tuzdan arındıramasa da Bacon'un deneyi, su filtreleme konusunda yapılabilecek çok şey olduğunu işaret ediyormuş. Deniz suyunun tuzdan arındırılarak içilebilir hale gelebilmesi için yüzyıllara ihtiyaç varmış…
1664 yılında, Fransa'da Johan Jordan dökme demir boruların imalatını gerçekleştirerek Versailles Sarayı'na döşemiş; kısa bir süre sonra da aynı kişi santrifüj pompayı icat etmiş.
Hollandalı kumaş tüccarı Anton von Leuwenhoek, 1674'de bir su damlasında yaptığı gözlemle, mikro kozmosun kapılarını açan ilk insan olmuş. Leuwenhoek, temiz olduğu sanılan suda gördüğü yüzlerce parçacığı görüntüleyebildiğinde, su arıtmasında elle tutulur bir eşik aşılmış.
1685'te İtalyan Antonio Porzio, çoklu kum filtresini ilk tasarlayan kişi olmuş.
1703 Yılında Fransız Philippe de La Hire, kendisini su arıtma tarihindeki en başarılı bilim insanlarından biri yapacak çalışmasını Paris Bilimler Akademisi'ne sunmuş; her konuta giriş zemininden biraz yükseltilmiş olarak inşa edilecek kum filtreli yağmur suyu sarnıcı önermiş. Bu sistemde su üstünde büyüyen yosunlar aynı zamanda suyun donmasını önleyeceği için toplanacak saf yağmur suyu her zaman kullanıma hazır olacak, üstü kapalı olduğu için de temizliğini koruyacakmış. Bu fikir sonraki yüzyılda İskoçya'da kök salmış, belediye ait ilk su arıtma tesisi Paisley kasabasında bu yöntem kullanılarak yapılmış. Evlerinin yapımında bu tür bir sarnıcı girişe inşa edenlere yosunlar atlı arabalarla servis ediliyormuş, yosuna ilaveten suyu arıtmak için kum ve çakıl da kullanılıyormuş.
1723 yılında Brezilya'ya Avrupa'dan gelen gemilere temiz su temin edecek sistem kurulmuş.
1746'da Parisli bilim adamı Joseph Amy, sünger, odun kömürü ile yün kullanarak su arıtmayı deneyen ve birleşik filtreler yapan ilk kişi olmuş.
1775'te Joseph Bramah İngiltere'de modern tuvaletin öncüsünü icat etmiş.
Bir şehrin suyunu arıtmak için ilk gerçek adım 1804'te İskoçya'da Greenock kasabasında atılmış; Robert Thom tarafından tasarlanan su arıtma tesisi yerel yönetim eliyle inşa edilmiş. Bu sistem sudaki bakterilerin yüzde 99'a varan kısmını gidermek adına kirli suyun kömürlerin arasına döşenmiş kumların arasından geçirilerek temizlenmesine dayanıyormuş. Filtreler için kullanılan malzeme, altı saatte bir yenileriyle değiştirildiği için sistem son derece yorucu ve masraflıymış; elde edilen su evlere atlı arabalarla dağıtılıyormuş.
1827 yılında lağım sularının aktığı Thames Nehrinden içme suyu sağladığı için kolera ve tifo salgınlarından başını kaldıramayan Londra'da, John Doulton ve oğlu Henry tarafından seramik su filtre sistemi icat edilerek denenmiş. Hayırseverler tarafından yaptırılan tuzla sırlanmış taştan çeşmeler Londra şehrinin içme suyu ihtiyacını gidermeye çalışmış.
1829'da James Simpson, ustası Robert Thom'ın çalışmasını geliştirmiş, evlere su boruları döşenmiş; herkesin güvenli içme suyuna erişimi olması bir rüyanın gerçekleşmesi gibiymiş.
1852 tarihli Metropolis Su Yasası Londra'ya sağlanan tüm suyun yavaş kum filtrasyonu ile arıtılmasını gerektiriyormuş.
1854 yılında İngiliz bilim adamı John Snow, kolera salgınının su pompalarının kanalizasyona bulaşmasından kaynaklandığını keşfedince suya klor ekleyerek su dezenfeksiyonunu başlatmış.
Yıllardır insan yanılgısı olan suyun tadı ve güzel kokmasının sağlıklı olduğu anlamına gelmediği gerçeği keşfedilmiş. Bu keşif, İngiliz hükümetini kum filtreleme ve klorlama kullanarak belediye su filtreleri kurmaya sevk etmiş. Çalışmalar kısa sürede Amerika'ya ve Avrupa'daki diğer ülkelere sıçramış.
En eski su arıtma yöntemlerinden biri suya klor katmak tekrar gündeme gelirken olumsuz sağlık etkileri ve belirli mikrop türlerini öldürmedeki etkisizliği nedeniyle su arıtma ve diğer saflaştırma tekniklerinin önünü açmış.
1851 ve 1862 Londra yılında Osmanlının da katıldığı Ticaret Fuar sergisinde Doulton'lar tarafından tasarlanan kimyasal aparatlar, erken dönem sağlık gereçleri, çok ilgi görmüş.
1862'de Fransız kimyager Louis Pasteur'ün bakteri araştırmaları ve mikrobiyolojideki ilerlemeleri ile bağlantılı olarak ilk karbon kartuş tipi filtre tasarlanmış.
1870'lerde Doulton kataloglarında lavabolar, klozetler, tuvaletler, banyolar ve diğer sıhhi tesisat ve armatürleri varmış; kişisel temizlik ürünleri konutlara girmeye başlamış.
1880'lerde çok fazla kum kullanılarak yapılan iptidai kum filtreleme sistemi nüfus artışına ayak uyduramadığı için yerini Amerika'da büyük kum filtrelerinin inşa edilmesine bırakmış. Ters akışlı suyla yıkayarak filtredeki tortuyu azaltmak, kokuyu alıp tadı düzelterek pıhtılaşmayı iyileştirmek için odun kömürü kullanılması ve çalkalayıcılarla duru su elde edilmesi arayışları mucitleri eski saflaştırma tekniklerini tekrardan incelemeye sevk etmiş.
1900'lü yıllara gelindiğinde elektrik kullanılmasının yaygınlaşmasıyla birlikte su arıtma tekniklerinde de devrim başlamış ve çok farklı teknikler denenmeye, geliştirilmeye başlanmış.
1902'de Belçika'da bir içme suyu kaynağında kalsiyum hipoklorit ve ferrik klorür karıştırılarak hem pıhtılaşma hem de dezenfeksiyon sağlanmış.
1903'te suyun tuzdan arındırılarak yumuşatılmasında yeni bir teknik icat edilmiş. Katyonlar, iyon değiştiricilerde sodyum veya diğer katyonlarla değiştirilerek sudan uzaklaştırılmış.
1906'da ozon ilk olarak Fransa'da dezenfektan olarak uygulanmış. Artık insanlar sudaki klorun olumsuz etkilerini önlemek için evlerine su ve duş filtreleri takmaya başlamışlar.
ABD'de 1914'te kamuya açık içme suyu standartları belirlenmiş, uygulanması da 1940'lara kadar sürmüş.
1972'de Amerika Birleşik Devletlerinde içme suyundaki kirlilik nedeniyle zarar görenlerin biyolojik ve fiziksel doğasını eski haline getirmek amacıyla "Temiz Su Yasası" yürürlüğe girmiş. Amaç ülkedeki tüm su kaynaklarının temizlenmesi, her şehrin bir su arıtma tesisi kurması, endüstrinin su kaynaklarına giren kirletici miktarını sınırlamak ve içme suyu kalitesini iyileştirmekmiş.
Yasalarda ne yazarsa yazsın, uygulamalarda insanın çılgınca doğal kaynakları kirletme ve savurarak tüketme eylemi devam ediyor. Düşünsenize, Latin Amerika ülkelerinde bir milyar insan kirli su içmek ve kullanmak zorundaymış, her yıl yaklaşık 2 milyon insan kirli su nedeniyle ölüyormuş.
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının yıkıcı etkilerinden sonra hızla gelişen sanayi üretimi ve ardından yaşanan teknolojik devrim bir yandan insan hayatını kolaylaştırarak yaşam süresini arttırmaya çalışmış ama bir yandan da kaynakların acımasızca kirlenmesine yol açmış. Kirlilik nedeniyle soyları tükenen hayvanlara sanayinin pisliği ile kirlenen sular, solunması güç hava eklenmiş.
Denebilir ki, insan kirlettiği doğaya çare ararken yitirdiği su kaynaklarını tekrar kazanmak, temizlemek ve yerine göre de deniz suyunu da arıtarak ihtiyacına çare arıyor. Bu konuda başarılı örnekler de var; mesela deniz suyunu arıtarak kullanan Körfez ülkeleri susuzluğa çoktan çare buldular.
Geçtiğimiz aylarda BBC Türkçede paylaşılan bir habere göre bugün dünya üzerinde çoğunluğu Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt gibi körfez ülkelerinde olsa da İngiltere, Çin, ABD, Brezilya, Güney Afrika ve Avustralya gibi ülkelerde de faaliyet gösteren 20 bin civarında deniz suyunu tuzdan arındırma tesisi varmış.
2014'te dünyanın en büyük 500 kentinde yapılan araştırma sonuçlarına göre görmemiz gereken şu ki İstanbul da içme suyunun tükenme riski içinde olan 11 büyük şehirden biri. Susuz kalmamak için yol yakınken önlem almak, gittikçe ucuzlayan ve teknolojinin sunduğu imkânlarla yatırımlara çoklu seçenek şansı veren yeni gelişimleri izlemek, acilen karar vermek, adım atmak gerekiyor.
Susuzluk kapımızı çalıyor… Özellikle İstanbul ve diğer büyük şehirlerimizdeki nüfus her geçen gün artarken su kaynaklarımız hem kirleniyor hem de azalıyor. Son yıllarda dünyanın dört bir yanında yüksek sesle söylenen ve dikkat çekilen tehlike artık çok belirgin bir şekilde bizi de bekliyor. Her geçen gün temiz suya olan ihtiyaç büyüyor, çok yakın yıllar içinde insafsızca kirletmeye başladığımız kaynaklar elimizden hızla kayıp yok oluyor. Deniz suyu arıtma tesislerini yaygınlaştırmak ve bu konuda teknoloji üretebilmek kısa ve orta dönemde çare olacaktır, düşüncesindeyim.
Lağım çukuru haline getirdiğimiz Marmara Denizinin kirliliğinin farkında olmayanımız var mı? Yer altı sularını bitirdiğimiz için tehlikenin eşiğinde olan İç Anadolu Bölgemizin yakın yıllara kadar tahıl ambarımız olduğunu nasıl da unuttuk değil mi? Oysa artık buğday ithal eden bir ülkeyiz.
Okul kitaplarında yeşilin 500 tonunu barındırdığını övünerek okuduğumuz Bursa Şehrinin Valisi Sn Yakup Canbolat, Dünya Su Günü kapsamında düzenlenen etkinlikte yaptığı konuşmada kentin 80 günlük suyunun kaldığını söylemiş. Farklı özelliklerde termal su kaynaklarını aynı alanda barındırdığı için dünyada termal konusunda özel bir yeri olan Bursa şehrimizin ovası da kirlilikten payını alıyor zaten.
Yapılaşmaya açılan, bağrı betonla doldurulan nadide Bursa Ovasının çok yerinden sanayi üretimi için gizli ya da açık olarak yer altından çekilen suyun yüzlerce kimyasal ile kirletildikten sonra farklı derinliğe gönderildiğinin konuşulduğunu acaba Sn Vali ve yetkililer de duymuşlar mıdır? Yeraltının tertemiz rezervini kirleten bu ahlaksız yöntemin ülkemizin çok yerinde kontrol edilemeyen sanayi üretiminin başvurdurduğu bir şey olduğu yönünde söylenenleri dikkate almak gerekiyor. Konuyla yakın ilgisi olan dostlarımdan duyduğum ve izlediğim kadarıyla kanaatim şu ki, Marmara Bölgesinin çok yerinde kumaş boyası ile kirletilmiş su, akarken izleyene keyif (!) yediğimiz meyve ağaçlarına, ekili alanlarımıza da hayat (!) vermeye çalışıyor.
Siz de aynı fikirde değil misiniz, her bakımdan arınmaya, özümüze - doğamıza dönmeye ihtiyacımız yok mu? İnsanı "insan" yapan erdemlerle bezenip kirletmeden ayakta kalabilmek sanıyorum göz kamaştırıcı bir hızla gelişen teknolojinin de kolayca beceremeyeceği bir şey!
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
https://www.lenntech.com/history-water-treatment.htm
http://www.historyofwaterfilters.com/water-discovery.html
https://www.wfa.com.au/history-water-filters/
https://www.eosconsultores.com.br/historia-saneamento-basico-e-tratamento-de-agua-e-esgoto/
https://www.europa.com.br/blog/agua-purificada-antigamente
https://www.welltec-wasser.de/de/ratgeber/lesen/die-geschichte-vom-trinkwasser
https://royalgreen.com.tr/geschichte-der-wasseraufbereitungsmethoden-und-geraete/
https://www.primato.gr/unsere-nachrichten-de/die-geschichte-der-wasserfilter-bis-heute/
https://cleanwater.ie/the-history-of-water-filtration/
https://www.wmoda.com/water-of-life/
https://abzlocal.mx/details-200-background-of-water-purification/
İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |
İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş
Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor
Yumurta, yüzbinlerce yıldır sofrada olmuş; tek başına yenilmesi yanında, çok şeyle birlikte de pişirilmiş
© Tüm hakları saklıdır.