10 Kasım 2019

Mor: Doğanın gizemli rengi

Mor, tarih boyunca en pahalı, en ulaşılmaz renk oldu

Sevenleri şaşırmasın, "mor" insanoğlunun yüzyıllar boyunca nasıl elde edileceğini bilmediği ve bu yüzden de kullanamadığı bir renk olmuş. Prehistorik ve neolitik çağlarda Fransa'da bulunan mağara resimlerinde manganez ve hematit taşı kullanılarak bu renkte çizilmiş hayvan resimleri var ama Finikelilerin bir çeşit deniz salyangozundan elde etmelerine kadar gizli kalmış! Efsaneye göre, Fenikeli Tanrı Melkarth'ın köpeği bir çeşit deniz kabuğunu ısırdıktan sonra ağzı mora boyanmış ve böylece insanoğlunun morla tanışmasının, kullanmasının zaman tüneli içindeki yolculuğu başlamış. Bugünkü Lübnan sınırları içerisinde kalan ve limanı ile ünlü Sur Antik Kenti civarında bulunan bu teknikle 5-10 gram mor boya elde edebilmek için on binlerce deniz salyangozu telef ediliyormuş. Desenize giyimin, kuşamın ve modanın gözü bu yıllarda da karaymış.

Fenikeliler, Kenan halkından öğrendikleri ticaret ile Antik Çağ'da mor ve tonlarındaki boyaların hem üreticisi hem de pazarlayıcısı olmuşlardır. 'Fenike' sözcüğünün de 'Phoinikes'ten yani 'kızıl'dan geldiği iddia ediliyor. Tarih öncesinde yapılan deniz ticareti ile Akdeniz'in çok yerinde boy gösteren ve gerek maddi gerekse de kültürel anlamda döneminin gelişkin toplumlarından biri olarak Suriye ile Lübnan'ın Akdeniz kıyı şeridinde yaşamış olan Finikelilerin bugünkü yaşamımıza mor dışında 2 önemli katkısı daha var. Bunlardan biri alfabe, diğeri de cam. Ne dersiniz, gönül dolu bir teşekkürü hak etmiyorlar mı?


İnsanın mor ile tanışması, Finikelilerin bir çeşit deniz salyangozundan elde etmeleri sonrasında başladı.

"Murex brandaris", "m. trunculus" ve "purpura haemastoma" adlı kabuklu deniz hayvanlarının bazı cinslerinden çıkartılabilen mor renk bulunmuş ama üretebilmek kolay bir şey değilmiş. Neredeyse ağırlığından daha fazla altına mal oluyor ve çok da zor elde ediliyormuş. Fakat kalıcı olması, yani boyanan kumaştan kolay çıkmaması ve güneş ışığına maruz kaldıkça parlaklığının artması sebebiyle ona olan talep hiç azalmamış. Nadideliği yüzünden tarih boyunca imparatorların rengi olmuş, hatta halk tarafından kullanımı neredeyse her kültürde yasaklanmış. Yüzyıllarca "Sur firfiri" ya da "Sur moru" olarak da adlandırılan bu renk, uzun yıllar boyunca sadece kraliyet ailesinden kişilerin onurlarını, otoritelerini ve zenginliklerini yansıtmış. 

Aslında renkler konusunda iyi değilim. Yazımın bazı yerlerinde mor, bazı yerlerinde de erguvan yazdım. Her ne kadar benim yaptığım gibi mor ile eflatunu genelde birbirinin yerine kullanıyor olsak da, bu iki renk arasında farklar varmış. Araştırınca ilginç şeyler buldum; mor her ne kadar eflatuna, yani menekşe rengine benzese de, bu iki rengin arasında ışık tayfında yani insan gözünün algılayabildiği ışık türündeki dalga boyunları açısından farklar varmış. Eflatun 380–420 nm ölçülerinde kendine özgü bir dalga boyunda temel bir renkmiş. Oysa mor, kırmızı ile mavinin karışımıyla elde edilen ikincil bir renkmiş. Diyorum ki, izin verin, ton farklarını bir yana koyalım ve hem mor, hem de erguvan renklerinin peşi sıra gidelim.

Erguvan (Cercis siliquastrum), baklagiller (Fabaceae) familyasından, 10 metreye kadar boylanabilen, tek gövdeli, yaprak döken, çalı görünümünde bir ağaççık. Çiçekleri, 7 - 12cm civarlarında, dairemsi yapraklı, dip kısmı kalp şeklinde, ucu yuvarlak. Gençken kırmızımsı ve mor gibi ama sonrasında mavi ile yeşile yakın. Diğer bir önemli özelliği de toprağa azot salgılaması ve Nisan - Mayıs aylarında salkım çiçeklerini yapraklanmadan önce açması.

Erguvan rengi elde etmek de mor gibi zormuş. Antik çağda bir çeşit böcekten (coccus ilicis) elde edilen kırmızı rengin bir türevi olarak sağlanabiliyormuş. Bir böcekten ancak birkaç damla renk maddesi elde edilebildiği için erguvan rengi de yıllarca sadece soylulara yakın olmuş.

Büyük İskender'de de, coğrafyacı, matematikçi ve astronom olan İskenderiyeli Batlamyus da mor giyerlermiş. Roma İmparatorluğu'na mor rengi Etrüsklerin tanıttığı sanılıyor. M.Ö. 47 yılında Roma'ya imparator olmak isteğiyle yanıp tutuşan Sezar, senatonun karşısına çıktığında bu isteğini belli etmek için terzisine erguvan çiçeği renginde bir giysi diktirmiş.

Hristiyan inanışına göre Hz. İsa, Romalılar tarafından çarmıha gerilmeye götürülürken üzerine erguvani bir bez atılarak aşağılanmış. İhanet eden havarisi Yahuda (Judas) da kendini erguvan ağacına asmış. Denilen o ki, aslında beyaz olan erguvan çiçekleri, o gün utancından erguvan rengine dönüşmüş. Erguvan ağacına 'judas tree' denilmesi ve mor rengin mecazi kullanımda farklı dillerde de "morarmak" anlamında gelmesi bu yüzdenmiş.

Mor, Bizans olarak bildiğimiz Doğu Roma'nın kutsal rengi! Bizans imparatorları mor giysiler, mor ayakkabılar giyerler ve mor odalarda yaşarlarmış. Mor Bizans'ta öylesine önemli olmuş ki, imparatorlar mor salonlarda tahta çıkar, öldükten sonra da mor lahitlere konulur, imparatoriçeler tümüyle mor renkte döşenmiş odada doğum yaparlarmış. Böylece kraliyet ailesine doğan çocuk o anda morun yüce üstünlüğü ile tanışır ve bu ayrıcalığı yaşam boyu taşırmış. Konstantin Porphyrogenetos bunlardan biri; ''mor odada doğan'' anlamına gelen adını gözlerini dünyaya açtığı anda kazanmış.


Mor, çok yakın tarihlere kadar, sadece imparatorların kullandığı bir renk oldu.

Erguvan en soylu kefendir

Bizans tarihinde 532 yılında yaşanan Nika ayaklanması sırasında, ölümle moru bağdaştıracak bir efsane var. Denilen o ki, otuz bin kişinin katledildiği bu ayaklanma sırasında İmparator Jüstinyen ümitsizliğe kapılıp İstanbul'dan kaçıp gitmek isterken karısı Theodora tarafından şu sözlerle kalmaya ve savaşmaya ikna edilmiş; "Jüstinyen, gemilerin hazır, yeterince paran da var; istersen Konstantinopolis'i terk edebilirsin. Ama ben hiçbir yere gitmiyorum. Benim inancıma göre erguvani imparatorluk pelerinini bir kez giyen bir daha çıkarmamalıdır; erguvan en soylu kefendir". Morlar içinde ölmenin istencinden olsa gerek, Jüstinyen kararını değiştirmiş; gitmemiş ve ayaklanmayı bastırmış…

Aradan 1000 yıla yakın bir zaman geçmiş ve 29 Mayıs, 1453 Salı günü, iki aya yakın süren kuşatmanın ardından Fatih Sultan Mehmet önderliğindeki Osmanlı ordusu İstanbul'a girmiş. Rivayete göre, kendi askerleriyle birlikte savaşarak ölen Konstantin'in cesedi, binlerce ölü Bizans askerinin arasından pembe çizmeleri sayesinde fark edilmiş. Homeros'a göre Helenistik çağlardan beri "Tanrı gücüne sahip kralların rengi olan mor," Bizans'ın aşılmaz denilen surlarını bu kez koruyamamış ve mor renk Osmanlı hâkimiyetine geçen İstanbul'da ekalliyetten çekilmiş.

İlginçtir, Bizans'ın kuruluşu olan '11 Mayıs' aynı zamanda İstanbul'da erguvan çiçeğinin açılış tarihi. İstanbul'un Osmanlı hâkimiyeti altına girmesi de, erguvan zamanında. Yani erguvan, tarihin her döneminde İstanbul'un simgesi olmuş, özdeşleşmiş. 

Osmanlının renklerle düşünceleri ifade yöntemi, batı dünyasını her zaman şaşkınlığa uğratmış ve yol gösterici olmuş. Bir elin uzattığı çiçek kırmızıysa aşkı, beyazsa saflığı, pembeyse duyarlılığı, sarıysa da unutulmayı anlatırken, mor hep alçakgönüllülüğü ifade etmiş. Desenize, bu renk Bizans'tan Osmanlı payitahtına geçerken tam manasıyla zıt bir anlam üstlenmiş…

Latince adı 'cercis siliquastrum' olan Akdeniz tipli erguvan ağacı, Osmanlı'da baston yapımında kullanılmış, salatalar, erguvan çiçeği katılarak yapılmış. Şamanlar ise hastalıkları kovmak için erguvan kabuklarını kaynatıp içerlermiş.

Roma ve Pers imparatorluklarının yanı sıra, İngiltere'de de mor renk kraliyet ailesini simgeler hale gelmiş. 1533 - 1603 yılları arasında İngiltere Kraliçesi olan I. Elizabeth, kendisi ve kraliyet ailesi dışında kalanların mor renkte giysiler giymelerini yasaklamış. 1547 yılında, 8. Henry tarafından vatana ihanetle suçlanan Surrey Kenti kontu Henry Howard'ın dosyasında sadece kraliyet ailesinin giyebileceği mor renkli elbiseler giydiği de varmış. Kısacası İngiltere'de de mor rengin ayrıcalığı hiç dinmemiş. Değeri hakkında bir fikir oluşturmak için söylüyorum, 1558 – 1603 yıllarında İngiltere tahtında oturan 1. Elizabeth döneminde yarım kilo mor boyanın ederi 1,5 kilo altın kadarmış. Bu da bugünün altın fiyatlarıyla hesaplandığında 50 bin doların üstünde bir değere denk eliyor.


İngiliz kimyager, William Henry Perkin, sıtma ilacı üzerinde çalışırken tesadüfen sentetik mor rengi buldu.

Hiçbir ülke ya da krallığın bayrağında mor renk yok

Bu bayrak konusunu bilmiyordum, BBC'nin bir yazısından aldım. Morun genel kullanıma girmesi ve herkesin elde edebileceği bir renk haline gelmesi ise 1856 yılında, İngiliz kimyager William Henry Perkin'in şans eseri mor rengi keşfetmesiyle mümkün olmuş. Perkin'in de ilginç bir yaşamı var. 13 yaşında bir çocukken City of London School'da kimya okumaya başlamış. Kimyaya olan ilgisini fark eden hocalarının da desteğiyle 15 yaşına geldiğinde Kraliyet Kimya Enstitüsü'ne davet edilmiş ve ünlü hocalarla çalışma imkanı bulmuş. Londra'daki evine kurduğu laboratuvarda sıtma ilacı üzerinde çalışırken tesadüfen "mor" rengi ve ilk sentetik boyayı bulmuş. Kısa zaman içinde de geliştirmiş, kendi fabrikasını kurmuş ve üretime başlamış. 18 yaşında Perkin'in efsanevi buluşuyla birlikte mor renk yavaş yavaş statü sembolü olmaktan çıkmış ve herkesin kullandığı bir renge dönüşmüş.

1900'lü yılların başında, kadınların oy kullanma konusunda verdikleri mücadelede kullandıkları mor, kazanımlarının anayasalara girerek yasalaşması sonrasında da hoş bir simge olarak anılmaya devam etmiş. Nazi toplama kamplarında, 4 semavi dinin dışındaki inanç sahiplerinin göğüslerine büyükçe bir mor üçgen takmışlar.

Mor edebiyatta da sanatta da çok kullanılan bir tema! Bakın Attila İlhan, Ayrılık Sevdaya Dahil şiirinin bir yerinde nasıl kullanmış "mor" rengi; hırsla, özlemle, Bilge'ce:

rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan

2 Eylül 1989 tarihinde, Güney Afrika'nın Cape Town kentinde, ırkçı rejime karşı yapılan gösterilerde polisin kullandığı mor renkli boyalı su, o günleri hatırlatan utanç simgesi olarak hala konuşuluyor.

İstanbul'da 2002 yılından itibaren düzenli olarak yapılan "Erguvan Şenlikleri" kapsamında farklı yıllarda dikilen erguvan ağaçları büyüdükçe daha görünür ve daha çok sevilir hale geleceği kesin. Zaten bu sevgi o kadar belirgin ki, İstanbul halkı İETT otobüslerinin rengini seçmek için yapılan oylamada tercihini iyi ki, erguvandan yana kullandı da, şehrin gözü gönlü açıldı.

Gördünüz, tarih sahnesinde renkler de, onları giyenler de, günlük yaşamda kullanarak yaşatanlar da hatırlanıyor; hoş bir seda olarak iyi ve kötü hatıralarıyla anılıyor. Renkleriniz bol olsun, yaşamınızda gökkuşağı sık görülsün efendim.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Da Vinci’den önceki ve sonraki “Son Akşam Yemeği” tablolarının öyküsü

“Son Akşam Yemeği” temalı çizimler Leonardo Da Vinci’den tam 1300 yıl önce de tasarlanmış

Koleksiyoncunun kaleminden: Kurabiyenin öyküsü

İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Eski gazetelerden kasım ayı gündemleri

Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor

"
"