22 Ekim 2023
Koleksiyoncu bu yazısında insanlığı bugün ulaşılan bilgi çağına taşıyan, hatta sıkı sıkıya çivileyen en önemli tasarımlardan birinin de "çivi" olduğunu, bir çivi parçasının yaşamı nasıl şekillendirdiğini anlatmaya çalışacak. Günlük yaşamda kullandığımız her küçük şeyin ardında görkemli bir tarih olduğunu vurgulayarak!
Çivi deyip geçmeyin, günlük yaşamın vazgeçilmezlerinden olan çivinin de ardında binlerce yıllık gizemli bir tarih var; sayısız insan aklının emeğiyle birlikte ürettiği binlerce yıla mâl olmuş tasarımın izleri var.
İnsanın varoluş sürecinde çiviyi keşfedebilmek için bile binlerce yıl beklemiş; doğayı örnek alarak yaptığı tasarımlarında çivinin birleştirici gücünü kullanabilmek adına farklı coğrafyalarda ve farklı zaman dilimlerinde yapılan çalışmalarını birbirine eklemiş.
Çivi genelde metal olsa da ağaç, kemik, taş, deri, deniz kabuğu, fildişi, boynuz, kaplumbağa kabuğu gibi farklı malzemelerden de yapıldığı olmuş; bağlantı – birleştirme öğesi olma dışında yerine göre askı ya da dekoratif bir nesne olarak da kullanılmış. Genelde bir ucu kolay çakılmasını sağlayacak şekilde sivriltilmiş, -neredeyse tüm zamanlarda- başı darbeyi en ucuna iletebilecek şekilde düz olarak tasarlanmış.
Tam olarak ilk çivinin nerede ve ne zaman icat edildiği bilinmese de, erken dönemlerde kullanılan çivilerin muhtemelen önce bronzdan ve bakırdan yapıldığı, daha sonra dövme demirden üretildiği düşünülüyor.
Arkeolojik çalışmalardan ortaya çıkan veriler ışığında bilinen ilk çivinin MÖ 3400'lü yıllarda Eski Mısır'da kullanıldığı düşünülüyor. Antik Mısır Medeniyetini gün ışığına çıkarmak adına yapılan kazılarda bulunan bronz çivilerin bugün üretilenlerle aynı karakteristik şekil ve tasarıma sahip olması bilim çevrelerini şaşırtmış, insan aklının mükemmele ulaşma yolculuğunda her çağda doğadan bulduklarını kullandığını gözler önüne sermiş.
Çivi binlerce yıl boyunca döküm sonrasında çekiçlerle dövülerek teker teker şekillendirilmiş, bu da onları nadir bulunan, değerli kullanım eşyası olarak pahalı hale getirmiş. İnsan çivi yazısıyla kendini ifade etme fırsatı bulmuş, yaşadıklarını geleceğe aktarmış.
Fransa'nın Kuzeyindeki La Chêne'de yürütülen arkeolojik kazılarda, keresteden yapılan bir mezarın içinde gömülü halde bulunan Demir Çağı'nda yaşamış bir kadına ait iskeletten çıkan "diş implantı" ilgili çevrelerde ciddi anlamda heyecan yaratmış. Öldüğünde 20-30 yaş aralığında olduğu tespit edilen kadının üst kesici dişinin yerinde bulunan demir çivinin, ahşap veya kemikten yapılan bir takma dişi tutmak için kullanılmış olabileceği ve zamanla bu protezler çürüyüp yok olsa da, metal çivinin yerinde kaldığı sanılıyormuş.
Çiviler çoğunlukla bağlantı elemanı olarak kullanılsa da, insanın manevi dünyasında da yer almış, çok kutsallı inançlarda çivi her dönemde gizemli bir güç unsuru olarak kullanılmış. Heykeller, tılsımlar, maskeler üzerinde çiviler kullanılmış, çivinin gücü etrafında ritüeller oluşmuş.
Farklı coğrafyalarda yapılan büyülere çiviler saplanmış, çivinin acı veren bağlayıcı özelliğine öykünülmüş.
On binlerce yıldan bu yana evrilerek günümüze dek gelen Afrikan'ın yerel inançlarında geleneksel olarak çivi simgesi yaşamın her alanında var olmuş, maskeler, tılsımlar, heykeller, anıtlar çivilenmiş.
Kutsal kitaplarda bulunan çiviyle ilgili bölümler çivinin ne derecece yaşamın içinde olduğunu her dönemde göstermiş; yazılanlara göre Kral Davut çivi yapmak için bir taraftan demir cevheri temin etmeye çalışmış. Dört bir yandan getirttiği çivileri de görkemli Süleyman Tapınağının inşaatında kullanmış.
Mitolojik metinlerdeki şekliyle Kenan ülkesinden gelerek İsrail halkını yirmi yıl yöneten zalim komutan Sisera, şehre yapılan saldırıdan kaçarken Heber'in çadırına sığınmış, uyuyakaldığında Heber'in karısı Jael tarafından beynine çivi saplanmış.
İncil çiviyle ilgili çok sayıda referans verse de en bilineni tabii ki İsa Mesih'in çarmıha gerilmesi, ellerinden çivilenmesi olmalı.
Geçtiğimiz yıllarda dünya basınında yer alan bir habere göre Çekya'nın Güney Bohemya ilinde yer alan Milevsko manastırında, Aziz İlyas Kilisesinde yapılan arkeolojik araştırmalarda ilginç bir bulguya rastlanılmış.
12. yüzyılda Romanesk tarzda inşa edilmiş kilisenin modern yöntemlerle taranması ve üç boyutlu olarak modellenmesi sırasında bulunan 6 m uzunluğundaki gizli bir koridor içinde hayvan ve insan kalıntıları bulunmuş, bir de küçük bir oda saptanmış. Odanın duvarındaki bir oyukta, altın ve gümüşle süslenmiş üzerine haç ve Iesus Rex (İsa Çar) anlamına gelen "IR" harfleri oyulu ahşap kutu kalıntıları tespit edilmiş, kutunun içinden bir çivi ile altın haç çıkmış.
Uzmanlar bulunan çiviyi gizli odaya saklayan kişilerin İsa'nın çarmıha gerilmesine şahit olduklarını düşünmüşler, radyokarbon analiz sonuçları da kutunun yapımında kullanılan meşe ağacının 260 ila 416 yıllarına ait olduğunu belirlemiş.
Çivi kullanılarak yapılan teknelerin farklı coğrafyalar arasında dolaşması ticareti arttırması yanında farklı kültürleri birbirine yakınlaştırmış, medeniyetlerin birbirini tanıması ilişkileri derinleştirmiş.
Romalılar Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarından öğrendiği çivi yapımını bronz, bakır ve demir kullanarak devam ettirmiş, gümüş gibi değerli malzemelerden yapılmış bağlantı elemanları da kullanmışlar.
Roma İmparatorluğu döneminde yetenekli demirciler arasından seçilen "çivi ustaları" ısıttıkları cevherden elde ettikleri metali belli boylarda kesip döverek, ucunu sivriltip bir deliğe yerleştirip çakarak seri olarak çivi üretmişler. Görece standartlaştırılmış yaygın çivi üretimi Roma şehir yaşamında yapılaşmayı desteklemiş, imparatorluğun genişlemesine katkı vermiş.
Roma İmparatorluğu ele geçirdiği topraklarda da çivi üretimini sürdürmüş, üretim tekniğini sınırlar ötesine taşımış. İngiltere'nin Perthshire şehrindeki kalıntılarda yapılan arkeolojik araştırmalarda Roma ordusunun Inchtuthil Kalesini M.S. 86 - 87 yılları arasında terk ederken ardında tam yedi ton yani aşağı yukarı 1 milyon adet çivi bıraktığı keşfedilmiş.
İngiltere'de Orta Çağ'da "nailer" veya "nailor" olarak bilinen zanaatkâr çiviciler görece standart yöntemlerle çivi yapmaya çalışmışlar.
1500'lerin sonlarına gelindiğinde, el yapımı çiviler için ince kare kesitli demir çubuklarla kesme işinde büyük ölçüde iş gücünü azaltan fabrikalar ortaya çıkmaya başlamış. Eritilmiş demir düşük kaliteli çelik üretir gibi karbonla karıştırılıp ucu elde dövülerek kare şeklinde sivriltilince, çekiç kullanılarak baş kısmı kesiliyormuş. İngiltere'de 1590 yılında tasarlanan çivi kesme değirmeni, çivi çubuklarının üretimini basitleştirmiş olsa da, çivi yapım sürecini mekanize etme çabaları devam ediyormuş.
Temelde işgücü yoğun bir zanaat olan çivi yapımında kullanışlılık, görece standart boyutlar ve yüksek işgücü girdisi, çivileri değerli bir takas malı haline getirmiş. Bugün de kullanılan İngiliz para değeri olan "Peni" terimi, çivileri ifade ederek -muhtemelen- Orta Çağ İngiltere'sinde, yüz çivinin fiyatını tanımlamak için ortaya çıkmış. Standartlaştırılmaya çalışılan günlük yaşamın değerli çivileri artık gayri resmi bir takas aracı olarak kullanılıyormuş.
Konunun uzmanları çivinin kültür tarihini üç aşamada inceliyorlar. Yetenekli demirciler tarafından aşağı yukarı aynı teknikle demir veya çelik çubukları ısıtıp çekiçle elle döverek tek tek tasarlanan çivi üretimi neredeyse benzer şartlar altında binlerce yıl sürmüş; 18. yüzyıla kadar devam etmiş. Başı ezilerek düzleştirilen ve sivri ucu şekillendirilerek tek tek üretilen çiviler pahalıymış. Üretim sürecinin yavaş ve maliyetinin pahalı olması yanında kalitesinin değişkenlik göstermesi mucitleri her dönemde düşündürmüş, standart bir tekniğin bulunması konusunda projeler üretilmiş.
İsveç'te 1700'lerin başlarında Christopher Polhem, otomatik olarak çivi kesebilecek bir makine üretmiş. Polhem'in çivileri dikdörtgen kesitleri nedeniyle kesilmiş çiviler veya kare çiviler olarak biliniyormuş. 1914 yılına kadar devam edecek bu süreçte üretilen "kesilmiş çiviler" çivinin tarihinde yeni bir kapı açmış, bir dönem bu üretim şekli çok popüler olmuş.
1775 yılında makasla demir şeritlerini kesen ve çekiç darbesiyle çivinin başını tasarlayan Jeremiah Wilkinson kesilmiş çivinin icadına adını yazdırsa da o yıllarda pek çok demir ustası çivinin üretim sürecini makineleştirmenin yollarını arıyormuş.
1794 yılında buzdolabının da mucidi olarak bilinen Jacob Perkins, suyla çalışan bir çivi kesme makinesi icat etmiş ve ölçekli olarak çivi üretmeye başlamış. 16 Ocak 1795 tarihinde ABD'deki ilk çivi kesme makinesinin patentini alan Jacob Perkins, çeşitli boyut ve uzunluklarda saatte 6.000 kapasiteyle seri çivi üretimine başlamış.
19. yüzyılın ortalarına doğru kesilmiş çiviler hızla popüler hale gelmiş, inşaatlarda, gemi yapımında ve diğer endüstrilerde yaygın olarak kullanılmaya başlanmış. Daha önceki el yapımı çivilerden çok daha güçlü olmasının yanında belli bir standarda oturarak maliyetleri düşen kesilmiş çivi üretimiyle evler her zamankinden daha hızlı ve daha ucuza inşa edilebiliyor, başlayan sanayi devrimi içinde üretilen çok şeye çiviler verimli bir şekilde hizmet edebiliyormuş.
1820'li yıllarda zirveye yerleşen kesme çiviler kendini yineleyemediği için mükemmeli arama yolunda çivinin tasarım süreci devam etmiş; sırada 1860 yılından günümüze dek gelen yeni bir tekniğin doğum sancıları yaşanıyormuş.
1790 - 1820 arasında, Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere'de demir çubuklardan çivi yapma sürecini otomatikleştirmek ve hızlandırmak için çeşitli makinelerin icat edildiği bir dönem yaşanmış; seri üretim için yeni yöntemler geliştirilmiş.
1810'larda, demir çubuklar tezgâhta belli bir açıda kesiliyormuş, kesilen her çivi daha sonra otomatik olarak elle kavranmasına olanak tanıyacak şekilde konik bir tünelden geçirilerek başları düzleştiriliyormuş. Demir bir çubuktan kesilen çivilerin uçlarına takılan başlıkların ayrı bir makine aracılığıyla eklenmesi yöntemi 1820'li yıllara kadar devam etmiş.
Çivi imalatındaki bir sonraki önemli gelişme 19. yüzyılın başlarında tel çivilerin icadıyla gelmiş. Tel çiviler, bir dizi kalıptan geçirilerek istenilen çivi şekline dönüştürülerek oluşturulmuş. Tel çivi günümüze kadar gelen şekliyle her coğrafyada yaygın olarak kullanılmış; verimli üretime ve daha düşük maliyetlere olanak sağlamış.
Artık çivi tarihinin günümüze dek gelen üçüncü perdesi açılıyormuş, bugün kullandığımız binalarımızın biçiminde, inşaat yöntemlerinde ve çok alanda rol oynayacak tel çiviler yaşam sahnesinde yerini alıyormuş.
1886'da, Amerika Birleşik Devletleri'nde üretilen çivilerin yüzde 10'u yumuşak çelik tel çeşidiymiş, 1892 yılında çelik tel çiviler, kullanılan başlıca çivi türü haline gelmiş. Öyle ki, 1913 yılında üretilen tüm çivilerin yüzde 90'ını tel çiviler oluşturuyormuş.
Tel çiviler boyut ve şekil bakımından o kadar çok beğenilmiş ki, inşaat zamanları kısalmış, dayanıklılık artmış, isteğe göre tasarlanmış, farklı materyallerden de üretilmiş. İlk çivi yapımcılarının yalnızca hayal edebileceği çok çeşitli boyutlarda ve şekillerdeki tel çiviler piyasada zenginlik yaratıyormuş.
İngiltere, Sanayi Devrimi sürecinde dünyanın en büyük çivi üreticisi olmuş. Amerikan Devrimi döneminde İngiltere'den getirilen çiviler yüksek maliyeti ve yeni yeni gelişen ülkenin iç kısımlarına ulaşımının zorluğu yüzünden çok sıkıntı çekilmiş. Amerikan kolonilerindeki ticaretin büyümesini teorik olarak sağlamak için 1750 yılında "Demir Yasası" çıkarılmış.
Bu yıllarda aileler genellikle evlerinde ilkel şartlarda da olsa çivi üretim düzenlemelerine sahipmiş; geceleri ve kötü havalarda gerek kendi kullanımları gerekse de takas amacıyla çivi yapmak geleneksel bir uygulamaymış. Sonrasında Amerikan Başkanı olacak Thomas Jefferson o yıllara ait bir mektubunda şöyle yazmış: "Özel çabalarımızda sürdürdüğümüz her dürüst işin saygın kabul edilmesi büyük bir avantajdır; kendim de bir çivi yapıcısıyım."
Çiviye olan erişimin zorluğu yüzünden özellikle Amerika'da sık sık terk edilmiş evler çivileri yüzünden kasıtlı olarak yakılmış. iİnsanlar yaktıkları evlerin küllerinin, yıkıntılarının arasında çivileri topluyormuş. Bu durum Virginia Eyaleti'nde o kadar büyük bir sorun haline gelmiş ki, insanlar boşalttıkları evlerini yakmasınlar diye bir yasa bile çıkarılmış.
Çiviler sanatın her alanında kullanılmış, yüklenen farklı imgeler her dönemde çiviyi sanatta sık kullanılan bir nesne halinde tutmuş.
Çiviler ucuz ve yaygın olarak bulunur hale geldikten sonra yüzey süsleme yöntemi olarak halk sanatında yer bulmuş; kaynak veya lehimleme ile çivilerden heykeller yapılmış.
Çiviler farklı kültürlerde dini veya mistik imgeler eşliğinde tasarlanmış şekilde işlenmiş, tapınaklarda, ev kapılarında ve genele açık sosyal paylaşım alanlarında kullanılmış.
Su altı müzelerinde sergilenen batıklardan çıkarılmış çiviler insanın farklı coğrafyalara seyahat etme isteğinin binlerce yıllık öyküsünü anlatırken doğayı örnek alan tasarımların gücünü de gösteriyor olmalı.
İnsan hayatını şekillendiren her şey gibi çivi de günlük yaşama çivi çakarak bugünün değerlerini geleceğe taşıyan koleksiyonerler tarafından toplanıyor, şehirlerin tarihini şekillendiren çiviler müzelerde sergileniyor.
Eskiye ait bir çiviniz varsa sahip çıkın, küçük bir çivinin ardındaki yaşanmışları gelecek kuşaklara göstermek adına -bence- onu belirgin bir yere koyarak saklayın.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
https://www.aftfasteners.com/blog/fasteners-the-history-of-the-nail/
https://www.byrdie.com/history-of-nail-polish
https://amesburycarriagemuseum.org/news/2019/7/28/jacob-perkins-and-his-amesbury-nail-factory
https://sputniknews.com.tr/20201222/hz-isanin-carmiha-gerildigi-civi-bulundu-iddiasi-1043447752.html
İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |
İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş
Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor
Yumurta, yüzbinlerce yıldır sofrada olmuş; tek başına yenilmesi yanında, çok şeyle birlikte de pişirilmiş
© Tüm hakları saklıdır.