30 Ekim 2022

Antroposen çöp çağı; çöpün kültür tarihi (2) | İnsan "attıklarıyla atmadıklarının toplamı"

1714 yılında İngiltere'de her şehrin kendine özgü çöpçü kadrosu oluşmaya başlamış ama sanayi devrimi öncesindeki atık fikri çok farklıymış; çöp kavramı sadece organik maddeleri, odun, kül, tekstil ve gıda malzemelerini içeriyormuş. Kumaşlar, yırtık pırtık giysiler, kırık çömlekler ve mobilyalar mümkün olduğunca onarılıp gerekirse başka amaçlarla kullanılıyormuş

Çöpün kültür tarihini anlatmaya çalıştığım ve süreci 12 bin yıl öncesinden başlattığım ilkyazımı okuyanlar hatırlayacaklardır, insan dışında hiçbir canlının gezegenimizi kirletecek şekilde atığı olmadığını, ne doğanın ne de bizim dışımızdaki varlıkların var oluşlarına ihanet edecek üretimi, çöpüyle yaşama tutunma şekli, çöpünde boğulma ihtimali bulunmadığını yazmıştım.

İnsan medeniyetinin izlerinin atıkları üzerinden de izlenebildiğini, tarihte bilinen ilk sistematik çöp depolama alanının MÖ 3.000'de Girit Adasının Knossos bölgesinde tasarlandığını, çöplerin günümüze gelinceye kadar –genelde- kazılan derin çukurlara dökülerek üstünün toprakla kapatıldığından bahsetmiştim. Geri dönüşüm arayışlarının tarihsel sürecinin 1000 yıl önce başladığını, MS 1031 yılına tarihlenen bir arkeolojik bulgu sayesinde Japonya'da bitkisel lif kıtlığı nedeniyle, atık kâğıtların hamur haline getirilene kadar parçalanıp geri tekrar üretildiğinin saptandığını belirtmiştim.

Şehirleşmenin arttığı, göçün yerleşim alanlarını baskı altına aldığı Orta Çağ'da insanlar sadece kendilerine değil, genelde atıklarından besledikleri domuzlarına, kazlarına, ördeklerine ve diğer benzer hayvanlarına da şehirlerde yer aramışlar; tabii ki organik çöplerini imha etmeye çalışırken farklı sorunlar da yaşamışlar. Öyle ki, 1131 yılında Paris kent yönetimi domuzların şehrin sokaklarında özgürce koşmasını yasaklayan bir kararname çıkarmak zorunda bile kalmış.

Günümüzde doğayı çöpe boğan, insanlığın başına bela olan ambalaj malzemesinin ilk kez 1551 yılında Almanya'da ortaya çıktığını, kâğıt üreticisi Andreas Bernhart isimli birinin ürünlerine ad ve adres etiketleyerek paketlemeye başladığını söyleyerek çöpün tarihi sanayi devriminin hemen öncesine kadar getirmiştim.

Sanayi Devrimi çöpün niteliğini değiştirmiş

1714 yılında İngiltere'de her şehrin kendine özgü çöpçü kadrosu oluşmaya başlamış ama sanayi devrimi öncesindeki atık fikri çok farklıymış; çöp kavramı sadece organik maddeleri, odun, kül, tekstil ve gıda malzemelerini içeriyormuş. Kumaşlar, yırtık pırtık giysiler, kırık çömlekler ve mobilyalar mümkün olduğunca onarılıp gerekirse başka amaçlarla kullanılıyormuş.

Sanayi devrimi daha fazla malzeme üretiminin, ticaretin, makine tasarımlarının başlangıcı olma yanında atıkları yakıp imha etmekten geri dönüştürmeye kadar çok farklı fikirlerin dile getirildiği bir döneme ışık tutmuş. Şehirleri köpek dışkısından kurtarmanın yolları bile düşünülürken her yeni fikir aynı zamanda hızlı para kazanma imkânını da sonuna kadar zorluyormuş.

1800'de İngiliz kâğıt üreticisi Matthias Koops, "basılı kâğıtları hamur haline getirip tekrardan kullanabilmek için bulduğu prosedürün patentini almış; geliştirilen bu yöntemle, atıklardan yüksek kaliteli geri dönüştürülmüş kâğıt elde etme imkânının kapısını açmış. Aynı zamanda keten kullanmadan kâğıt üretebilmeyi de icat eden Koops, çok kısa bir zaman içinde geri dönüştürülmüş kâğıda basılan ilk kitabı yayınlayarak günümüze uzanan bir döngünün ilk halkasını tamamlamış. Bugün koleksiyonerlerin görünce içinin geçtiği o yıllara ait gazeteler – dergiler –kitaplar basılıyor, broşürler dağıtılıyor, reklam afişleri asılırken kâğıt tüketimi günden güne artıyormuş.

1800'de İngiliz kâğıt üreticisi Matthias Koops, kullanılmış kâğıtları dönüştürebilecek prosedürün patentini almış.

Seçici geri dönüşümde ilk adım

1834 Yılında Charleston kentinde şehrin çöplerini tüketmeye yardımcı oldukları düşüncesiyle avcıların akbabaları öldürmeleri yasaklanmış. İlerleyen yıllarda İngiltere'nin Worcester şehrinde de benzer bir uygulama başlamış; barındırılan 8000 adet domuz günde 10 tondan fazla çöp tüketerek geri dönüşüme katkıda bulunuyormuş. Bu da demek oluyor ki, çare o yıllarda sadece doğada ve doğalda aranıyormuş!

Orta Çağ boyunca çöplerin dönüştürülmesi konusunda arayışlar devam etmiş.

19. yüzyılın ikinci yarısında Paris valisi Pobler'in evsel atıkların ortadan kaldırılması sorununda yerel yönetimleri sorumlu tutan, bu zor işin kamu yönetimi tarafından üstlenilmesi konusundaki çıkışıyla yeni bir aşamaya geçilmiş; sanayi devriminin üretim – tüketim ve atık döngüsünü hızlandıracak faktörler gözler önüne serilmiş.

19. yüzyılın ikinci yarısında Paris valisi Pobler'in çöplerin toplanmasında yerel yönetimleri sorumlu tutan çıkışı benimsenmiş.

1864 yılında Tennessee kentinde artan sarıhumma salgını ile sokaklarda çürüyen çöpler arasındaki ilişki kurulmuş; halktan çöplerini şehrin eteklerinde belirlenmiş noktalara götürmeleri istenmiş.

Çöplerle salgın hastalıklar arasında kurulan ilişki sonrasında atıklara çözüm arayışları hızlanmış.

Atina Kenti, 1874'ten 1904'e kadar, Batı dünyasında evsel atıkların geri dönüşümü için plan uygulayan ve atıkları şehir sınırlarından uzaklaştıran ilk şehir olmuş. Aynı yıllarda ABD'nin Baltimore kenti, de, başlıca atık türleri için farklı kaplar kullanarak ilk organize seçici geri dönüşüm programını başlatmış; İngiltere'nin Nottingham şehrinde de ilk evsel atık yakma tesisi faaliyete geçmiş.

1897 Yılında New York'ta açılan geri dönüşüm merkezinde kâğıt, metal, halı, kumaş, bez, sicim, kauçuk, deri, at kılı ve yeniden değerlendirilebilecek farklı ürünler dönüştürülüp yeniden kullanılması için ayrılıyormuş. 1904'te Chicago ve Cleveland şehirlerinde teneke kutuları ve alüminyum kapları geri dönüştürmek için fabrikalar açılmış. Bu dönemlerde basit metaller, cam – seramik – kumaş dışındaki atıkların büyük kısmı organik olduğu için çöplerin geri dönüşümü sürdürülebilir olmaktan çok, halk için sağlık risklerini azaltmakla ilgiliymiş. Kanalizasyon sistemleriyle evsel atıklar yerleşim merkezlerinden uzağa taşınırken insanlık doğada bozulmadan kalabilen, ya da çok zor doğaya karışan maddelerle daha tanışmıyormuş.

Ta ki plastiğin ortaya çıkışına kadar…

1700'lü yılların başında İngiltere'nin çok şehrinde çöpçü kadrosu oluşmaya başlamış.

Plastik icat oldu, çöpler bozuldu

Plastiğin icadını ve tarihsel sürecini anlattığım yazımda, bugün insanlığın başına sorun olan plastik malzemesinin başlarda teknolojik devrim olarak tanıtıldığını, hatta Victoria dönemi İngiltere'sinde plastiğin güçlü ve esnek yapıya sahip bulunarak mükemmellik ödülü ile onurlandırıldığını yazmıştım.

1955'te Life dergisin çıkan bir haber, tek kullanımlık plastik ambalajların doğuşunu kutluyor, kullanılıp atılan plastiklerin insanlığa büyük kolaylık sağlayacağını yazıyormuş. Ama öngörü tutmamış, yazılanların mürekkebi kurumadan yerleşim alanlarının yakınlarında çöp dağları oluşmaya başlamış, atıklar doğal hayatın nefesini kısarken kirlilik öngörülemez biçimde artmaya devam etmiş.

Tabii ki tüm suçu plastiğe ve fosil yakıtlara dayalı üretime bağlamak doğru değil. Düşünebiliyor musunuz, bugün ürettiğimiz ve şu ya da bu şekilde kullandığımız tam 130 bin farklı maddeyi doğa kabul etmiyormuş; geri dönüştüremiyormuş. Bu kimyasal atıklar şu ya da bu şekilde çözülmeden doğaya karışıyor, bırakın iç denizleri okyanusların dibinden balıkların kanına, içme suyumuzdan soluduğumuz havaya, aklımıza bile gelemeyecek yollarla zehrini yaşatarak besin zincirimize karışıp bedenimize katılıyor; anne sütü üzerinden çocuklarımızı bile zehirliyor.

Günümüzde kirliliğine çare aranılan plastik malzemesi, ilk kez kullanıldığı Victoria dönemi İngiltere'sinde mükemmellik ödülü ile onurlandırılmış. 

Çöpten çıkan felsefe

Çöpün kirlilik yaratmasının yanında ticari bir değer taşıdığını hepimiz biliriz. Çöpten çıkan tarih isimli yazımı okuyanlar hatırlayacaklardır, o yazıda koleksiyoncular ve tarihçiler için çöpün ne kadar önemli bir eşinme alanı olduğunu belirtmiştim; objelerin yanı sıra çöpe atılan evrakların içinde hayati değer taşıyabilen efemeralar olabileceğini yazmıştım.

Çöp içerdiği tüm olumsuzlar yanında alınan – satılan bir emtia da! Gazetelerde görmüşsünüzdür, ülkemiz yabancı ülkelerin çöplerine de kapılarını açtı; inkâr edilse de topraklarımızda başkalarının çöpleri çoktan depolanmaya başlandı bile...

1 Haziran 1938 tarihli Son Posta Gazetesinde İstanbulun çöp sorununu işlemiş.

Yazımın bu bölümünde sizleri çöpün farklı bir yerine taşıyama arzusundayım. 1632–1677 yılları arasında yaşayan Baruch Spinoza'nın tanrısına öykünen Albert Einstein'ın içinde yeşeren kutsallığı dağlarda, ağaçlarda, nehirlerde, göllerde, sahillerde aradığı gibi çöpü kendimizde aramayı, birlikte yaşamayı içselleştirdiğimiz şekliyle sahip olduklarımızdan arttırdığımız atıklarımız arasına koyacağım. Ama bu fikir bana ait değil, konuya bu türlü bakış açısı tümüyle değerli dostum Ömer Faruk'un vizyonu. Geçtiğimiz aylarda düşün dünyamıza kazandırdığı son kitabında aşağılama aracı olarak gördüğü çöpü kendine özgü felsefi açılımlarla sorgulayan Ömer Faruk, bu çalışmasında modernleşme adına geldiğimiz basamağın çöplerden oluşan yalancı bir eşik olduğunu gözlerimize sokuyor, sanki.

Son derece verimli çağını yaşayan Ömer Faruk, ödüllü kitabı "Yarabıçak" sonrasında "Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği", "Ereksiyon Aşk'ı", "Kaos" gibi sıra dışı çalışmaları sonrasında bu yıl okucuyuları ile buluşturduğu "Bir Aşağılama Aracı Olarak Çöp" isimli kitabının ilk sayfasından itibaren okuyanını ters köşede bırakıyor. Entelektüel camianın bu konuda topa girmediğini söyleyerek insanın varlığıyla kendini tükettiğinin altını çiziyor. İnsan bu kitabı okurken adına ne denirse densin, ya da denebilecek tüm altın yaldızlı kelimelerin altında yatan kirliliği fark ediyor; "attıklarıyla atmadıklarının toplamı" olduğunu net olarak anlıyor.

Son derece sıra dışı açılımlarla dolu olan bu kitaba Besim Dellaloğlu öylesine güzel bir sunuş yazısı hazırlamış ki, başlı başına bir türkü de o tutturmuş sanki. Zaten ilk cümlesinde bile bir bilgenin "bastırılan geri döner" sözünü eleştirel olarak değerlendirip bastırabilmek bile bir seviyedir diyerek bastırılanın geri dönse bile -çoğu zaman- simgesellikle, estetikleşme çabası içinde olacağını söyleyerek her bastırılanın bulunmaz Hint kumaşı olmadığını söylüyor. Böylesine gerçekten üzerine düşünülmesi gereken bir cümleyi anlamaya çalışırken, Dellaloğlu önümüze yeni bir çöp kutusu koyuyor ve kamuyu öngörmeyen özgürlüğün aslında keyfilik, hatta despotluk içerdiğini söyleyerek konuyu "tek adam" rejimine bağlıyor. Her "tek adam"ın saçtığı kirliliğin miktarı ne olursa olsun diğer "tek adam"ları anlayışla karşılamasının bir nevi pislik bölüşümü olduğu savıyla dünyayı kirletenlerin büyük ölçüde değeri kendinden menkul "tek adam"lar olduğunu söylüyor. Hiçbir zaman iktidara gelemese de, cinsel özgürlük, ırkçılık, ayırımcılık ve çevre duyarlılığı gibi konularda önemli bir farkındalık yaratan 68 kuşağının 1980 askeri faşist müdahalesi sırasında kökleriyle birlikte çöpe atılmaya çalışılmasının toplumsal normlarda yarattığı kirlenmeye kırk küsur sene sonra ne denebileceğinin cevabını da okuyanlara bırakıyor.

Antroposen dönemine girdiğimizi söyleyen Ömer Faruk, dönüştüremediğimiz çöplerle çöpleştiğimizi, atıklarımızın bizi şekillendirdiğini söylüyor. Ülkemiz nüfusunun neredeyse üçte birinin yaşadığı Marmara Denizinin büyük bir fosseptik haline gelmesinde hepimizin suçlu olduğunu düşünürken ister istemez kendinizi de sorguluyorsunuz. İdam sehpasına çıkardığımız Marmara Denizi önünde Ömer Faruk Elias Canetti'nin unutulmaz sözünü yüksek sesle haykırıyor; "gerçek cellât, idam sehpasının etrafına toplanmış kitledir! "

Dedim ya, Ömer Faruk çöp konusuna o kadar farklı açılardan bakıyor ki, bölümler arası geçişlerde bile okuyucunun beklentileri dumura uğruyor. Mesela hiç düşündünüz mü; öte yana itelediğimiz, yüzleşmekten kaçındıklarımızın çöplerimizle duvarın ne alakası var diye! Oysa Ömer Faruk her toplumsallığın bir biçimi olduğunu düşünüyor ve bunu da duvara bağlıyor. Kendine, bireyine, komşusuna, vatandaşına, öğrencisine, eşine güvenmeyen toplumların kendini duvarla, duvarlarla koruduğunu yüksek sesle söylerken, delikli taşa sopa takarak ilk silahını yapan insanın başkalarıyla karşılaşmaya özgüveni olmadığı zamanlarda bile kendine biçim (!) vermeye çalışarak duvarla bütünleştiğini ön görüyor.

Kitapta duvarla çöp öylesine irdeleniyor ki, insanları bölen duvarların inşa edilişinde söylenen o büyük lafların ne kadar entipüften esinti olduğunu ucundan tutup çöp tenekesine atarken daha iyi anlıyorsunuz. Duvar varsa öte yana atılanlar olduğunu siz de fark edeceksiniz ve eminin duvar içinde kalanların birlik - beraberlik içinde oldukları masalına bir daha asla inanmayacaksınız. İtiraf edeyim ki, her duvarın, her sınırın, her bölünmenin, tüm ötekileştirmelerin çatışma, acı, öfke ve çöp biriktirdiğini daha önce bu kadar yoğun hissetmemiştim. Zaten çok uzun süredir duvar konusunu tek başına işlemek, duvarın iki taşı üst üste koyan insanın ilk tasarımı olduğunu, duvar ustalığının yerleşik yaşamın ilk sanatı ve kazanılmış bilgisi olduğunu vurgulamak arzusundaydım; Ömer Faruk gözüyle duvarı çöple birlikte irdelemek benim için de ateşleyici oldu!

Dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın "çöp" sözünü duyanın aklından neler geçtiğini anlayabilir, kirliliğin, atığın, geri dönüşümün, israfın, doğal kaynakları heba etmenin, küresel ısınmanın şu ya da bu şekilde çevremizdeki bir şeyleri belki de hiç geri dönmeyecek şekilde kaybetmenin izlerini "çöp" sözcüğü üstünden okuyabilirsiniz. Malum, şu anda çöplerimiz okyanuslardan yüksek dağlara, nehirlerden orman içlerine kadar her yerde. Yüce dağların zirvesinde, yer altı sularının damlalarında, göllerin tabanlarında. Çöpü olan tek canlı olan insanın çöpe attığı yaşamını ve kaybettiği, kirlettiği değerlerini de…

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.


https://wasterecyclingworkersweek.org/history-of-the-garbage-man/https://quinterecycling.org/the-history-of-waste-and-recycling/

https://armarketinghouse.com/a-brief-history-of-trash/?cn-reloaded=1

https://huanbao.bjx.com.cn/news/20170313/813423.shtml

https://www.climate-policy-watcher.org/waste-management/the-history-of-garbage.html

https://www-tsingyangroup-com.translate.goog/?p=4420&_x_tr_sch=http&_x_tr_sl=zh-CN&_x_tr_tl=tr&_x_tr_hl=tr&_x_tr_pto=sc

İrfan Yalın kimdir?

Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı.

Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu.

Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… 

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Jübilenin kültür tarihi

Tarih öncesinde kölelerin "azat" edilmesi için kullanılan "jübile" sözcüğü yıllar içinde evrilmiş, emeklilikten araba kornasına hatta tarlaları nadasa bırakmaya kadar farklı imgeleri yüklenmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Oy vermenin kültür tarihi

Antik tarihte suçlular ve istenmeyen kişiler de oylanmış; en fazla oy toplayanlar sürgüne gönderilmiş

Dünya Kukla Günü kutlu olsun: Koleksiyoncunun kaleminden "kuklanın tarihi"

Kukla, hareketli hikâye anlatımında eğlenceli olduğu kadar kendini ifade etmenin de bilinen en eski sanatsal gösterim biçimlerinden biri