04 Ağustos 2024

Gözlerin telefon kamerasından hayata baktığı, ellerin alkış yerine telefon tuttuğu zamanlar

İçinde bulunduğumuz uyaranlarla dolu ve hızla akan yeni çağda en değerli meziyetlerden biri de insanın farkındalıklı bir şekilde dikkatini yönetip bir kerede tek bir şeye odaklanabilmesi

Sistemin, insanın aynı anda birçok şeyi yapabilmesini daha makbul görüyor olmasının aksine tek bir kerede bir konuya odaklanmak dikkat süremizin uzamasına, verimimizin artmasına, yaşama deneyimimizin canlanmasına ve zenginleşmesine katkı sunuyor.

Öyle ki; özellikle şehir insanlarının hayatlarının birçok alanına sirayet eden aynı anda birçok şeyi yapma alışkanlığı eğer farkında olmazlarsa boş zamanlarını değerlendirme biçimlerini de yansıyor. İnsanlar kendilerine ayırdıkları boş zamanlarında da hem eksik kaldıklarını düşündükleri şeyleri tamamlamaya hem de okumak, görmek, deneyimlemek istedikleri şeyleri yapmaya meylederek dikkat yorgunu bir şekilde, tam olarak dinlenemeden yeniden işe güce dönüyor.

Halbuki birçok insanın, özellikle yaratıcı eylemlerle ilgilenirken, kitap okurken, dans ederken, bir enstrüman çalarken, keyifli bir gün batımı manzarasını seyrederken, yazı yazarken, bir projeye hazırlanırken gibi dikkatini tek bir şeye odaklamayı seçtiği zamanlardaki odaklanma hâli insana çok daha özgür ve canlı deneyim yaşatıyor. Bu gibi durumlarda zamandan, mekandan hatta bedenimizden bile koptuğumuz çok zengin bir deneyim yaşayabiliyoruz.

Geçtiğimiz hafta kendime ayırdığım bir günde keşfetmeyi seçtiğim bir ada ve bir arkadaşımın daveti üzerine katıldığım bir gençlik festivali kapsamındaki konser deneyimi bana zamandan, mekandan ve hatta bedenimden koptuğum çok değerli anlar sundu.

Mahalle tadında bir ada

Bu hafta, uzun zamandır merak ettiğim bir diğer Prens Adası'nı keşfetme şansım oldu.

Bostancı'dan atladığım tekne beni Kınalıada üzerinden Burgazada'ya götürdü.

Burgazada 1,5 kilometrekarelik yüzölçümü ile Prens Adaları'nın en küçüklerinden.

Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculukla ulaştığım Burgazada'nın, denizden kıyıya doğru yaklaşırken, öncelikle yemyeşil doğası ve yerleşiminin seyrekliği çekti dikkatimi.

Tekneden iner inmez sahil boyunca bir keşfe çıktım. Ada'ya öğle saatlerinde ulaşmış olmama rağmen püfür püfür esen Poyraz rüzgarının sağladığı ferahlıkla Ada'da rahatlıkla yürüyerek dolaştım. Sahil boyunca yere serdiği havlunun üzerinde güneşlenen, sohbet eden, tavla oynayan, oturduğu şezlongda kestiren Adalılar bende buraya dair tam bir yazlık duygusu yarattı.

Yürüyüşüm sırasında Ada'yla ilgili öneriler okurken kaşıma çıkan Yasemin Restoran ve Pyrgos Restoran'ın yerlerini de keşfetmiş oldum. Saat henüz erken olduğu ve hedefim kadınların özellikle dolunay zamanı denize girmesiyle meşhur olan Madam Marta Koyu veya Kalpazankaya Plajı'nda denize girmek olduğu için yürüyüş yönümü tekrar Çarşı'ya çevirdim.

Çarşının içinden ve Ada'nın tek tasarım dükkanı olan fikrine de adına da kendine de hayran kaldığım 3 Things'in önünden geçip kısa bir süre soluklanmak için Four Letter Word adlı kafeye oturdum. Burası yeni nesil bir kahveci. Siparişimi verip kafeyle ilk karşılaştığım an ortama yaydığı huzurla dikkatimi çeken, bir bankın üzerindeki mindere kıvrılmış uyuyan yavru kedinin yanına yerleştim. Kafede oturduğum bir saatlik süre içinde gelip geçenin selamından, kulak misafiri olduğum sohbetlerden buranın mahalle tadında bir Ada olduğu hissine kapıldım. Biraz gözlem yapıp, soluklanıp biraz da kafedeki kızlarla Ada hakkında sohbet ettikten sonra yoluma Kalpazankaya yönüne doğru yürüyerek devam etmeye karar verdim.

Yolumun üzerinde kafenin hemen ilerisinde dev bir çınar ağacı çıktı karşıma. Bir süre hayranlık içinde onu seyrettim. Daha sonra ağacın yapraklarının arasından güzelliğiyle Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi belirdi. Etrafında bir tur döndüm. İçeri girmek istedim ama pazartesi olduğu için kapalıymış, giremedim. Ada'yı ortasından bölerek beni Kalpazankaya'ya doğru götüren yürüyüş rotam boyunca sağımdaki ve solumdaki evlere, mimariye, hayatlara, Ada doğasına, aralardan göz kırpan Marmara Denizi'ne bakarak Burgazada'yı daha yakından tanımaya çalıştım.

Merkezden yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüş sonunda yolun aşağısında Madam Marta koyunu gördüm fakat burada denize girip, Kalpazankaya'ya geçmenin bu seferlik yorucu olacağını düşünüp Kalpazankaya'ya doğru devam ettim. Yürüyüşüme eşlik eden çam ağaçlarının ve incir ağaçlarının kokuları ve gölgelerinin sağladığı serinlikle begonvil ve zakkumların doğaya kattığı pembe dokunuş beni mest etti.

Kalpazankaya Plajı

Yürüyüş sırasında Ada'da ulaşımı kolaylaştıran elektrikli vagon araçlara birkaç kez denk gelmeme rağmen yürümeyi tercih ettim ve yaklaşık 30 dakikanın sonunda Kalpazankaya Plajı'na ulaştım. Kalpazankaya Restoranı'ndan inen bir merdivenle ulaşılıyor bu küçük plaja. Burası bir doğa harikası. Kayalık ve taşlık bir alan. Sucuk ekmek, köfte ekmek, soğuk sandviçler ve soğuk içeceklere ulaşabileceğiniz, makul fiyatlı küçük bir kafe de bulunuyor plajda. Etrafta şezlong yok ama şemsiyeler mevcut. İster kendi şezlongunuzu getirirsiniz isterseniz de taşların üzerine yerleştirilmiş ahşap platformlardan birine, bir kenarda üst üste konmuş minderlerden alıp yerleşebilirsiniz. Ben öyle yaptım.

Deniz gayet güzel. Deniz suyu sıcaklığı beklentimin altındaydı. Daha serin olması beklenen Marmara Denizi'nin sıcaklık seviyesi bile yükselmiş, çok düşündürücü. Denizin girişindeki taşlar yosunlu. Yosundan hoşlanmıyor ve taşlık plajda rahat yürümek istiyorsanız deniz ayakkabısı tercih edebilirsiniz. Deniz, sahilden kısa bir mesafe içinde derinleşiyor.

Ben pazartesi günü gittiğim için rahat yer buldum fakat küçük bir plaj olduğu için hafta sonları çok kalabalık olabileceğini tahmin ediyorum.

Kendime ayırdığım bu boş günümde bu doğa harikası yerde kitabımı okudum, kendime notlar çıkardım, yazı yazdım, heyecanla okuduğum haftalık gazetemi okudum. Biraz fotoğraf çektim, sosyal medyada takıldım, denize girdim.

Saatler gün batımına doğru yaklaşırken bir an geldi ve kendime tamamen durmayı hatırlattım. O andan itibaren tüm duyularımla içinde bulunduğum güzelliğe yönelttim dikkatimi. Masmavi bir deniz, gözlerimin önünde bir ileri bir geri giden su, suyla hareket eden fosforlu yeşil yosunlar, dalgaların sesi, kırmızı kayalar, taşların dalgaların hareketiyle çıkardığı sesler, yumuşacık gün batımı ışığı, tenimde güneşin ılık dokunuşu, burnumda yosun kokusu, içtiğim serin suyun ağzımdaki tadı, suyun yemek borumdan mideme doğru serinleten yolculuğu, etraftaki insanların gülüşmeleri, sohbetleri, oyuna devam etmek isteyen çocukların sesleri…

Dünyanın neresinde ve hangi zamanda olduğumu unuttuğum, bedenimi dahi aşıp yalnızca hislerden, duygulardan, duyulardan oluştuğumu hissettiğim çok canlı ve renkli anlar yaşadım.

Düşmekte olan ışıkla birlikte, gün boyu yaşadığım güzel duygular ve anlar kalbimde yavaş yavaş plajdan ayrılmam gerektiğini hatırladım. Hazırlanıp, Kalpazankaya'ya bana yaşattığı bu değerli anlar için teşekkürlerimi sunup güneşi uğurlamak üzere plajın yukarısında bulunan restorana çıktım.

Kalpazankaya Restoranı

Burası Adalı arkadaşlarımdan uzun yıllardır methini duyduğum, şahane gün batımlarının yaşandığı, keyifli bir restoran. Zamanla ve taleple genişçe bir alana yayıldığını tahmin ettiğim süsten uzak, gerçek bir mekan burası. Zaten en değerli süsü efsane gün batımı.

Mavi beyaz kareli temiz örtüleri, güler yüzlü servis elemanları ile zengin meze seçenekleri, salatalar, et ve balık lezzetleri sunan bir restoran burası. Mezeler 200- 500TL, ara sıcaklar 500-800TL arasında değişiyor. Et ve balık tabakları da bu ayarda olan restoranlardan farklı değil. Mezelerden "Ada Güzeli" ve uskumru marineyi mutlaka tavsiye ederim. Deneyemediğim lezzetleri tatmak için başka bir sefer de sevdiklerimle gitmeyi çok isterim.

Mekana yumuşak tonda çalan Yunan havaları eşlik ediyor. Ben, hafta başı olduğu için rahat yer buldum ve keyifli bir masada oturdum. Ama hafta sonu rezervasyonsuz gitmemenizi tavsiye ederim.

Tek başıma olduğum için gün batımının her saniyesini araya konuşma girmeden ya da dikkatim başka hiçbir şeye dağılmadan doya doya yaşadım. Çok yoğun, duygu dolu ve keyif veren bir deneyimdi benim için. Güneş, ateşten dev bir top misali İstanbul şehrinin üzerine battı.

Saat 21.35 teknesine binmek istediğimden 21.00 gibi restorandan ayrıldım. Yıldızların altında, etrafta uçuşan yarasaların arasında, karşı kıyıdan Ada'ya vuran şehrin ışıklarına karşı biraz yürüdüm. Sonra da yol üstünde karşılaştığım vagon araca atladım ve 10 dakika içinde merkeze ulaştım.

Vaktim olduğunu görünce son bir öneriyi de denemek üzere iskelenin çok yakınında bulunan Sinem Dondurma'dan sakızlı, vişneli ve sahibinin ısrarı üzerine bir top da ahududulu dondurma alarak beni Bostancı'ya götürecek tekneye yerleştim. Geri dönüş yolu boyunca dondurmamın tadını çıkararak yaşadığım güzel güne duyduğum şükran duygularıyla evimin yolunu tuttum.

Eğer siz de benim gibi bazen de şehre yakın mesafede yeni yerler keşfetmekten hoşlanıyorsanız, size İstanbul'un yanı başında bulunan ve insana dünyanın neresinde olduğunu bir süreliğine unutturan bu güzel adaları keşfe çıkmanızı tavsiye ederim.

Gençlik Festivali

Geçtiğimiz perşembe günü bir arkadaşımın daveti üzerine bir içecek markasının düzenlediği "Gençlik Festivali"ne katıldım.

19 Ağustos'a kadar Ankara, Samsun, Gaziantep, Adana, Antalya, İzmir'i de gezecek olan festival 1 Ağustos, perşembe günü Festival Park Maltepe, İstanbul'da başladı.

Saat 21.00 sularında giriş yaptığım festival alanında sahnede Ceza vardı.

Şarkılarının bazılarına aşina olduğum Ceza'yı ilk defa sahnede izleme şansım oldu. Gençlerin ona neden bu kadar hayran olduğunu bu vesileyle daha iyi anladım ve ben de hem kendisine hem müziğine hem de sahnesine hayran kaldım.

Ceza, dinleyicisiyle çok canlı, gerçek bir ilişki kuruyor. Çok büyük bir alan ve çok geniş bir kitle olmasına rağmen sahneden seyirci alanının her bir köşesine doğru sözleriyle, şarkılarıyla, gözleriyle hissedilir bir bağ kuruyor. Ceza, şarkı aralarında dinleyenlerle, birlik beraberlik, barış, kardeşliğe vurgu yaptığı güzel dileklerini paylaştı. Kısmet olup da bir gün izleyicinin torunlarının da karşısına çıkıp hep birlikte şarkılar söyleyeceği günler olmasını umduğuna dair niyetlerini ifade eden kalpten cümleler kurdu.

Ben yerime ulaştığımda Ceza, "Suspus" adlı şarkısını seslendiriyordu. Daha sonra aralarında annesine yazdığı "Annem" ve "Fark Var", "Hayat Bildiği Gibi Gelsin" gibi benim de bazılarını bildiğim bazılarıyla da yeni tanıştığım 15'e yakın şarkı seslendirdi.

Ceza sahnedeyken tüm dikkatim, ilk defa bu kadar yakından ve kalpten dinleme fırsatı yakaladığım rapçinin çarpıcı şarkı sözleri, beden dili ve bize hissettirdiklerindeydi. Şarkıları, enerjisi, dinleyiciyle iletişimi, görsel şovu, ışık kullanımı ve sesin kuvveti ile sahnesine hayran kaldım Ceza'nın.

10 yıl aradan sonra Tarkan yeniden Gençlik Festivali'nde

Tarkan festival sahnesine en son 10 yıl önce çıkmış.

Ben de Tarkan'ı en son 10 yıl önce, Bodrum'da Bardakçı koyunda bulunan bir otelin organizasyonuyla dinlemiştim.

Ceza'dan sonra yarım saatlik bir aranın ardından Tarkan sahne aldı. Ceza sahneyi gümbür gümbür, çok yüksek sesli bir tonda bitirmişti. Tarkan ise sahneye neredeyse sessiz sedası çıktı. Müziğin ses seviyesi Ceza'nınkine göre bir hayli düşüktü.

İzleyici hem yüksek bir tonla karşılaşmadığı hem de alkışlamaktan ve heyecan göstermekten ziyade telefonlarına sarıldığı ve kayıt yapma telaşına düştüğü için uzunca bir süre coşku göstermedi. Ben bu duruma çok şaşırdım. Eskiden alkışlar, kıyametler kopardı sanatçılar sahnede ilk belirdiğinde. Şimdiyse telefonlar havaya kalkıyor alkış yerine.

Tarkan'ın yaklaşık 15 şarkı seslendirdiği konserde, neredeyse son 5 şarkıya kadar yaşanan ses seviyesi düşüklüğü, Tarkan'ın mikrofonun sesinin kesilmesi, bir ara tüm sahnenin sesinin kesilmesi gibi aksaklıkların son bulmasıyla dinleyenler sonunda "Yolla" şarkısıyla birlikte harekete geçti ve coşkuya kapıldı.

Tarkan her zamanki gibi çok şıktı ve formu çok iyiydi. Sahneye üzerinde taşların işli olduğu çok şık bir kot pantolon ve kot ceket takımla çıktı. Performans boyunca pantolonu aynı kaldı ama sıklıkla üst değiştirdi. Beyaz uzun ve kısa kollu tişörtler üzerine toz pembe ve açık tonlarda payetli gömlekler giydi. Sahnede ışıl ışıldı.

Konserin sonunda hem izleyenlere hem de organizasyonda emeği geçen herkese teşekkür ettiği konuşmasının dışında bir de şarkı arasında izleyiciyle dertleşti ve "Hepimizin yükleri var bugünlerde. Bu gibi zamanlarda deşarj olmak için müzik iyi geliyor hepimize" dedi.

Tüm enerjisini ağırlıklı olarak şarkılarını seslendirmeye, büyükçe olan sahnede izleyiciyle temas kurabilmek için bir uçtan diğer uca ulaşmaya ve "Dudu" gibi dans etmeyi sevdiği şarkılarında dans etmeye verdi.

Tarkan'ın orkestrasının hem şefi hem elektro gitaristi olan Can Şengün'ün "Ölürüm Sana" adlı şarkıdan önce yaptığı solo şovu bir efsaneydi. Bir diğer neşeli sahne de bas gitarist Alp Ersönmez, Can Şengün ve Tarkan'ın birlikte dans ettikleri anlardı.

Tarkan ve ekibi yaşadıkları her türlü aksaklığa rağmen performanslarına devam ederek ne kadar profesyonel olduklarını bir kere daha gösterdiler.

Seyircinin sahnedeki sanatçıları alkışlamak yerine daha çok telefonlarının kameraları ile kayıt yapma telaşları insanların böyle bir deneyimi kendileri için mi yoksa başkaları ile paylaşmak için mi yaşadıklarına dair bir soru işareti uyandırdı bende. Sanırım bu iki tercih arasındaki denge biraz şaşmış durumda son dönemde.

Tüm dikkatimle dinleme deneyimiyle olduğum, bağırarak şarkılar söylediğim (etrafımda insanlar dans etmek, şarkı söylemek yerine kamera kaydı yapıyorlarken olabildiğince onları rahatsız etmemeye çalışarak!), dans ettiğim ve bolca seyircinin yeni konser dinleme alışkanlıklarını gözlemlediğim bir festival oldu benim için.

Eğer siz de bu yaz sahnelerde Ceza'yı ve Tarkan'ı yakalamak isterseniz festival programına bir bakın derim.

İlksen Utlu kimdir?

Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.

10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.

Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.

Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.

Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hatay’da hasat zamanı

Şimdi Hatay’da toprakta, ruhlarda ve kalplerde hasat zamanı

Çakar lamba kâbusu

Bazı insanların ayrıcalık görme sevdasına sinirlenmekten de vazgeçtim. Bu hal bütün çakar lambalı araçları değersizleştiriyor. Gerçekten acil göreve giden sivil polis arabasını nasıl ayıracağız?

İkiliklerin dünyası

Doğası itibariyle iç içe bulunan zıtlıkların birlikte var olabilmesine ve bir dengeye ulaşmasına kabul gösterebildiğimiz ölçüde yaşama deneyimimizin zenginleşmesine fırsat vermiş oluyoruz

"
"