04 Şubat 2024

Yeni bir icat: Kelime sayar!

Kararda "sektör bilirkişisi tarafından yapılan değerlendirmede Bit Palas isimli kitapta Sinek Sarayı isimli eserden yüzde 5 oranında intihal bulunduğu…" yorumunun hangi yazınsal, bilimsel, eleştirel ölçüte uyduğunu sormamız gerekirken bunu görmezden gelmek vahim bir durum değil midir?

Ressam Zeki Faik İzer'in "İnkılap Yolunda" adlı bir tablosu vardır; elinde Türk bayrağı, kararlı bir genç kadın, Atatürk'ün yol göstericiliğinde ileri atılmaktadır. Atatürk'ün de çok beğendiği söylenen bu tablonun aslında Eugene Delacroix'nın bir tablosundan esinlenme olduğunu o dönemde çok kişi bilmiyordu. Bunun gibi, sanatın her alanından çok sayıda örnek bulunabilir. Ancak söz konusu edebiyatsa yankısı farklı oluyor, başlı başına bir gündem oluşturabiliyor ve bir eserden yola çıkıp yazarın bütün bir kişiliği didik didik edilmeye başlanıyor. Bu neden böyle? Edebiyatın geniş kitlelere ulaşma ve onları etkileme gücü mü? Yazarların/şairlerin yapıtlarının ötesinde kişiliklerinin, hayatlarının da okurun büyüteci altında olması mı? Belki her ikisi de; ancak bunu da aşan bir durum söz konusu kanımca. Yazarın/şairin dünya görüşüne göre değerlendirilmesi yazınsal eleştirinin önüne geçiyor her zaman ve tartışma siyasal bir boyut kazanıyor.

Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet'i başlangıçta destekleyen, yazdıklarını önemseyen eski kuşak şairlerinden. Fakat sonraları onu taklitçilikle suçlayıp "Bu genç şair de geçenlerde intihar eden, Bolşevik şairi Mayakovski'yi taklit ediyor. Mayakovski'den haberdar olmayanlar, yeri göğü sarsan, emsalsiz bir dâhinin, bir mucizenin dünyaya geldiğini zannettiler" diyebiliyor. Eleştiri sınırını aşan bu suçlamanın amacı Nâzım'ın temsil ettiği ideolojiye okları yöneltmek olabilir mi? Dahası, o dönem göz önüne alındığında, Nâzım'ın özdeşleştiği dünya görüşünden kendisinin uzak durduğunu kanıtlama çabasıdır diyebilir miyiz?

Nâzım Hikmet, elbette aşağı kalmaz ve kendisini taklitçilikle suçlayanlara çok sert yanıt verir:

"Bende her mısra bir yanardağ hatırlatır.
Ben ki halkın ne alın terinden on para çalmışım
Ne de bir şairin cebinden bir satır"

Erken Cumhuriyet Dönemi diyebileceğimiz yıllarda "intihal" suçlamalarının yönelmediği yazar/şair çok azdır. Yusuf Ziya Ortaç, Yahya Kemal'i "şiir namı altında ortaya attığı mısralar"ının Fransız şiirlerinden çalıntı olduğunu yazar. Yahya Kemal de verdiği yanıtta Yusuf Ziya'nın "el çabukluğuyla piyes mevzuu ve şiir mazmunu aşırmaktaki mahareti"nden söz eder. Yahya Kemal'in intihalcilikle suçlanması tek bir şiir üzerinden de değildir üstelik. Peyami Safa, onun başka şiirlerinin de çalıntı olduğunu iddia eder yıllar boyu. Aynı dönemde Ahmet Haşim'in bazı şiirlerinin, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanının çalıntı olduğu da ortaya atılır. Bu işlerin peşinde koşmayı pek seven Peyami Safa da bazı romanları üzerinden intihalcilikle suçlanacaktır bu dönemde.

Necip Fazıl Kısakürek de geri kalmaz bu furyadan. Nâzım Hikmet'in "Putları Yıkıyoruz" kampanyasına özenerek "Edebiyat Mahkemeleri" kurar ve şairleri, yazarları kıyasıya yargılamaya başlar. Örneğin Namık Kemal'i "şahsiyetsiz ve basit bir kopyacı" olarak suçlar; Mehmet Akif'i gerçek şair mertebesinde görmez. Bunlar görünen o ki yazınsal ölçütlerin dışındaki saptamalardır. Edebiyat tarihine birer not olarak düşülse de okur pek ilgilenmemiş, eline aldığı kitabı okumakla yetinmiştir.

Şimdi de Elif Şafak'ın Bit Palas ve Mine Kırıkkanat'ın Sinek Sarayı romanları üzerinden bir tartışma yürüyor. Özellikle "romanları üzerinden…" dedim; yargılamanın ilk aşamasının sonuçlandığı gün haber edebiyat camiasında duyulur duyulmaz, iki eser değil, Elif Şafak'ın ve Mine Kırıkkanat'ın siyasal tutumları, hayattaki duruşları üzerinden tartışma başladı. Romanların benzerliği iddiası üzerinden kopan fırtına yazınsal alanın dışına taşıverdi bir anda. Çok kişi iki yapıtı da okumamıştı muhtemelen ama olsun, malzeme çıkmıştı işte. Oysa bir yazarın hayattaki duruşu ile yapıtları arasındaki bağ her zaman sanıldığı kadar güçlü olmayabilir. Bütün dünyada olduğu gibi bizde de biyografi külliyatı şaşırtıcı, yer yer huzursuz edici bilgiler içerir. Bunlar yazarların eserleriyle karşılaştırılmaya kalkılırsa tuhaf yargılar oluşabilir.

Son tartışmada, eli kalem tutan, yazan, yayınlayan herkesi ilgilendiren magazinel malzemeler değil, bilirkişi raporu ve bu raporu olduğu gibi karara çeviren yargının durumu olmalıydı: Kararda "sektör bilirkişisi tarafından yapılan değerlendirmede Bit Palas isimli kitapta Sinek Sarayı isimli eserden yüzde 5 oranında intihal bulunduğu…" yorumunun hangi yazınsal, bilimsel, eleştirel ölçüte uyduğunu sormamız gerekirken bunu görmezden gelmek vahim bir durum değil midir? Hele bir de "anahtar kelimeler" kullanıldığı gibi dahiyane(!) bir sonuca varılması ne anlama gelmektedir? Bu durumda, karşılaştırılan her metinde, yargının içtihata dönüşebilecek kararı uyarınca belli bir oranda aynı kelimelerin kullanılması, intihal anlamına mı gelecektir? Bunca yılını dil öğretimi ve kullanımı ile geçirmiş biri olarak, bilirkişinin icat ettiği "kelime sayar" cihazını çok merak etmekteyim.

Bilinen bir sözdür; "güneşin altında söylenmedik söz yoktur." Aslolan ortak sözlerden yeni ve özgün bir dünya kurmaktır. Buna da yargı değil okur ve ardından edebiyat tarihi karar verebilir ancak.

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye'nin en güzel haziranlarından biri

O gün sokakları, caddeleri, meydanları dolduran ve hakları için sloganlar atarak yürüyen işçileri görenler, izleyenler ülke tarihinin çok özel bir gününe tanıklık ettiklerini fark etmişler miydi bilinmez ama Türkiye işçi sınıfı, tarihinde ilk kez böyle görkemli bir direnişle kendi gücünün farkına varıyordu. Bu güç ne zamana kadar ve nasıl kullanılabilecekti?

Hatıralar: Belleğimizin tozlu rafları

Ufuklarda söken şafak ne zaman ki görülür, yani yaşanan biter ve hatıraya dönüşür, işte o zaman belleğin tozlu raflarına yerleştirilir kelimeler.

Bir başka Fatih Sultan Mehmet portresi (II)

"Ölenlerin çokluğunu, evlerin boşaldığını, şehrin tümüyle uğradığı yıkımı, gerçekleşen felaketi ve tahribatı da gördü. Yapılan bu yıkım ve talan için birden acıma ve pişmanlık duygularına kapılarak gözleri yaşlarla doldu, derin derin iç çekerek, üzüntüyle: 'Nasıl bir şehri talan ve yıkıma terk ettik?' dedi"