14 Temmuz 2024

Hikâyeler heykellerden güçlüdür

Devasa heykellerle varlığını kendinden sonra da hayatta tutmaya çalışanlar, imparator da olsalar, önlerinde onlarca kişi hayranlıkla onu izlese bile, zihnimizde yaşamıyorlarsa, ruhumuzda iz bırakmamışlarsa sıradan olarak kalmaya mahkûmdurlar. Çünkü her şey unutulur ama dil ırmağına düşen anlam, insanlığın sonsuz denizine doğru süzülüp gider ve yaşamını sürdürür

Poliksena lahiti

Troya Müzesi'ni gezdiniz mi? Ziyarete açıldığı 2018'den beri çok sayıda ödüle değer görülmesinin yanı sıra Time dergisinin "Dünyada Görülmesi Gereken 100 Yer" listesinde yer alan bu müze, olağanüstü bir mitoloji-tarih yolculuğuna çıkmak için mutlaka uğranılması gereken yerlerden. Ne zaman gitsem, meraklı ve heyecanlı ziyaretçilerin arasından sıyrılıp müzenin en değerli parçalarından biri olan Poliksena Lahiti'nin tam karşısına oturur, bir süre onu izlerim. Kişisel tarihimde de özel bir yeri olan bu lahit, her seferinde yeniden keşfeder gibi fark ettiğim küçük ayrıntılarıyla büyüler beni. Yine öyle yapmak istedim, geçip karşısına oturdum ve bu kez onlarca yabancı ve yerli ziyaretçinin lahiti nasıl izlediğini gözlemledim. Çoğu kişi, görkemli ve etkileyici lahite şöyle bir bakıp hemen ilerisinde onun koruyucusu gibi duran Roma İmparatoru Hadrianus'un heykelinin yanına gidiyordu. O daha çok ilgi çekiyordu. İmparator heykelleri elbette etkileyicidir, yapılış amacı da zaten bu; ancak onun bir hikâyesi yok ki! Oysa belgesel filmini de yaptığımız bu lahite adını veren Poliksena'nın, her ne kadar Troya Savaşı'nın trajik anlatılarının gölgesinde kalsa da çok dramatik bir hikâyesi var. Ancak müzeyi hayranlıkla gezenlerin büyük bölümü Poliksena'dan habersizdi belli ki. (Merak edenler için Haftalık'taki ilgili yazının linkini buraya bırakalım.)

İmparator heykelini ilgiyle izleyenlere bakarken İngiliz yazar Villiam Morris'in o cümlesini yeniden hatırladım: "Tarih imparatorları ve komutanları insanları yok ettikleri için hatırlar; sanat ise var etmek için." Morris'in bu yerinde saptamasını şöyle de okuyabiliriz: eğer geçmiş zamanlarda anlatıcılar, modern zamanlarda yazarlar, şairler, sinemacılar vd. olmasaydı birçok gerçek, hikâyeye dönüşmeden karanlığa gömülür ve unutulurdu. Ya da tam tersinden bakabiliriz: anlatıcılar ya da yazarlar, şairler olmasaydı, birçok kişi ve olay sıradan, silik ve basit kalabilirdi tarihin içinde. Yani Homeros ve diğer anlatıcılar olmasaydı Akhilleus cesur bir savaşçı olur muydu? Paris, Hektor adları bize ne anlatabilirdi ki? Troya adıyla özdeşleşen ihtişam, büyülü kent imgesi de hiç olmayacaktı. İskenderiye Kütüphanesi'ndeki meraklı kütüphaneci, Rodoslu Apollonios, papirüslerin, kâğıt tomarlarının, zamk kokulu kitapların arasında dolaşıp onları okumasa, uzak denizleri dolaşan gemicilerin anlattıklarını belleğine nakşetmese ve bunlara kendi hayal gücünü katarak yeniden kurgulamasa biz Argonotların maceralarını bilemeyecektik ya da kuru bir bilgi olarak öğrenecektik.

Yason Burnu (Fotoğraf: Gökhan Kırca)

Birbirine mitolojik hikâyelerle bağlanan Ege ve Karadeniz'de yaşananları hayal güçlerinin sınırlarını zorlayarak aşk öyküleriyle renklendiren birçok adsız anlatıcı, Apollonios'a eklemeler yapmasalardı Iason ve Medea'nın tutkulu aşkından bu kadar etkilenir miydik acaba? Ordu/Perşembe'de denize dar bir çıkıntı olarak uzanan ve geçmişte denizciler için bir tapınağın, sonra kilisenin olduğu yerde onların konakladıklarını hayal edebilir miydik? Şimdilerde de bir akşam vakti orada güneşin batışını izleyen âşıkları mitolojik öykülerle özdeşleştirebilir miydik? Kim bilir hangi hikâyeci, yüzyıllar önce tam orada durup Iason ve Medea'nın bu gizemli yerde saklandıklarını düşünerek oraya "Yason Burnu" demiştir, bilinmez. Bir ticari seyahati, belki bir macera arayışını, hatta belki kendi aşk öyküsünü böylesine güzelleştiren o anlatıcılardır. İşte Poliksena da böyle. Lahitteki figürlerle anlatılan düğün ve kurban ediliş hikâyesi kim bilir kaç anlatıcının dilinde zenginleşti ve o olaydan 500 yıl sonra bu lahite konu oldu. Anlatı zinciri devam etmeseydi, Euripides ve diğer klasik dönem yazarları onu kendi düş güçleriyle çeşitlendirerek anlatmasalardı, bu lahite anlam da veremeyecektik ama şimdi Poliksena var, ondan söz edebiliyoruz, yazabiliyoruz; bu onun yaşadığını gösterir! Müzeyi ziyarete gelenlerin önemli bir bölümü fark etmese de! Ve o, bu yanıyla imparatorların heybetli mermer heykellerinden daha etkileyicidir aslında. Çünkü bilgiye duygu katmıştır anlatıcılar. Üstelik bunu insanlığın mucizevi yaşamsal gereci olan dille yapmışlardır.

Dostoyevski, Yeraltından Notlar'da "Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz. Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar öylece ortada kalakalacağız" diyordu. Hayallerimizden bir hayat yaratanlar ve onları bize roman, şiir, film, oyun diye verenler hiç kuşkusuz bin yıllardır ruhumuzu diri tutan anlatıcılardır. Devasa heykellerle varlığını kendinden sonra da hayatta tutmaya çalışanlar, imparator da olsalar, önlerinde onlarca kişi hayranlıkla onu izlese bile, zihnimizde yaşamıyorlarsa, ruhumuzda iz bırakmamışlarsa sıradan olarak kalmaya mahkûmdurlar. Çünkü her şey unutulur ama dil ırmağına düşen anlam, insanlığın sonsuz denizine doğru süzülüp gider ve yaşamını sürdürür. Biz buna edebiyat diyoruz; taştan, mermerden daha kalıcı ve etkileyici olduğunu biliyoruz.

Lahit ve İmparator Hadrianus

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sözcüklerin bittiği yerdeki yalnızlık

Şehirler geçmişten beri baş döndürücü kalabalığın merkezi olagelmiştir. Belki de bu nedenle, o kalabalık insanı yalnızlaştıran bir çokluktur. Sesin söze değil uğultuya dönüştüğü yerlerdir büyük kentler. Bunu en iyi bir yazarın anlaması da çok doğal

Hayatımızın beştaş oyunu: Sözcükler

Aynı dille konuşan ama aynı dili konuşmayan insanlar topluluğuna mı dönüşmüştük, çocukluğumuzdaki beştaş oyunu gibi kelimelerle oynarken?

Murat Meriç’le söyleşi – II: Basit ama hayatımızda yer etmiş birçok ses kayboldu, farkında değiliz

Farklı kültürlerin, etnik grupların birlikte yaşadığı bir toplumda daha zengin bir müzik kökeni olması beklenirdi ama müzik dünyamız bu zenginlikten yeterince beslenemedi

"
"