24 Kasım 2024

Her bir harf dünyanın keşfedilmeyi bekleyen küçük bir sırrıdır

Türkçeyi bilim ve sanat dili olarak geliştirmenin en kapsayıcı alfabetik karşılığı gerçekten de bugünkü alfabemiz. Ancak okullarda aynı kaynak dili kullanan akrabalarımızın (ve elbette bu ülkede yaşayan başka dillerin) zengin birikimini öğretmek, onları anlamak ve paylaşmak için de böyle bir uzlaşma yararlı bir girişim olacaktır; umarım başarılır

Hakan Günday, AZ adlı romanında şöyle der: “A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış on binlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında.” Alfabe, Günday’ın da belirttiği sadece şekillerden ibaret değil. Sözlerin, kavramların içeriğine de sızan bir imge. Başka bir deyişle, sözcüklere dönüşen her harf içerdiği anlamla bütünleşiyor. Sadece çizgiler olduğunu düşündüğümüz harflerle bir şiir de yazabilirsiniz, bir ilân-ı aşk da ölüm fermanı da. Goethe “Her bir harf dünyanın keşfedilmeyi bekleyen küçük bir sırrı” olduğuna inanırdı. Alfabe, bu açıdan bakınca bireyin de toplumun da düşünüş biçiminin bir yansımasına dönüşüyor. Hatta bazen öyle oluyor ki çok yerinde olmasa bile ulusal kimliğin, kültürel tercihin bir eklentisi gibi düşünülüyor. Amerikalı ressam Man Ray, çizgilerle yarattığı dünyanın bir verisi olarak “kâğıda bıraktığımız her iz binlerce yıllık bir tarihi saklar” derken muhtemelen buna işaret ediyordu. Chomsky de dili insanın doğasından gelen bir olgu olarak görürken yazı sistemini, yani alfabeyi “konuşulan dili temsil eden kültürel bir buluş” olarak niteler. Chomsky’nin bir saptaması son zamanlarda gündemimize yeniden gelen ama aslında yüz elli yıldır bazen hararetli tartışmalara neden olan bazen de derinlerde bir kültürel tartışma olarak kalan bir durumu da açıklıyor.

Geçenlerde, ülkenin hızla değişen gündeminde kısa süre görünüp sonra kaybolan ve çok kişinin ilgisini de çekmeyen alfabe tartışmasını hatırlayın. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türk dillerini kullanan ulusların 34 harfli alfabede uzlaştıklarını “tarihi bir adım” diye duyurmuştu. Kısa süreli bir şaşkınlıktan sonra 29 harfli alfabemiz mi değişiyor diye bir soru kaldı akıllarda. Yoksa iktidar, dil karşı devrimini mi yürürlüğe koyuyordu?

Bizde alfabe tartışması çok eskidir. Eski Türk yazıları yerine Arap alfabesinin kullanılmaya başlaması Chomsky’nin vurguladığı gibi toplumsal değişime kültürel bir yanıttır. Sonra yüzyıllar boyunca dondurulmuş bir konu olarak kaldı, ta ki 19. yüzyıla kadar. 1862’de bir süre eğitimin de başında bulunan Münif Paşa’nın alfabenin bir ıslahata muhtaç olduğunu söylemesi o günden bugüne bitmeyecek bir tartışmayı da ateşlemiş oldu. Münif Paşa’nın ardından Azeri yazar Ahundzade de Latin ve Kiril kökenli yeni bir alfabenin okur yazarlığı arttıracağını savunarak değişiklik önerisinde bulunmuştu. Çok kişisel gibi görülebilecek bu fikirlerin bir arka planı vardı elbette. Tıpkı yüzyıllar önce İslami kültürün etki alanına girerken alfabenin değişmesi gibi şimdi de yükselen Batı uygarlığı etkisini göstermeye başlıyordu. Yirminci yüzyılın başlarında Arnavutların Latin kökenli yazıya geçme istekleri, Azerbaycan’da “Son Türk Elifbası” çevresinde yükselen tartışmalar, bizde bitişik düzenden ayrı ayrı harflere geçme çabaları yüzünü batıya dönmeye başlamış olmanın bir ürünüydü kuşkusuz.

Cumhuriyetle birlikte başlayan büyük değişimlerin en radikal olanlarından biri elbette ki Yazı Devrimi diye adlandırdığımız alfabe değişikliğidir. 1862’den 1928’e değin geçen 66 yılda Osmanlı/ Türk entelektüellerinin tartışmaları, çeşitli önerileri önemli bir birikim oluşturmuştu. Mustafa Kemal Atatürk’ün ve çevresindekilerin, bazı yazar ve akademisyenlerin kültürel gerekçelerle karşı çıkmasına rağmen Latin kökenli Yeni Türk Alfabesi’ne geçişi sağlamaları bu birikimi iyi kullanmalarıyla mümkün olmuştu ve bu aynı zamanda yeni rejimin yüzünü bütünüyle Batı uygarlığına çevirdiğinin güçlü bir sembolü haline gelmişti. Bu sembol muhafazakâr camiada ama özellikle İslami kesimde hiç benimsenemedi, Cumhuriyete en güçlü itiraz noktalarından biri Yazı Devrimi olageldi. Fakat tarihin bir cilvesi mi demek gerek, İslamcıların alfabe konusunda öne sürdüğü fikirlerin trajik çöküşü mü desek; toplumdaki gücünü İslami referanslara pekiştiren bugünkü iktidar aslında duyurduğu yenilikle yaklaşık bir asırdır karşı çıktıkları Latin kökenli alfabeye geçişin doğru bir atılım olduğunu kabullenmiş oluyor. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının alfabe ve dil bağlamında gelecek öngörüsünü tescillemiş oluyor.

Alfabemiz değişmiyor elbette; buna ihtiyacımız da yok. Türkçeyi bilim ve sanat dili olarak geliştirmenin en kapsayıcı alfabetik karşılığı gerçekten de bugünkü alfabemiz. Ancak okullarda aynı kaynak dili kullanan akrabalarımızın (ve elbette bu ülkede yaşayan başka dillerin) zengin birikimini öğretmek, onları anlamak ve paylaşmak için de böyle bir uzlaşma yararlı bir girişim olacaktır; umarım başarılır.

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

 

Yazarın Diğer Yazıları

Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur

Hürriyet Partisi’nin kuruluşundan 70 yıl sonra, bu iyi niyetli, umutlu girişimin nasıl kösteklendiğini, politikayı yalnızca partilerinin varlığı ile özdeşleştirenlerin bu heyecanı nasıl boğduğunu okuyunca ve günümüze bakınca benim oğlum bina okur, döner döner yine okur demekten başka ne gelir elden?

Yazarlar da roman kahramanıdır

Roman Kahramanları İstanbul Edebiyat Festivali’nde yüzlerce roman ete kemiğe bürünürken aslında o öğrenciler birer Don Kişot oluyorlar, arslanlar kafeslerinden çıkamayıp öylece kalıyorlar

Neden?

"Neden" diye kime sordu insanoğlu? Kanımca önce kendine sordu: Neden, dedi şaşkınlıkla. Bilemedi, yanıtlayamadı ve şaşkınlığı, kaygısı daha da arttı. Sonra yanındakine sormuş olmalı. Kimdi yanındaki peki? Belki anne ya da babası, belki arkadaşı, belki sevdiği… Kim bilir belki bunların hiçbiri değil de sadece gökyüzüne bakarak sordu

"
"