15 Aralık 2024

Yazarlar da roman kahramanıdır

Roman Kahramanları İstanbul Edebiyat Festivali’nde yüzlerce roman ete kemiğe bürünürken aslında o öğrenciler birer Don Kişot oluyorlar, arslanlar kafeslerinden çıkamayıp öylece kalıyorlar

Don Kişot’u sevmeyen var mıdır? Hayatının bir bölümünde olsun kendini Don Kişot gibi hissetmeyen var mıdır? Ortaokuldaydık. Ders kitabımızda Don Kişot’tan bir bölüm hatırlıyorum. Arslan taşıyan araba ile karşılaştığı bölüm. Türkçe öğretmenimiz bu bölümü canlandırmamızı istemişti. Ders sıralarını çekerek bir araba yapmıştık. Don Kişot, Sanço Panza, arabacı vd. roller dağıtılmıştı. Uzun boyumdan ve zayıflığımdan mıdır bilmem, soyadını anımsayamadığım öğretmenimiz Kâzım Bey, Don Kişot rolünü vermişti bana. Okulun hizmetli odasından alınmış bir süpürge sopası mızrak görevi görüyordu! Üç beş cümleyi heyecanla ezberlemiştim. “Korkak olanlara arslan büyük görünür” gibi bir şeyler söyleyecektim. Bir iki dakika süren bir canlandırmaydı ama hayat boyu hatırladım hep. Ne zaman boyumu aşan bir işi başarmak zorunda kalsam, o iş sünepe bir arslan gibi göründü bana, zihnimdeki mızrakla dürtüp durdum.

Cervantes’in roman türünün başlangıç noktası sayılabilecek yapıtında Manchalı Don Kişot kaçık ve deli doludur ama bilgeliği de temsil eder. Yardımcısı, hizmetkârı Sanço Panza’ya arada bilgece sözler eder. Romanın bir yerinde bilgisiz, cahil kişilerin kader sandığı şeyin aslında şartlardan doğan bir sonuç olduğunu söyler. “Herkes kendi talihinin işçisidir” diye de ekler sonra. Bu cümle insana ve hayatın nasıl yaşandığına büyüteç tutan harika bir saptama. Kaderi, Don Kişot’un dediği gibi şartlar belirlese de insan kendi hayatının akışını yönlendirebilir. Bu önermeyi daha da ileri götürmek isterim: Her insan bir roman kahramanı olabilir! Büyük yazarlar ise kesinlikle roman kahramanıdır. Yaşar Kemal’i düşünün; kendi talihinin işçisi olup hayatının içinden yarattığı romanlarla kendini de -henüz yazılmamış- bir roman kahramanına dönüştürmemiş midir? Adana’da baskılardan bunalıp İstanbul’a hayallerinin peşinden gelen Yaşar Kemal, bu kentteki ilk günlerini şöyle anlatır: “Gülhane Parkı’nın denize bakan yüzünde Topkapı Sarayı’nın büyük kapısı var ya, o kapının önünde de Çemberlitaş gibi upuzun bir sütun var, işte o kapıyı kendime mekân tuttum. Yağmurda falan, kapının da üstü azıcık da olsa kapalı, yatağımın ıslanma olasılığı yok. Yatağım da gazete kâğıtlarından kalın bir döşektir.” Bu bir romandan alıntı olsaydı, evsiz yurtsuz karakter karnını nasıl doyururdu: Balık tutarak. Yaşar Kemal de bunu yapmış. Kimsesizlik ve yalnızlıktan yarattığı bir roman kahramanına dönüştürmüş kendini. Sonrası zaten olağanüstü bir hayat.

Ya Sabahattin Ali? Trajik sonu, bir romanın son bölümü gibi değil midir? Aziz Nesin’in hayatı da öyle. Yalnızca “Bir Sürgünün Anıları”ndaki yazar bile başlı başına bir roman kahramanıdır. Rıfat Ilgaz, Madımak Kıyımı’nın ardından keder içinde veda etmedi mi yaşama, dramatik bir roman bitirişi gibi? Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan’ı yazarken evine baskın yapıldığını, notlarının nasıl yırtıldığını anlatır. Kendi talihinin ağır işçiliğini yapmanın ve yaşamını bir roman kahramanına dönüştürmenin ne demek olduğunu her birinin hayatını okuyunca daha iyi anlıyor insan.

Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle başlayan, yıllar içinde kökleşen ve bu sene 19-21 Aralık tarihlerinde Maltepe Üniversitesi’nde, İçerenköy Penguen Kitabevi’nde, Kartal Belediyesi Masal Müzesi’nde ve Türkiye çapında yüzlerce okulda 9’uncusu yapılacak olan Roman Kahramanları İstanbul Edebiyat Festivali’nin de ana teması “sanatçı roman kahramanları.” Yazarların mutlaka kendinden de bir şeyler katarak yarattıkları karakterler çeşitli oturumlarla konuşulacak. Ancak bu etkinliğin diğer edebiyat festivallerinden farklı bir yönü var: Roman Kahramanları dergisinin ısrarlı çabası ve Maltepe Üniversitesi’nin üstlenmesiyle neredeyse bütün ülkeye yayılmış durumda. Anadolu’da yüzlerce lisede bu tarihlerde öğrenciler sevdikleri romanların kahramanlarını kendi hayal güçlerini kullanarak canlandırıyorlar birkaç yıldır. Bu yıl okullarla da sınırlı kalmayıp kentlerin meydanlarına çıkacaklar, gösteriler yapacaklar. Hazırlıklara tanık olan biri olarak sevinçle söyleyebilirim ki Türkiye’de gençler roman okuyor, okudukları eserlerin kahramanlarını hayatlarına katıyor ve bundan heyecan duyuyorlar.

Roman Kahramanları İstanbul Edebiyat Festivali’nin sadece bir görsellik sergilenmesi olarak kalmayıp sokaktaki herhangi bir insanın da büyük bir yazarın da gerçekte bir roman kahramanı olabileceğini göstermesi çok değerli bir durum.

Nietzsche “İyi bir yazar sadece kendi ruhunu değil, arkadaşlarının ruhlarını da ele geçirir” demişti. Binlerce gencin, canlandırdığı roman kahramanı ile kendini özdeşleştirmesi, sadece kendilerini değil, onları izleyenleri de içine çeken bir atmosfer yaratmaları, ruhlarını büyük eserlerle buluşturmaları yazarlar için de heyecan verici.

Bu festivalle yüzlerce roman ete kemiğe bürünürken aslında o öğrenciler birer Don Kişot oluyorlar, arslanlar kafeslerinden çıkamayıp öylece kalıyorlar; çünkü roman kahramanlarını kuşanan gençler kendi talihlerinin ve edebiyatla zenginleşmiş geleceklerinin işçiliğini yapıyorlar.

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

 

Yazarın Diğer Yazıları

Neden?

"Neden" diye kime sordu insanoğlu? Kanımca önce kendine sordu: Neden, dedi şaşkınlıkla. Bilemedi, yanıtlayamadı ve şaşkınlığı, kaygısı daha da arttı. Sonra yanındakine sormuş olmalı. Kimdi yanındaki peki? Belki anne ya da babası, belki arkadaşı, belki sevdiği… Kim bilir belki bunların hiçbiri değil de sadece gökyüzüne bakarak sordu

Duvarları günler, aylar ve yıllarla örülmüş bir zaman hapishanesindeyiz

Sözcükler üzerinden bir hayatı analiz etmek mümkün olabilirdi ya da zaman kavramının içinde nasıl tutsak olduğumuzu apaçık görebilirdik. Herhalde belli bir yaşa kadar gelecek zamanla çekilmiş cümleler ağırlıklı olurdu; umutlu, arzulu, hayallerin pırıltısını taşıyan sözcüklerle dolu olurdu günler

Her bir harf dünyanın keşfedilmeyi bekleyen küçük bir sırrıdır

Türkçeyi bilim ve sanat dili olarak geliştirmenin en kapsayıcı alfabetik karşılığı gerçekten de bugünkü alfabemiz. Ancak okullarda aynı kaynak dili kullanan akrabalarımızın (ve elbette bu ülkede yaşayan başka dillerin) zengin birikimini öğretmek, onları anlamak ve paylaşmak için de böyle bir uzlaşma yararlı bir girişim olacaktır; umarım başarılır

"
"