29 Nisan 2013

Suriye'de 'Kimyasal Fırtına'...

Bu ‘kimyasal silah’ retoriğiyle eşzamanlı olarak Brüksel’deki NATO toplantısı paralelinde bir araya elen ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rusy Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, 2012 tarihli Cenevre mutabakatını ‘zor da olsa’ canlandırmaya çalışacaklarını duyurmalarını da not etmek gerekir

Nisan sonu hareketli geçti. Peki son bir haftada dünya çapında hangi dikkat çekici olaylar yaşadı, bunlar ne anlama geliyor? Türkiye’de Kürt meselesine dair önemli adımlar atılırken, Suriye, Irak, Irak Kürdistan’ında tüm dünyanın dikkat kesildiği gelişmeler yaşandı. İran’dan Batı’ya sıradışı mesajlar geldi... Balkanlar’da da tarihi gelişmelere tanıklık ettik. Sırbistan’ın milliyetçi lideri Nikoliç, beklenmedik bir çıkışta bulundu, Srebnenitsa için ‘dizlerinin üzerine çökerek özür dilediğini’ duyurdu. Avrupa ‘euro bölgesindeki’ ekonomik krizin sancılarını yaşarken, İtalya nihayet aylar sonra bir hükümete kavuştu. Almanya siyaseti eylüldeki seçimler öncesinde bir hayli hareketlendi. Asya’da milliyetçi Japon hükümeti ile komşuları, özellikle Çin arasında yine gerilim var. Birmanya ise Müslüman Arakanlara yönelik katliamlara rağmen AB yaptırımlarından kurtuldu...

Bu haftaki Hudut İhlali’ne en yakınımızdaki yakıcı sorunla, Suriye’deki gelişmelerle başlayalım...

 

SURİYE’DE ‘KİMYASAL FIRTINA’...

Suriye’deki iç savaşta bu hafta ‘kimyasal silah’ fırtınası koptu. Peki hakikatte neler oldu? Amerikan Başkanı Barack Obama, aylar öncesinde Suriye’nin kimyasal silah kullanmasını ‘kırmızı çizgileri’ ilan etmişken, İsrail’in en üst düzey askeri istihbarat analisti tuğgeneral Itai Brun’un Suriye ordusunun kimyasal silah -olasılıkla sinir gazı- kullandığı iddiası gündeme bomba gibi düştü. Brun, Tel Aviv Üniversitesi Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nde düzenlenen yıllık konferansta, bazı fotoğraflar eşliğinde yaptığı sunumda, “Anladığımız kadarıyla ölümcül kimyasal silahlar kullanıldı. Hangi kimyasal silahlar? Muhtemelen sarin” dedi, ayrıntıya girmedi.

 

Amerikan yönetimi önce Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ağzından bu iddiayı ‘küçümsedi’. Kerry, Brüksel’deki NATO toplantısı sırasında meseleyi İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu ile görüştüğünü ve Netenyahu’nun iddiayı doğrulamanın mümkün olmadığını söylediğini aktardı. Beyaz Saray sözcüsü Jay Sarney de ‘Böylesi bir çıkarımda bulunmadıklarını’ söyledi ve ‘bu silahların kullanılıp kullanılmadığını belirlemenin çok zor olduğunu’ ekledi. Netenyahu’nun ofisinde ise sessizlik hakimdi.

 

ABD önce küçümsedi, sonra tonu sertleştirdi

Bu tavırla tam da uluslararası kamuoyu ‘teskin olmuş’ görünürken, İsrail’i içeren Ortadoğu turuna çıkmış olan Pentagon şefi Chuch Hagel’dan temkinli olsa da farklı tonda bir çıkış geldi. Hagel, Amerikan istihbaratının Suriye rejiminin ‘küçük düzeyli’ kimyasal kullanımına dair ‘çeşitli derecelerde değerlendirmeleri’ olduğunu söyledi; ancak bir hükme varabilmek için ‘güvenilir ve kanıtlarla desteklenmiş olgulara ihtiyaçları olduğunu’ ekledi. Beyaz Saray açıklamasında da bu kez, Amerikan istihbaratının Suriye’nin kimyasal silah kullandığına dair ‘çeşitli derecelerde inanca sahip olduğu’ vurgusu öne çıktı. Açıklamada, ‘delil zincirinin açık olmadığının’ da not edildiği kaydedildi. Beyaz Saray yasama işleri ofisi direktörü Miguel Rodriguez, milletvekilerine yazdığı mektupta, ‘Geçmiş deneyimlerden bu konudaki istihbarat çıkarımlarının tek başına geçerli olamadığı’ yolunda uyardı. Amerikalı bir üst düzey savunma yetkilisi de “Geçmişte çok kötü filmler izlemiştik” değerlendirmesi yaptı. Amerikalı neoconlar, bu değerlendirmenin Suriye’ye müdahale için kullanılması gerektiğini dile getirmekte gecikmedi. Cumhuriyetçi senatör John McCain, olup bitenlerin ‘kırmızı çizginin aşıldığı’ anlamına geldiğini söyledi. Senato İstihbarat Komitesi’nin Demokrat başkanı Dianne Feinstein, kimyasal silahlarla ilgili bu ‘gelimenin’ Esad’ın ‘kaybedecek hiç bir şeyi kalmadığına işaret ettiğini’ savundu. Ancak Kerry’nin bazı Senato üyelerini teskin eden brifinginin ardından da Nancy Pelosi gibi isimlerin, yeniden “Burası Libya değil” vurgusu yapmaları dikkat çekti.

 

‘Çeşitli derecelerde inanç’ ne manaya geliyor?

Amerikalı yetkililerin açıklamalardaki odak noktası ‘çeşitli derecelerde inanç’ ifadesiydi. Peki bu ne demekti? Amerikalı yetkililer herkesin kafasını karıştıran bu ifadelere açıklık getirmekte gecikmedi. Bu ifade, Amerikan istihbarat toplumu içindeki tartışmaları anlatmak için kullanılıyor. Bir Beyaz Saray yetkilisi, ‘kimyasal silah kullanımının kısmen psikolojik örneklere dayandığını’ söylerken, yetkililer de bu çıkarımlarla alakalı ellerinde nasıl bir delil olduğuna –toprak, kan, saç örneği gibi- dair açıklama yapmayı reddettiler. Financial Times’a konuşan üst düzey bir Batılı diplomata göre, ellerindeki kanıt saldırılardan sonra iki kurbandan alındı. Bir örnek Amerikalı yetkililer tarafından analiz edildi, ikincisi Britanya Savunma Bilim Teknoloji Laboratuarı tarafından. İki kurban ayrı yerlerde ayrı zamanlarda hayatını yitirmiş. İşte bu vakalar istihbarat değerlendirmelerinde şüpheleri yoğunlaştırmış.

 

Obama tonunu sertleştirdi mi?

Hal böyleyken, ‘kimyasal silah’ vurgusu retorik düzeyde artırıldı. Haftasonuna doğru Obama’nın ‘kimyasal silah kullanımının kırmızı çizgi’ olarak koymasından hareketle, ABD’nin Suriye’ye yönelik askeri harekatı dışlamadığı vurgusu içeren haberler gelmeye başladı. Fransa ve Britanya’dan da benzeri iddiaların altını çizen açıklamalar ‘heyecan yaratmaya’ yetti. Ve Obama cuma günü Suriye hükümetinin olası kimyasal silah kullanımının ‘oyunu değiştirecek’ bir unsur diye niteledi. Ancak bu yöndeki istihbarat değerlendirmesinin henüz ilk aşamada olduğunu ihmal etmeden. Amerikan Başkanı Oval Ofis’te Ürdün Kralı Abdullah’ı kabulü sırasında, “Bu oyunun kurallarını değiştirecektir. Sağduyulu hareket etmeliyiz. Bu türden değerlendirmeleri incelikli biçimde yapmalıyız. Fakat bence hepimiz kimyasal silahlar gibi silahların sistematik biçimde sivil nüfusa karşı kullanımına karşı durmalıyız” ifadelerini kullandı. Hemen ardından da Beyaz Saray sözcüsü Jay Carney’nin ellerindeki kanıtların ‘sağlam olmadığını’ teslim etmesine karşılık Obama’nın ‘tek taraflı askeri eylem dahil tüm seçenekleri masada tuttuğunu’ belirtmesi, Rusya’nın Russia Today televizyonunun haberi ‘Beyaz Saray ABD’nin Suriye’ye karşı askeri güç kullanabileceğini söyledi’ başlığıyla sunmasına kafi geldi. Fakat Amerikan medyasındaki algının tam tersi olduğunu söylemeliyim.

 

Suriye cephesinin yanıtı ise tahmin edileceği gibi.. Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdat iddiayı ‘büyük yalan’ diyerek yalanlarken, Enformasyon Bakanı Umran el Zubi, Amerika’yı ‘isyancıların kayıpları karşısında histeriye kapılmakla’ suçladı. Zubi’nin bir önceki açıklamasında ‘İsrail’e karşı bile kimyasal silah kullanılmayacağının’ yer alması doğrusu dikkat çekiciydi.

 

Bu ‘kimyasal silah’ retoriğiyle eşzamanlı olarak Brüksel’deki NATO toplantısı paralelinde bir araya elen ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rusy Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, 2012 tarihli Cenevre mutabakatını ‘zor da olsa’ canlandırmaya çalışacaklarını duyurmalarını da not etmek gerekir.

 

Şam Amerika’ya ‘yanlış saftasın’ diyor

Hal böyleyken, Beşar Esad yönetimi Batı’da artan ‘radikal İslamcı’ kaygısına ‘oynuyor’, özellikle de Amerikan yönetimini ‘yanlış safta’ yer aldığına dair ikna çabasına girişiyor. Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Mikdat, son olarak Suriyeli isyancıları desteklemenin Amerikan topraklarında 11 eylül tipi saldırıları tetikleyebilecğini öne sürdü. Mikdat, Boston Maratonu’ndaki saldırıların zanlısı Çeçen gençleri anıştırırcasına, Suriye’de savaşan 37 milletten cihatçılar bulunduğunu ve bunlar arasında Çeçenlerin de yer aldığına dikkat çekti. Suriye Başbakanı Vael Nadir el Halki, “Terörizmle savaşta biz ortağız” derken, Enformasyon Bakanı Umran el Zubi, “Bu medeniyet, kimlik ve kültür için verilen bir savaş. Suriye, Arap dünyasının son hakiki seküler devleti” diye konuştu.

 

Şam yönetiminin, New York Times gazetesi dahil bazı Amerikalı yayın organlarının muhabirlerini ülkeye davet etmesi de dikkat çekici bir başka gelişme. Muhabirlere dünyanın dört yanından gelmiş ve ele geçirilen cihatçılar sergilendi. Nitekim New York Times’ın haftasonu yayınladığı haberde, bölgedeki bir muhabirin de katkısıyla Halep’te el Kaide bağlantılı isyancıların şeriat uygulamaları aktarılırken, Suriye’de ‘isyancıların kontrolündeki hiç bir bölgede laik muhalefetin etkisinin bulunmadığının’ altının çizilmesi Batı’daki huzursuzluğu pekiştirecek cinsten.

 

*****

 

KERKÜK’TE PEŞMERGENİN DE MÜDAHİL OLDUĞU TEHLİKELİ GERİLİM

Irak’ta da tehlikeli bir tıranış hakim. Irak kanlı bir haftayı daha geride bıraktı. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şiiler ile Saddam’ın devrilmesi sonrası giderek artan ölçüde ayrımcılığa uğradıklarını söyleyen Sünniler arasında yeni çatışmalar yaşandı, işin içine Peşmerge güçlerinin de girdiği bir çatışma hali hasıl oldu.

 

Aralıktaki Sünni isyan dalgasının ardından sular bir nebze olsun durulmuş görünürken, salı günü Kerkük yakınlarında, başkent Bağdat’ın 170 kilometre kuzeyindeki Hawica’da Sünnilerin düzenlediği protesto gösterisi çatışmalarla sonuçlandı. Sünnilere göre, Irak ordusu protesto için kurulan kampı bastı, silahsız protestoculara ateş açtı. Irak ordusu ise askerlerin silahlı kişilerin saldırısına uğradıklarını, çatışmaların ardından roket başlıklı havan topları, keskin nişancı tüfekleri, silah ve mühimmat ele geçirildiğini duyurdu.

 

Sünni aşeritler ayaklanmanın eşiğinde

Hawica’da sokağa çıkma yasağı başlatılırken, gerilim Kerkük’ün yanı sıra Ramadi, Tuzhurmatu gibi yerleşimlere de yansıdı. Sünni aşiretlerin liderleri açıkça isyan çağrısında bulunmaya başladı, aşiret üyelerini silah taşıma izni verdiler. Irak’ın Sünni kökenli Eğitim ve Bilim teknoloji bakanları istifalarını sundular. Çatışmalardan hemen önce Irak geçen haftasonunda Amerikan güçlerinin çekilmesinden bu yana ilk kez yerel seçimler için sandık başına gitmişti. Ancak güvenlik nedeniyle oylama Sünni bölgelerde gerçekleştirilememişti. Gelecek yılki genel seçimler öncesi önem atfedilen yerel seçimlerin Sünni bölgelerde temmuzda yapılacağı duyurulmakla yetinilmişti. Başbakan Nuri el Maliki, Hawica olaylarını aydınlatmak üzere komisyon kurulması talimatı verdi, kurbanların ailelerine de aşırı güç kullananların bulunup cezalandırılacağı vaadinde bulundu. Maliki anti-terör yasalarının değiştirileceğini de öne sürüyor. Fakat Sünnileri ikna edecek gibi görünmüyor. İki Şii milis örgütü Asaib el Hak ve Kataib Hizbullah çatışmalardan şimdilik uzak duruyor fakat savaşçıları gerekirse ellerine silah alacakları tehdidi savuruyor.

 

Kerkük’e Peşmerge gücü

Bu gerilimi haftasonunda Peşmerge güçlerinin her türlü gösteri düzenlemenin yasaklandığı Kerkük’e yönelmesi takip etti. Hafta boyunca 40’ı Kerkük’te 200’den fazla ölümle sonuçlanan çatışmaların ardından peşmergeler ‘oluşan güç boşluğunu doldurmak’ gerekçesiyle statüsü tartışmalı bu kente gönderildi. Peşmergeler kent yakınlarından konuşlandı. Peşmerge Bakanlığı Genel Sekreteri Cabir Yawar, “Kerkük valisi ile danışmaların ardından, genel anlamda Kerkük çevresinde oluşan güç boşluğunu doldurmak üzere Peşmerge güçlerinin gönderilmesi kararlaştırıldı. Peşmerge istihbarat servisi terörist grupların bölgede saldırılar düzenlemeyi planladığı istihbaratını aldı. Tek hedefimiz vatandaşların hayatlarını korumaktır” açıklaması yaptı.

 

Ancak Irak ordusu aynı kanaatte görünmüyor. Nitekim üst düzey Iraklı komutanlar, ordunun alarma geçildiğini duyurdu, bir komutan, “Ordu bu Peşmerge hareketini güç boşluğunu doldurmak değil siyasi bir manevra olarak görüyor” dedi. Irak ordusu, Peşmerge güçlerini kente girmemeleri için uyardı. Irak Genelkurmay’ından Kara Birlikleri komutanı Ali Haydan Mecid, afp’ye Peşmerge güçlerinin bu hareketinin ortak kontrol noktası uygulamasına dair anlaşmaya zarar verdiğini söyleyip, “Kerkük’ün petrol yataklarına, kuyularına erişmek istiyorlar” çıkışı yaptı.

 

*****

 

İRAN’DAN BATI’YA İNCE MESAJLAR...

İran’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya’dan oluşan 5+1 Grubu’yla nükleer müzakereleri şimdilik sonuçsuz. İran’da 12 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce de olumlu yahut olumsuz bir gelişme beklemek nafile. Hal böyleyken, AB’den yeni görüşme tarihi ve yeri beklediğini açıklayıp, pazarlığa devam sinyali verirken, İranlı yetkililerin bir beyanatı karambolde kaldı. İran’ın BM’ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndaki (UAEK) daimi temsilcisi Ali Asghar Sultaniye, nükleer görüşmelerde Batı ile işbirliği sağlanabilirse, İran’ın Batı’nın bölgede ‘en güvenilir, en güçlü ve istikrarlı ortağı olacağını’ söyledi.

 

‘İran en güvenilir, güçlü ve istikrarlı ortak olabilir’

Sultaniye, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi anlaşmasıyla (NPT) ilgili Cenevre’de düzenlenen toplantıda, halihazırda İran’a yönelik sıkı yaptırımlarla çizilen Amerikan ve Avrupa politikalarının başarısızlığa mahkum olduğunu savundu, “Batılı ülkelerin çatışmacı tutumdan işbirliğine değişmeleri tavsiye olunur. Böylelikle İran ile uzun vadeli stratejik işbirliği için müzakerelere girilmesi için fırsat penceresi açılır. İran’ın bölgede en güvenilir, güçlü ve istikrarlı ortak olmasının yolu hala açıktır” dedi. Ancak Batı ile işbirliği temelli diyalog karşısında Tahran’ın nükleer hevesleriyle ilgili ne yapacağına girmedi. Bunun yerine ‘İran’ın yasal çerçeve içinde, yakıt döngüsü ve zenginleştirme teknolojisi dahil, barışçı hedefli nükleer teknoloji kullanımıyla ilgili tüm haklarından faydalanacağını’ tekrarladı.

 

Son olarak bu ay başında Kazakistan’a taşınan nükleer müzakerelerde bekleneceği üzere bir gelişme yok. İran, enerji tıbbi amaçlı kullanılan Tahran’daki araştırma reaktörü ve yeni inşa edilmekte olan dört reaktör için yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyaç duyuyor. Batı ise İran’ın yüzde 20’lik zenginleştirmeden vazgeçmesini istiyor. Zenginleştirme teknolojisi sayesinde Tahran’ın elindeki uranyumu nükleer silah yapımında kullanılabilecek yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyuma çevirebileceğinden kaygılanılıyor. İran ise bu iddiaları reddediyor.

 

Mesele ilk ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’ın geçen hafta İsrail’den başlayan yurtdışı turunda gündeme gelmiş, Amerikan yönetimi İsrail’in İran’dan olası tehditlere karşı yanlız olmadığı mesajını yinelemişti. Hagel’in ziyareti öncesinde Amerikan yönetiminin İsrail’in yanı sıra bölgede İran’ı tehdit olarak gören Suudi Arabistan ve BAE’ye geniş çaplı silah satışı kararı açıklanmıştı.

 

***** 

ERDOĞAN GAZZE’YE GİTMEKTE KARARLI

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Hamas’ın kontrolündeki Gazze’yi ziyaretiyle ilgili fırtına ise geçen hafta ‘dindi’. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin açıkça Erdoğan’ın mayıs sonunda yapacağı duyurulan Gazze ziyaretine itiraz bayrağı açmasının ardından salı günü Başbakan konuştu, ziyaretinin planlandığı gibi yapılacağını açıkladı. Kerry, 2010’daki Mavi Marmara olayından bu yana Türkiye ile İsrail arasında dondurulmuş siyasi ilişkileri rayına sokma çabası harcanan bu dönemde ziyaretin ‘yerinde olmayacağını’ telkin etmişti. Ancak Amerikan yönetiminin Türkiye’ye bu şekilde müdahale eder bir görüntü çizmesi Ankara’yı çok rahatsız etti. Sonunda da Erdoğan çıkıp, “Gazze ziyaretimi ertelemem söz konusu olamaz. Daha önce de söylediğim gibi Gazze ziyaretim Amerika’ya yapacağım ziyaretten sonra gerçekleşecek” dedi. Erdoğan, Washington’a 14 Mayıs’ta gidecek, 16 Mayıs’ta Başkan Barack Obama ile görüşecek. Obama, mart ayındaki İsrail ziyaretinde İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu’nun Mavi Marmara olayı için özür dilemesini sağlayarak Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşmenin önünü açmıştı.

 

Türkiye’den İsrail’e heyet gidiyor

Türkiye’nin Mavi Marmara özrü dışında talep ettiği tazminat meselesinde ise İsrail’den gelen heyetle ilk temas sağlandı. Pazatesi günü İsrail ve Türk heyetleri arasında görüşme gerçekleşti. Görüşmenin olumlu geçtiği açıklandı, tazminat miktarı ise henüz tam olarak belirlenmiş değil. Daha ziyade ortaya izlenecek yöntemler konuldu. Türkiye’den bir heyetin İsrail’e gitmesi bekleniyor.

 

Gazze ablukası yerli yerinde

Türkiye’nin ilişkilerde normalleşme için şart koştuğu Gazze’ye yönelik abluka konusu ise çözülmüş değil. İsrail Gazze’ye yönelik yaptırımları hafifletse de abluka devam ediyor. İsrailliler Gazze’ye yönelik politikanın değişmediğini vurguluyor. Hamas’ın İsrail’i tanımaması bu meselede en büyük pürüz iken, Başbakan Erdoğan’ın bölgeyi ziyaretinde tanıma meselesini gündeme getireceği iddiaları da ortaya atılmış durumda.

 

*****

 

ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ İLE ‘ORTAK KADER’ BEYANI..

AB ile müzakere sürecindeki sancılar sürerken, Türkiye’nin yönelimi açısından tartışmalar yaratan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile yeni bir adım atıldı. Türkiye ile ŞİÖ arasında kurumsal işbirliğini tesis edecek ‘diyalog ortaklığı’ anlaşması imzalandı. Kazakistan’da düzenlenen zirvede ilgili mutabakat belgesine, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile ŞİÖ Genel Sekreteri Dimitri Mezentsev imza koydu.

 

Davutoğlu, ‘diyalog ortaklığı’ mekanizmasını ‘ortak kader beyanı’ diye yorumladı, “Üye ülkelere ve örgütün genel sekreterliğine Türkiye’nin yüzlerce değil binlerce yıldır beraber olan ülkelerden oluşan bir ailenin üyesi haline geleceği bu yeni dönemi mümkün kıldıkları için teşekkürlerimi sunuyorum. Bu sadece bir başlangıç. Belki bir prosedürün tamamlanışı ancak birlikte elele ve omuz omuza yürüyeceğimiz uzun bir yolun başlangıcı. Bizim ŞİÖ’ye bakışımız budur ve bundan böyle de bu doğrultuda hareket edeceğiz” diye konuştu. Mezentsev de Türkiye’nin de katılımıyla ‘Şanghal ruhunun güçleneceğini’ söyledi. Türkiye’nin ŞİÖ ile diyalog ortaklığı Pekin’de 2012’de düzenlenen zirvede kararlaştırımıştı.

 

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AB’nin müzakere sürecini tıkaması karşısında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in geçen sonbahardaki Türkiye ziyareti sırasında Türkiye’nin ‘ŞİÖ alternatif bulunduğu’ yolundaki sözleri tartışma yaratmıştı. Ancak bu açıklama ‘tepkisellik’ olarak algılanırken, Türkiye’nin Avrupa-Atlantik bağlarını koparmayacağı, ŞİÖ’ye olan ilginin dünya çapında etkili olma arzusunun tezahürü olduğu yorumları yapılıyor. 

 

Bir hedef de radikal İslam ve uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele

ABD’nin Orta Asya’daki ağırlığını dengeleme hedefiyle 1996’da Çin, Rusya, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan tarafından kurulan ŞİÖ’ye 2001’de Özbekistan da katıldı. Örgüt başlangıçta daha ziyade güvenlik işbirliği alanı yarattı, hedef ise Aganistan kaynaklı uyuşturucu ticareti ve radikal İslamcıların oluşturduğu tehditle mücadele olarak konuldu. İlerleyen süreçte ekonomik ilişkilerin çerçevesi genişletildi. Özellikle de Çin, kaynak zengini bölgede ekonomik etkisini milyarlarca dolarlık yatırımla ve kredilerle genişletti. ŞİÖ’de Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan gözlemci statüsünde. Örgüt 2008 yılında da ‘diyalog ortaklığı’ mekanizması oluşturdu. Bu statü gözlemci statüsünün bir üstünü ifade ediyor. Türkiye’den önce Sri Lanka ve Beyaz Rusya ile ‘diyalog ortaklığı’ kuruldu.

 

*****

 

SIRBİSTAN’DAN ‘TARİHİ ÖZÜR’

Balkanlar’da geçen hafta akla gelmeyecek bir gelişme oldu, AB üyeliği yolunda Kosova engelini aşan Sırbistan’dan bu kez Bosnalı Sırplara tarihi bir özür geldi. Sırbistan’ın milliyetçi Devlet Başkanı Tomislav Nikoliç, 1995’te 8 bin Boşnak erkeğin öldürüldüğü Srebrenitsa soykırımından ötürü ‘diz çöküp af dilediğini’ söyledi. Nikoliç, bir televizyon kanalıyla röportajı sırasında, “Dizlerimin üzerine çökdüm Srebrenitsa’da işlenen suçlardan dolayı Sırbistan için af diliyorum. Herhangi bir Sırpın devletimiz ve insanımız adına işlediği suçlardan ötürü özür diliyorum” diye konuştu. Nikoliç’in Bosnalı bir web portal’ındaki röportajının tamamı 7 Mayıs’ta yayınlanacak.

 

Milliyetçi ideolojinin temsilcisi

Özrün ehemmiyeti biraz da Nikoliç, 1990’ların başında eski Yugoslavya’yı parçalanmaya götüren ‘Büyük Sırbistan’ ideolojisinin bir temsilcisi olmasında yatıyor. Sırp Milliyetçi Partisi’nin eski bir üyesi olarak Nikoliç, çok kısa bir süre önce Yugoslavya’nın parçalanmasına dair analizleriyle tepki toplamıştı. İktidara geldikten bir yıl sonra Srebrenitsa’da yapılan katliamın ‘soykırım’ olarak nitelendirilmesini eleştirmişti. Ancak Nikoliç dilediği affa karşın bu konuda karmaşık bir duruş segiliyor. Nitekim röportajda önce “Soyırım ıspat edilmeli” dedi, ardından da ‘eski Yugoslayva’nın savaşlarında yaşanan herşeyin soykırım karakteristiği taşıdığını’ ekledi. Yine de sözlerinin bağlamını anlayabilmek için söyleşinin tümünü görmek icab eder.

 

Bosna medyası Nikoliç’in Srebrenitsa’yı ziyaret etmek istediğini yazıyor. Ziyaret tarihinin ‘soykırımın’ yıldönümü olan 11 Temmuz’da olup olmayacağı henüz meçhul. Nikoliç’ten önce başkan olan ılımlı Boris Tadiç, Srebrenitsa’yı ziyaret etmiş ve parlamentodan 2010’da katliamdan ötürü özür dileyen kararın çıkartılmasında rol oynamıştı. Ancak Tadiç elbette liberal bir isim.

 

Boşnak lideri Bakir İzzetbegoviç, bu hafta Belgrad’ı ziyaretinde yüksek sesle Nikoliç’i azarlamış ve bölge yeni bir yolda ilerlemeden önce kendisinin Bosna’da yaşanmış olan hakikatlerle yüzleşmesi gerektiğini söylemişti. Yine de Nikoliç’in affı bütün bölgede şaşkınlık yaratmış görünüyor. Bosna’nın üçlü başkanlık sisteminin Hırvat üyesi Zeljko Komsiç, Nikoliç’in özründen ötürü ‘olumlu biçimde şaşkına uğradığını’ söyledi ve bunun iki ülkenin ilişkilerini geliştirmesine yardımcı olmasını istedi.

 

Kosova için referandum ‘pürüzü’

Diğer yandan Balkanlar Avrupa Birliği ortak hedefinde ilerliyor. Sırbistan da bunun en büyük parçası. Belgrad, 19 Nisan’da Kosovalı Arnavutlar’la bölgenin kuzeyine sınırlı özerklik verilmesinde anlaşarak AB ile müzakerelere başlamak için yeşil ışığı aldı. Müzakereler için hazirandaki AB zirvesiyle düğmeye basılması ve bir yıl içinde başlanması bekleniyor .Fakat bu Sırbistan için Kosova’nın kuzeyindeki 50 bin Sırpı yalnız bırakmak anlamına gelirken, içeride sorun yaratıyor. Kosovalı Sırplar geçen yıl kendi kendilerine referandum düzenleyip Arnavut yönetimi kabul etmeme sonucuna ulaşmıştı. Nitekim son anlaşmayı da protesto ettiler. Kosovalı Sırplara Sırbistan kilisesi de destek çıkıyor. O yüzden sınırlı özerklik anlaşmasının uygulanmasında pürüzler çıkacak.

 

Diğer yandan da Nikoliç hükümeti AB üyeliğinin yüzü suyu hürmetine yanaştığı bu uzlaşmayı referanduma götürecek. AB ise bundan vazgeçmesini istiyor. Anketlere göre Sırpların yüzde 57’si anlaşmayı kabul ediyor. Yüzde 29’u ise karşı çıkıyor. Kosova ile anlaşmayı kotaran da Sırp milliyetçisi liderlerdi. Sırbistan Başbakanı Ivica Daciç, Slobodan Miloseviç’in sözcülüğünü yapmış bir isim. Yardımcısı Aleksandar Vuciç de bir vakitlerin aşırı milliyetçilerden.

 

1992-1995’te Balkanları kana bulayan savaşta 100 bine yakın insan hayatını yitirdi. Bosnalı Sırplar ve Hırvatların ayrılıkçılık arzuları karşısında Sırplar ellerinde tuttukları orduyu ve paramiliter güçleri kullandı.

 

*****

 

İTALYA’NIN NİHAYET BİR HÜKÜMETİ OLDU!

Ve Avrupa... ‘Yaşlı Kıta’dan haftanın en dikkat çekici gelişmesi İtalya’dan. Şubat sonunda genel seçimler sonrası ekonomik krize siyasi krizin eklendiği İtalya’da, sancılı gelişmelerin ardından nihayet yeni cumhurbaşkanı seçildi, yeni hükümet de kuruldu. Euro bölgesinin üçüncü büyük ekonomisi 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük resesyonu yaşarken, iki aydır adım atamaz haldeydi. Görev süresi normalde 15 Mayıs’ta dolan eski komünist Cumhurbaşkanı Napolitano’nun eli kolu bağlıydı. Seçim sisteminin azizliği olan irili ufaklı partiler bir araya gelip de bir hükümet kuramaz haldeydi... Son iki haftada bu tabloya cumhurbaşkanlığı seçimi krizi eklendi. Merkez sol Demokratik Parti’nin lideri Pier Luigi Bersani’nin istifasına yol açan partisindeki isyanın ardından önce ortalık karıştı, ardından da Napolitano’nun yeniden seçilmesiyle bu kriz dindirildi. Cumhurbaşkanı hemen işe koyuldu ve Bersani’nin yerine Demokratik Parti Genel Sekreter Yardımcısı olan genç kuşaktan Enrico Letta’yı yeni hükümeti kurmakla görevlendirdi. Ve Letta birkaç gün içinde Berlusconi’nin sağ bloğuyla anlaşarak hükümeti kurduİtalyan kurumsal yapısına muhalefet bayrağı açıp da seçimlerde tek başına yüzde 25’lik oy oranını yakalayan komedyen Beppe Grillo’nun popülist 5 Yıldız Hareketi ise muhalefette kalıyor.

 

Büyük koalisyonda, yer alan bakanlar ‘çok renkli’. Berlusconi’nin müttefiki olan merkez sağcı Halkın Özgürlüğü partisinin 42 yaşındaki sekreteri Angelino Alfano hem başbakan yardımcısı hem de içişleri bakanı olarak görev yapacak. Böylelikle de merkez sağa hükümette önemli bir yer açılmış olunacak. İtalya Bankası’nın 70 yaşındaki Genel Direktörü Fabrizio Saccomanni ekonomi bakanlığına getirildi. Eski Avrupa Komisyonu üyesi ve Prodi döneminde bakanlık görevinde bulunmuş Radikal Parti’den 65 yaşındaki Emma Bonino ise İtalya’nın ilk kadın dışişleri bakanı oldu. Bir önceki teknokrat başbakan Mario Monti’nin ‘Sivil Seçenek’ hareketinden Mario Mauro savunma bakanlığına getirildi.

 

Sadece rekor sayıda kadın bakan değil, ilk siyah kadın bakan

Hükümette hem İtalya için rekor sayıda, 7 kadın bakan yer aldı, ilk kez bir de siyah kadın bakan oldu. İçişleri’nde görev yapan bir polis olan 69 yaşındaki Anna Maria Cancellieri, adalet bakanlığını aldı. Demokratik Parti’den Kongo doğumlu bir doktor olan 48 yaşındaki Cecile Kyenge Entegrasyon Bakanlığına getirildi. Böylece İtalya’da ilk kez bir siyah bakanlık koltuğuna getirilmiş olundu.

 

Letta’nın sağdan sola meyli

Letta, Demokratik Parti’nin biraz sağında yer alıyor. 46 yaşındaki Letta, yeni kuşak siyasetçilerden ve İtalya’nın en genç başbakanlarından birisi. Avrupa yanlısı ve 1990’larda savaş sonrası İtalyan siyasetinde önemli rol oynamış Hıristiyan Demokrat Parti’de çalışmış. Berlusconi’nin adamı Gianni Letta’nın yeğeni.. Daha sonra sola kaymış, Demokratik Parti’de öne çıkan bir isim olmuş. 1998’de 33 yaşında Avrupa işleri bakanı olarak ülkenin en genç kabine üyesi olmuş.

 

Letta’nın ılımlı bir rota tutturması bekleniyor. Yeni başbakan önceliklerini ekonomiyi büyütmek ve işsizlikle mücadele ederken, siyasi kurumlara güven tazelemek olarak koydu. Özellikle de bütçe meselesinde esneklik sergilenmesi için AB ile sıkı müzakereler yürütmesi gerekecek. Monti’nin teknokrat hükümetine sert eleştiriler yöneltmiş Berlusconi bloğu, özellikle halk arasında popüler olmayan konut vergisinin iptalini istiyor.

Kabine üyelerinin yemin ettiği Pazar günü başbakanlık binası yakınındaki silahlı eylem gerilimin bir başka tezahürü. Silahlı bir kişi iki polisi yaraladı. Yetkililer olayı ‘terör eyleminden’ ziyade ‘olumsuz siyasi iklimin yansıması’ olarak görüyor.

 

*****

 

POPÜLARİTESİ DÜŞEN HOLLANDE ‘SOSYAL REFORMDA’ KARARLI

Fransa’da başı ekonomik krizle ciddi dertte olan Sosyalist Cumhurbaşkanı Françise Hollande, ‘sosyal reform’ gündemini kararlı adımlarla uyguluyor. Sekülarizmin kalesi olsa da Katolik damarın güçlü olduğu ülkede geniş çaplı protestolara aldırmayan Hollande, gay evliliklerini yasalaştıran yasayı geçen hafta parlamentodan geçirdi. Fransa böylelikle aynı cinsten evlilikleri kabul eden 14. Ülke oldu.

 

‘Herkes için evlilik’

‘Herkes için evlilik’ şiarıyla çıkartılan bu yasa, Fransa’da Mitterand’ın 1981’de idam cezasını kaldırmasından u yana en büyük sosyal reform.. Ama kamuoyu bölünmüş durumda. Hollande’ın sosyalistlerinin mutlak çoğunlukta oldukları parlamentonun alt kanadı ulusal meclis tasarıyı 225’e 331 oyla onayladı. Muhalefetteki muhafazakar Cumhuriyet için Birlik Partisi de (UMP) yasanın iptali için Anayasa mahkemesine başvuruyor. Mahkeme yasanın anayasaya aykırı olup olmadığını tartışacak. Geçen yıl 5 Mayıs’ta iktidara gelmiş olan Hollande ise yeni yasanın en geç mayıs sonu yasanın yürürlüğe girmesini istiyor. İşler yolunda giderse haziranda da ilk gay evlilikleri düzenlenecek.

 

Ülkede homofobik saldırı tehditlerinden geçilmiyor. Son dönemde güneydeki Nice kentinde 24 yaşında biri saldırıya uğradı, feci şekilde dövüldü. İçişleri Bakanı şiddete ‘sıfır hoşgörü’ göstereceklerini duyurdu.

 

Kanada, Danimarka, İsveç, yakın zamanda Uruguay, Yeni Zelanda gibi ülkeler, ABD’de dokuz eyalet aynı cinsten evlilikleri yasalaştırmış durumda.

 

*****

 

PUTİN MEDVEDEV’E SAHİP ÇIKTI

Rusya’da Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, bakanlarını fırçalarken görünen video görüntüleriyle başlayan ‘Başbakan Dimitri Medvedev’i kovacak’ tartışmalarına noktayı yine Putin koydu. Rusya lideri, ekonomi politikaları konusunda hükümetinde farklı görüşler olduğu iddialarını reddedip, başbakanını görevden almak gibi bir niyeti olmadığını söyledi.

 

Rusya lideri, her yıl canlı yayında aldığı sorulara yanıtlarını aktardığı televizyon programında Medvedev’le arasına ‘kara kedi’ girdiğine dair sorulara da muhatap oldu. Rus kamuoyunda Medvedev’in ekonomideki durgunluktan ödürü ‘günah keçisi’ yapılacağı söylentileri alıp başını gitmişken, Putin, “Ekonomi konusunda hükümet ve başkanlık idaresi arasında bölünmüşlük yok” dedi. Hükümet politikalarına dair çok sayıda şikayetler olabileceğini fakat bunların yerinde olup olmadıklarının anlaşılması için zamana ihtiyaç olduğunu söyledi, hükümetin sadece bir yıldır görev yaptığını da anımsattı. Rusya lideri eknomik büyümeyi artırmak ve resesyon riskini bertaraf etmek için teşvik önlemlerinin devreye sokulması gerektiğini söylemişti.

 

Tam 2 milyon soru soruldu

Putin’in geleneksel basın toplantısında 140 milyon nüfuslü ülkede tam 2 milyon soru not edildi. Rusya lideri dış politikadan ekonomiye uzanan pek çok soruyu yanıtladı. Bunlar arasında liberal bir gazetecinin son dönemde Pussy Riot müzik grubu ve başta Aleksander Navalni olmak üzere muhaliflere yönelik açılan davalara atıfla ‘ülkenin Stalin dönemine mi döndüğü’ sorusu da vardı. Rusya lideri, “Stalinizmin işaretlerini göremiyorum. Stalinizm kişilik kültü, toplu cezalandırmalar, baskı ve çalışma kampları demektir. Rusya’da bugün böyle bir şey yok ve umarım bir daha asla olmayacak” dedi ve ekledi: “Fakat bunlar düzen ve disiplin sahibi olmamamız gerektiği anlamına da gelmiyor.”

 

*****

 

Asya’dan da bir kaç not iletelim...

ASYA’DA KAYALIK VE TAPINAK KRİZİ...

Japonya’da aralıkta işbaşına gelen Şinzo Abe hükümetiyle birlikte ‘milliyetçilik’ hissiyatı da ‘şahlandı’. İlk tezahürü, Güney Çin Denizi’nde Çinlilerin Diyaou, Japonların ise Senkaku diye andığı tartışmalı kayalıklara 80 kadar Japon’un ‘çıkartma yapması’ oldu. Bu ‘sivil çıkartmayı’ 10 kadar Japon sahil güvenlik teknesi ile Çin devriye gemileri izledi. Çin, olayı ‘yasadışı’ diye niteleyip aktivistlerden adayı terk etmelerini istedi. Japon milliyetçisi Ganbare Nippon grubu ise aktivistlerin adacıkta kalmayı düşünmediklerini duyurdu. Tam 168 Japon milletvekilinin Asyalı komşuların Japonya’nın 2. Dünya Savaşı’ndaki saldırganlıklarının tezahürü olarak gördükleri Tokyo’daki Yasukini Şinto tapınağını ziyareti de tartışmaların tuzu biberi. Üstelik Abe’nin yardımcısı Taro Aso ve iki bakanın da bir kaç gün önce tapınağı ziyaret ettikleri açıklandı. Bu gelişme üzerine ziyareti protesto eden Güney Kore’nin dışişleri bakanı Tokyo’ya yapacağı ziyareti iptal etti.

BİRMANYA’YA İNSAN HAKLARI İHLALLERİNE RAĞMEN AB AÇILIMI

Askeri cuntanın demokratik yönetime evrildiği Birmanya (Burma yahut Myanmar) AB’den ilk ‘ödülünü’ aldı. AB dışişleri bakanları bu ülkeye yönelik silah ambargosu dışında bütün yaptırımları kaldırdı. Şimdi AB’yi ABD’nin izlemesi bekleniyor. Ancak İnsan hakları örgütleri özellikle de Müslüman Arakanlar’a yönelik katliamlar nedeniyle Birmanya yönetimine sert eleştiriler yöneltiyor. Son olarak İnsan Hakları İzleme Örgütü Rohinya Müslümanlarına (Arakanlar) yönelik geçen yılki katliamlardan ötürü Birmanya yetkililerini itham eden bir rapor yayınladı. Raporda Rakhine eyaletinde kundaklama ve falçatalı saldırılar nedeniyle onbinlerce kişinin yerinden yurdundan olduklarının altı çizildi. Birmanya’da yaklaşık 800 bin Rohinyalı yaşıyor. ‘Devletsiz’ addedilen bu insanların seyahat özgürlükleri sınırlanıyor, iş bulamıyorlar ve Bagladeş’ten gelen kaçak göçmenler olarak görülüyorlar. AB ise yaptırımları kaldırarak cunta yönetimini teşvik ettiği görüşünde. Başkan Thein Sein’in yeni reform süreciyle 15 yıllık evhapsinden kurtularak siyasete katılan Nobel Barış ödüllü kadın lideri Aung San Suu Kyi de hukukun üstünlüğü ve sosyal sorunlara çözüm için daha çok yol katedilmesi gerektiğini söylerken, yaptırımlarla şiddetin bağlanmamasını istedi. Çok etnili Birmanya’da Rohinyalar dışında ayrılıkçı Kaçinlerle yıllardır kanlı bir mücadele yürütülmekte.

***** 

Yazarın Diğer Yazıları

Adam olmak zaten hamurunuzda yok devam edin, milletvekili olacaksınız

Eminim Şamil Tayyar’ı izlerken televizyon ekranlarında bir tebessüm kaplıyor yüzlerini, ardından tatlı hayaller içinde kopup gidiyorlar dünyadan...

Suriye için konferans derken, savaş riski!

Uluslar arası cepheleşmede ironik bir tablo oluştu: ABD ve Rusya bir yana, iki ülkenin ‘müttefikleri’ diğer yana. İki rakip lider ülke Suriye’deki içsavaşı bitirmek için Cenevre 2 konferansını toplamaya çalışıyor

Reyhanlı saldırısının gölgesinde, Suriye'de neler oluyor?

Hudut İhlali’ne yine Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “iç işimiz” saptamasının bu kez maalesef Reyhanlı’da onlarca kişinin öldüğü terör olayıyla doğrulandığı Suriye ile başlayacağım