CEYDA KARAN
“İsrail yönetimi halinden gayet memnun. Şu anda bölgede bir iktidar boşluğu yok. Çözüm olmaması İsrail’in derdi değil. Zaten Batı Şeria ile Gazze Şeridi arasında bölünmüş bir Filistin var..Tavsiye vermek gibi olmasın fakat Filistinliler ya isyan ederek yahut pasif direnişle, her nasıl olursa olsun kendileri harekete geçmezlerse, bunu onlar için hiç kimse yapmayacak. Bedelsiz olmaz.”
Bu sözler, Cenevre Barış Girişimi’nde yer almış Bar Illan Üniversitesi’nden Menachem Klein’a ait. Klein’a göre, en başta işe 1993 tarihli Oslo İlkeler Deklarasyonu ve sonrasındaki sonuçsuz 20 yıllık süreci çöpe atarak ve yeni yaklaşımlar üreterek başlamak gerekiyor. Bu yüzden Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin en son geçen hafta 2002 tarihli Beyrut ziresiyle ortaya atılan Arap Barış Girişimi’ni 1967 sınırları temelinde olmasa bile bildik toprak takasına dayalı olarak canlandırma çabalarının yankısının peşindeyiz. Van Leer Enstütüsü, Friedrich Ebert Stiftung Vakfı ve İstanbul Kültür Üniversitesi Küresel Siyasi Trendler Merkezi’nin (GPOT) gazetecilik çalıştayı için geldiğimiz Kudüs’teki toplantılar, İsrail-Filistin meselesinde gelinen son duruma dair kendimizi ‘güncellememizi’ sağlıyor.
Zeytin Dağı ve Nebi Samuel’in kabrinden...
Eski Kent manzaralı meşhur Zeytin Dağı’ndan ve Kudüs’ün en yüksek yerlerinden biri olan Nebi Samuel’in kabrinin bulunduğu söylenen tepeden kuşbakışı baktığım kutsal topraklar manzarasında bir kez daha bir değişiklik arıyorum. Sonuncusu 2006’da olmak üzere 1998’den beri Ürdün Irmağı’ndan Akdeniz’e uzanan topu topu 65 kilometrelik bu şeridin iki tarafına da defalarca ayak bastım. İsrailliler arasında hiç olmazsa ‘güvenlik’ açısından Filistinlilerle yürütülen süreçle alakadar olurlardı. Şimdi görünen o ki, müzakere süreci gündemden tümden düşmüş. Benyamin Netenyahu’nun vergi artırımı ve harcamalarda kesintiye gitme zorunluluğundan kurtulmak için erkene aldığı 22 Ocak seçimlerinde; Filistin meselesini neredeyse hiç anmayan, adil ekonomik düzen ve dindarların ayrıcalıklı konumlarını eleştiren tavrıyla ayrımcılığa uğrayan sekülerlerin sesi olan Yeş Atid partisinin sandıktan ikinci çıkmasına şaşmamalı. Yeş Atid sayesinde Likud lideri dindarlarla koalisyondan kurtuldu. Fakat koalisyonun ortağı Yesh Atid’in de müzakere sürecine ilgisi retorik düzeyde. Yeş Atid’in güvenlik ve stratejik ilişkiler yetkilisi Ronen Hoffman, “Filistinlilerle müzakereler acilen başlamalı. İki devletli çözüm bulunmalı” dese de önceliklerinin İsrail’in iç meseleleri olduğunun altını çiziyor. Onlar daha ziyade kendilerine ait okullarda doğru dürüst İngilizce yahut matematik öğretmeyen, askerlikten yırtan dindar Yahudileri ‘nasıl yola getireceklerinin’ derdindeler.
Filistinlilerin üzerine ‘ölü toprağı’
Zeytindağı’ndan görünen Eski Kent’in endamı yine yerli yerinde. Yahudilerin 1. Ve 2. Tapınağının bulunduğu ‘Tapınak Tepesi’, Kübbet üs Sahra’nın altın kubbesi, El Aksa Cami, Kutsal Doğuş Kilisesi dahil 100’den fazla kutsal mekanın bulunduğu topu topu 1 kilometrekarelik bir alan burası. 40 bin kişi ikamet ediyor, bunların yaklaşık 30 binini Filistinliler oluşturuyor, kalanını Hıristiyanlar ve Yahudiler... Doğu Kudüs’teki Filistinlilerin üzerine adeta ‘ölü toprağı serilmiş’. Eski Kent’in Filistinli sakinleri Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Özerk Yönetimi’nden bezgin görünüyor. Fakat Hamas’a dair de fazla bir umutları yok. Hıristiyan kesiminde lafladığım orta yaşlı ayakkabı ve halı satıcısı Ahmed, “Ömrümün geri kalanında bağımsız Filistin görebileceğimi zannetmiyorum. Bizim doğru dürüst bir liderliğimiz yok. Ve İsrail buna izin vermez” diyor. 1998’de Faysal Hüseyni ile görüştüğümüz FKÖ’nün Doğu Kudüs’teki eski karargahının bulunduğu Orient House’u arıyor ayaklarım. Gençlere, ‘Orient House, Bayt al Şark’ diye soruyorum, bilen çıkmıyor. Ne varsa yaşlılarda var! Girişindeki devasa meydanı palmiye ağaçlarının süslediği Şam Kapısı’nın hemen karşısındaki dükkanın yaşlı başlı sahibi yardımıma yetişiyor, “Yolun sonuna kadar yürü, önce sağa, sonra sola dön, biraz ileride sağdaki sokağa gir..” Zaten hangi yönde olduğunu da hayal meyal anımsadığımdan, elimde koyduğum gibi buluyorum. Fakat Orient House artık Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) merkezi. FKÖ’nün izlerini aramak nafile.
‘Üçgen duvar’
İsrail’in ‘ebedi ve bölünmez başkenti’ addettiği Kudüs’ün toplam nüfusu 800 bin. Bunun yaklaşık 340 binini Doğu Kudüs’te 28 mahallede yaşayan Filistinliler oluşturuyor. İsrailliler için Kudüs bir ‘sınır kenti’. Kudüs’ün etrafında ‘tampon bölgeler’ ve ‘duvarlar’ inşa ederek Batı Şeria’nın içlerine doğru adeta aşılmaz bir ‘üçgen duvar’ oluşturmuşlar. Tepelik alanlar son gördüğümdan bu yana daha fazla konutla dolmuş. En ucunda Batı Şeria’nın derinliklerinde 40 bin nüfuslu devasa Maale Adumim yerleşimi, gelecekteki müzakereler için adeta bir koz olarak duruyor. Filistinliler için A, B ve C bölgelerine bölünmüş bir toprak parçası bu. A bölgesinde tüm sorumluluk İsrail’de, B bölgesinde güvenlik dışında tüm sorumlluk yine İsrail’de, C bölgesinde ise Filistin Özerk Yönetimi’nde. Doğu Kudüslü Filistinliler vatandaş değiller, onların ikamet sahibi olarak sadece Kudüs’te bulunma hakkı tanıyan ‘mavi kartları’ var. Batı Şeria’nın ahalisi içinse durum daha farklı. Daha kuzeyde yer alan Nebi Samuel tepesinden, idari merkez Ramallah’ı ve Ramallah’a ulaşmak isteyecek Filistinlilerin geçmeleri için ‘İsrail toprağının’ altına kazılmış tünelleri görebiliyorsunuz.
Yolumuz Batı Şeria’nın derinliklerinde, Ramallah’ın kuzeydoğusundaki Ofra yerleşimine düşüyor. İsrail’in Batı Şeria’da ördüğü karmaşık otoyollar ağından 40 dakikada erişilebilen Ofra’ya giderken sağda solda gördüğümüz evlerden Filistin kasabası mı, İsrail yerleşimi mi ayırd edebiliyorsunuz. En başta da çatılardaki su depolarından... Filistinlilerin su depoları siyah, Yahudilerinki beyaz... Kutsal topraklardaki ‘barış umutlarının’ iki yüzü adeta, gri tonlara yer yok... Batı Şeria’da Batı Şeria’da 1948 sınırının çizdiği kırmızı hattın doğu yakasında kurulu 130 yerleşimde yaklaşık 340 bin yerleşimci yaşıyor. Doğu Kudüs’le birlikte bu rakam yaklaşık 500 bini buluyor. Oslo sürecinin başında Batı Şeria’da 110 bin, Doğu Kudüs’te 152 bin yerleşimci yaşamaktaydı. 20 yılda nereden nereye...
Filistin’de azınlık olmaya razı bir haham...
1975’te kurulmuş Ofra, bölgedeki ilk yerleşim. 800 aile, 4 binden fazla insan yaşıyor. Ahali dindar, ortalama 4-5 çocuk var. Sakinlerinin yüzde 80’i burada doğmuş. Devletten güvenlik desteği dışında herhangi bir destek almadıklarını söylüyorlar. Ofra’nın hahamı, yani yerleşimin hem ileri geleni hem ruhani yol göstericisi Abraham Gissev, Batı Şeria terimine itiraz ediyor. Ona göre bu terim ‘siyasi’. Onun tanımıyla Judea ve Samaria’daki varlıkları Eski Ahit’e göre yaşayanlar için ‘bütün rüyalarının gerçekleşmesi’. Hem Yahudilik hem de Filistinlilerin 1948’de BM’nin paylaşım planını kabul etmemiş olmasını ‘meşruiyetlerinin’ temeli olarak görüyor. “Bağımsızlık savaşı’nda hayatta kalmış olmamız bir mucizeydi. Çöldeki kum taneleri misaliydik, Land of Eretz’e yani İsrail toprağına geri dönebildik. Burada hiç bir zaman bağımsız bir Arap devleti kurulmadı, hiç bir ulus Kudüs’ü başkent yapmadı” diyor. Bu topraklardan sürülüp giden ve geri dönme hakları verilmeyen Filistinliler sorulunca, “Ortadoğu’nun dört bir yanı mültecilerle dolu. Tüm Avrupa’da savaş sorası milyonlarca insan yer değiştirmek zorunda kaldı” yanıtını veriyor. Ofra ile Tel Aviv arasında bir fark görmese de dindar kimliği ‘ulusçu’ kimliğine baskın geliyor. Filistinlilerle gelecekte iki devletli bir çözüm bulunsa bile Ofra’dan gitmek istemiyor, hatta Filistin pasaportu taşımaya ve olası Filistin devleti içinde ‘azınlık’ olmaya bile razı. “İsrail’de 1 milyondan fazla Arap vatandaşlık sahibi. Batı Şeria’da yaşayan Yahudiler niye burada kalmasınlar?” Haham Gisev, kurulacak Filistin devletinin ‘İsrail’in güvenliğini’ tehlikeye düşürmesine de gönlü razı değil elbette, fakat bir noktadan sonra tek devlet-miş, iki devlet-miş çok da fark etmiyor. Hatta gülerek merhum Kaddafi’nin ‘İsrafil’ mefhumuna atıf yapıyor...
Elbette bu görüşlerin İsraillilerin tümünü temsil ettiğini söylemek zor. Kudüs sokaklarında konuştuğumuz bir İsrailli örneğin, “Devlet sahibi olmamanın ne manaya geldiğini anlamak için devletinizi yitirmeniz gerekir” diyor. Pek çok İsrailli, işgal altındaki yerleşimlerde yaşayanları onaylamıyor. Fakat onaylamamalarına karşın Tel Aviv yahut Kudüs’teki pahalı yerlere güçleri yetmediğinden yerleşimlerde oturmak zorunda kaldıklarını söyleyenler de eksik değil.
Van Leer Enstitüsü’nde İsrail’in ‘demokratik olup olmadığını’ ve ‘iki devletli çözüm olasılıklarını’ enine boyuna konuşurken sahadaki durumun tezahürlerini görüyoruz. Konuşmacılar sloganlara başvurmuyorlar, resmin tüm yüzleriyle görünmesine çabalıyorlar, karşı tarafın tezlerini aktarmayı ihmal etmiyorlar. Van Leer Enstitüsü’nden Prof. Itzhak Galnoor, İsrail halkının yüzde 90’ının demokrasiyi, yüzde 85’inin ifade özgürlüğünü, yüzde 70’inin eşit hakları desteklediğini aktarıyor. İsrailli Arapların demokratik seçimlere katılımı sorulduğunda ise yüzde 68’sinin ‘Hayır’ dediğini, bunu destekleyenlerin oranının yüzde 32’de kaldığını belirtiyor.
‘Apartheid’ devleti
İsrailli Arapların Ulusal Demokratik İttifak-Balad isimli partisinin Genel Sekreteri Awad Abdelfettah, 20 yıllık Oslo sürecinin Filistinlilere sadece ‘Apartheid’ rejimi getirdiğini anlatıyor. Oslo’da asıl tavizi Filistinlilerin verdiğini, hiçbir ulusal kurtuluş hareketinin yapmadığını yaptıklarını kendi ailesinin sürgün hikayesini de anlatarak izah ediyor. Ve Güney Afrika’daki gibi İsrail’deki ‘Apartheid’ rejiminin de çökmeye mahkum olduğunu savunuyor. Ona göre eninde sonunda kutsal topraklarda tek bir devlet olacak. Filistinliler arasında yapılan anketlerde de dikkat çekici sonuç, Filistinlilerin yüzde 91’inin İsrail’in var olma hakkını tanımadığı, yüzde 68’inin ise iki devletli çözümü, Ürdün’den Akdeniz’e uzanan tek devletten önceki aşama olarak gördüğü yolunda... Bu hissiyatı en son dile getiren Hamas’ın siyasi lideri Halit Meşal, 8 Aralık 2012’de örgütün kuruluşunun 25. yıldönümünde yaptığı konuşmada, “Denizden ırmağa, kuzeyden güneye, Filistin’in hiç bir parçasını vermeyeceğiz. Bu bizim ülkemiz, bizim hakkımız ve bizim anavatanımız” demişti.
‘Paylaşımı kabul etseydiniz...’
Batı Şeria’daki (Judea ve Samaria) Yahudi yerleşimlerinin belediyelerinden oluşan Yeşiva Konseyi’nin eski başkanı Dani Dayan ise, Güney Afrika anıştırmasından hoşlanmıyor. “Yahudilerle Filistinli Araplar arasındaki çatışmayı tanımlamak çok basit, fakat çözümlemek belki de imkansız” diye söze başlıyor, devam ediyor: “Çatışmayı tanımlayarak başlayalım. İki samimi ve sahici ulusal anlatı vardır. Her iki taraf da kendi anlatısının hakiki olduğunu düşünür ve öyledir. Bizler yani Yahudiler, kutsal topraklardan sürüldüğümüzü ve tarihin bir aşamasında uluslararası yapılanmanın doğal sonucu olarak bulabildiğimiz ilk fırsatta geri döndüğümüzü düşünürüz. Filistinlilerin kendi anlatımlarının samimiliğine de şüphem yoktur. Yahudileri en iyi ihtimalle folklorik bir biçimde bu topraklarda hak iddia eden 19. Yüzyıl klasik koloni gücü olarak görürler. Yani çatışmayı çözmek için teorik bir zemin yok. Hakikatle ancak dans edebilirsin.” Dayan’a göre iki devletli çözüm şansı hiç yok: “İki devletli çözümü ana akım siyolist hareketi kabul etti, ana akım Filistin hareketi ise reddetti. Ve tek devletli çözüm asla Yahudiler tarafından kabul edilmeyecek.” Dayan’ın verili statükoda tek önerisi, Gazze’nin bağımsız olması yahut Mısır’la birleşmesi, Batı Şeria’da ise insani koşulların daha iyi olacağı bir nevi özerk yönetimin bulunması.
‘İsrail’in ödedeği bir bedel yok, anlaşma olursa bedel öder’
Yazının girişindeki saptamanın sahibi Menahem Klein’ın çizdiği tablo ise biraz daha farklı: “Şu anda verili statüko, ayrımcı bir rejim ve bölünmüş Filistin. İsrail’in burada bir ikilemi var zira ‘Apartheid’ deyin yahut etnik temelli deyin, nasıl adlandırırsanız adlandırın bir yönetim söz konusu. Burada iki soru var, ‘biz bunun sürmesini istiyor muyuz’ ve ‘bunun sürmesinin bedeli nedir’?” Klein’in yanıtı keskin: “Bugün bunun İsrail’e bir bedeli yok. İsrail’in cebinden bir kuruş çıkmıyor, paraları hep bağışçı ülkeler ödüyor. Fakat tam tersi bir anlaşmanın İsrail için bedeli çok yüksek. Hatta iki devletli bir çözüm halinde Batı Şeria’daki yerleşimcilerden kaynaklanabilecek bir isyan hali, bir nevi iç çatışma hali olabilir. Artı mali açıdan İsrail’in tazminat ödemesi gerekecek. İsrail bir ulusal kimlik sorunu da yaşayacak. İsrail bu bedeli ödemek istemiyor ve bunu bir gereklilik olarak görmüyor.” Yine de vakti zamanında FKÖ’yü de tanımak istemediklerini ancak değişen uluslararası iklimde bugün zayıf konumda görünen tarafın kendisini dayatabileceği şerhini düşüyor Klein. Fakat nihayi saptaması net: “İsrail’in statükoyu değiştirmek için hiç bir motivasyonu yoktur. Burada iş Filistinlilere düşüyor. Filistinliler ya isyan ederek yahut pasif direnişle, artık hangi yolu tercih ederlerse, harekete geçmezlerse, bunu onlar yerine kimse yapmayacak. Bedelsiz olmaz.”