10 Nisan 2013

Kimilerine göre 'ilahe' kimilerine göre, 'neo-Liberalizmin cadalozu'…

87 yaşında dünyaya veda eden Britanya’nın ve sanayileşmiş demokrasilerin ilk kadın lideri Margareth Thatcher’ı; nam-ı diğer ‘Demir Leydi’yi sevenleri de katıksız bir tutkuyla sevdi

Ceyda Karan

 

20. yüzyılın ikinci yarısında erkek liderlerin dünyasında bir kadın olarak bir ülke yönetmek her babayiğidin harcı değil. Hele de ‘üzerinde güneş batmayan’ bir imparatorluk mevzu bahisse... Üstüne üstlük 11 yılda üç sandık zaferine imza atarken, kimsecikler bileğinizi bükememişse… O bildik bir kadın değil, hem rakipleri hem de Britanya ahalisi için deyim yerindeyse ‘demir leblebiydi’... 8 Nisan 2013 günü 87 yaşında dünyaya veda eden Britanya’nın ve sanayileşmiş demokrasilerin ilk kadın lideri Margareth Thatcher’ı; nam-ı diğer ‘Demir Leydi’yi sevenleri de katıksız bir tutkuyla sevdi, nefret edenleri de katıksız bir tutkuyla nefret etti.

 

Lakabı ezeli düşmanı Sovyet Rusya'dan

 

Dünya tarihine damgasını vuran lakabının dış politikadaki en büyük takıntısı olan Sovyet Rusya’dan armağan olması bir tesadüf olmasa gerek. 1976’da Sovyetlerin silahlanmasını tehdit olarak sunduğu günlerde, Kızılordu gazetesi Kızıl Yıldız (Krasnaya Zvezda) ‘Demir Leydi’ başlığıyla yayınlanmıştı. Thatcher ise itiraz etmek bir yana, “Evet ben bir Demir Leydi’yim. Ne de olsa Demir Dük olmak da kötü bir şey olmazdı” diyecekti. ‘Demir Leydi’ olarak ülkesinde çok şeyi değiştirdi, 20. yüzyılın son çeyreğinde neo-liberal gidişatın rotasını çizen liderlerden birisi oldu. Hem ülkesinde, hem de dünya çapında…

Margaret Hilda Roberts, 1925’te İngiltere’nin doğusundaki Grantham kasabasında bir bakkalın kızı olarak dünyaya geldi. Kasabanın belediye başkanının kızıydı, Oxford Somerville Kolleji’nde kimya eğitimi aldı. Muhafazakar Parti politikalarıyla da ilk burada tanıştı. Başarılı bir işadamı olan Denis Thatcher’la da bu sıralarda taşındı, onun ikinci eşi oldu. İkizleri Mark ve Carol’ı yetiştirirken, gidere onun için bir tutku haline gelen politikada yükselmek için uğraştı. Ve nihayet 1959 seçimlerinde Kuzey Londra’dan parlamentoya girmeyi başardı. Enerjisi ve zekasıyla kısa sürede parladı. 1964 ile 1970 yıllarında Britanya’yı İşçi Partisi yönetirken, Tory’ler 1970 seçimini Edward Heath liderliğinde kazandıklarında, Thatcher Eğitim ve Bilim Bakanı olacaktı. 1971’de okullarda bedava süt dağıtımına son veren kararıyla ilk lakabını edinmiş oldu: ‘Süt Hırsızı’. 1974’te Heath bu kez seçimi kaybedince aynı yıl ve ardından 1975’te ona karşı liderlik için yarıştı ve herkesi şaşkına uğratarak başarılı da oldu. 1979’da zafer tümüyle onundu. Britanya’da 1983 ve 1987’deki iki seçimi daha kazanacak ve 11 yıl boyunca ülkesinin ‘Demir Leydi’si olacaktı.

 

‘Umudun eşitsiz dağıtılması'

 

Thatcher, başbakan olarak kapitalizmin acımasız güdüleriyle hareket etti, para politikaları ve sıkı bütçeyi öne çıkarttı. Sosyal devlet, hükümet regülasyonları ona hiç uygun değildi. Dünyanın ilk sanayileşmiş toplumu ‘değişmek zorundaydı’. Britanya eski ve hantal ağır sanayi ile devam edemezdi. Modern dünya ile halleşemeyen şirketlerle işi olmazdı. Doğalgaz, petrol, telefon, elektrik, su, havaalanları, dünyaca ünlü havayolu British Airways dahil özelleşterilmeye girişildi. 1980’e gelindiğinde işsizlik ikiye katlanmıştı. Ekonomi ancak 1982’de yavaş yavaş toparlanmaya başlayabilmişti ki Arjantin’le Falkland Adaları üzerinden tutuşulan savaş patlak verdi. 1982 ilkbaharında başlayan ve 74 gün süren savaş 255 Britanyalı denizcinin ölümü ve Londra’nın mutlak zaferiyle sonuçlanırken, Thatcher, 1983 seçimlerini rahatlıkla kazanacaktı. Ardından ülkenin sanayileşmesinin motoru olmuş kömür ve çelik madenlerini ‘yola getirmek’ üzere işe koyuldu. Bu ülke siyasetinde hep belirleyicilikleri olmuş işçi sınıfının ‘kalesine dalmaktı’. 1984’te başlayan ve bir yıla yakın süren madenci grevlerini ezdi geçti. Madenciler direnişe geçtiğinde, beyaz eşarbıyla bir tankın önünde giden O’ydu. İnsani bedellerin ehemmiyeti yoktu, ‘umudun eşitsiz dağıtılması’ dönemiydi.

 

Kelle vergisi

 

1980’lerin sonunda bir yanda yoksulluk, diğer yandan büyüme patlamıştı. Ancak Thatcher için çok geçti. Zira 1989’da başbakanlığının sonunu getirecek olan meşhur ‘kelle vergisi’ (poll tax) Britanya toplumunu çileden çıkartmıştı. Milyonların hissiyatına tercüman olan ünlü anarşist metal grubu The Exploited’ın kendisine yönelik küfürler içeren ‘Don’t Pay The Poll Tax’ şarkısı eşliğinde, ünlü Trafalgar Meydanı’ndaki protestolardan dumanlar yükselirken; o yine ‘tınmıyordu’. Ne de olsa ruh ikizi Ronald Reagan ile birlikte Friedman’ın monetarizminin iki savaşçısından birisiydi. Rekabet, serbest piyasa, küçük devlet, tasarruf etmek, kendi kendine yeterlilik, bütün bunlar Thatcherizm adı verilen ‘siyaset felsefesinin’ temelleri oldu.

Bu felsefe öyle ya da böyle ‘yaşlı kıta’da belleri petrol kriziyle bükülmüş; sosyal refah devleti modeliyle işleri yürütemez hale gelmiş Avrupalı komşuların sessiz ve derinden ‘neo-liberalizme’ yelken açmalarını da getirecekti. Yine de ‘Kıta Avrupası’nın onun değerlerden hazzettiği söylenemez, en azından söylemde… Fransa’nın Sosyalist Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın, ‘Demir Leydi’ için acımasız Roma imparatoru Gaius’a atfen “Caligula gibi gözleri, Marilyn Monroe gibi bir ağzı vardı” sözleri bunun bir tezahürüdür...

 

‘Britanyalı damarı' ve reopolitik

 

‘Demir Leydi’, Avrupa Birliği liderleriyle Britanya’nın ‘özünü muhafaza’ üzerinden çatır çatır pazarlık ederken, dünya politikalarını Atlantik ötesindeki sıkı müttefiki Ronald Reagan’la birlikte şekillendirdi. 1982’de Falkland Adaları’nda ‘Britanyalı damarı’ tutmuştu. Fakat ‘realpolitik’ icabı 1984’te dönemin Çin Başbakanı Zao Ziyang’la Hong Kong’un 156 yıllık sömürge yönetiminin ardından 1997’de Çin’e iadesine onay veren oydu. Nihayetinde baş büyük düşman ‘Sovyet komünizmi’ydi. 1985’te iktidara gelen Sovyetlerin son Devlet Başkanı Mikhail Gorbaçov’u daha iş başına geçmeden aylar önce ‘iş yapabileceği’ lider olarak ilan ederken ‘bir bildiği’ olsa gerek! Nitekim 1989’da Reagan ile birlikte Berlin Duvarı’nın çöküşünü gördü. İki Almanya’nın birleşmesinden ise hiç hazzetmedi. Sovyetler’in çöküşü sonrası Doğu Avrupa’yla hiç alakadar olmadı. Onun gözü daha ziyade ‘yükselen Çin’ ve ‘karmaşık Ortadoğu denklemindeydi’.

 

‘Özgürlük' ve 'Moral değerlerin' sınırları

 

Thatcher’ın dilinden ‘özgür dünya’ söylemi hiç düşmedi. Gel gör ki, ‘moral değerlerin’ sınırı ‘realpolitik’le çiziliydi. Güney Afrika’daki ırkçı Apartheid rejimine karşı bütün dünya ayağa kalkmışken, yaptırımların uzun süre uygulanamamasında ‘Demir Leydi’nin rolü büyüktü. Dönemin ırkçı lideri Botha onun dostuydu, efsanevi Nelson Mandela ise onun için bir ‘terörist’ten ibaretti. ‘Uzakgörüşlülüğünü’ ve ‘ikiyüzlülüğünü’ izaha Güney Afrika yetmez elbette. Thatcher, Şili’de 1973’de bir darbeyle meşru sosyalist Allende’yi devirmiş olan General Augusto Pinochet’nin yılmaz savunucusuydu. Pinochet, Falklan Adaları savaşında Britanya’ya yardımlarının mükafatını hep almıştı. Hatta başbakanlıktan ayrıldıktan çok sonra, hakkında uluslararası tutuklama emri çıkartılmış Pinochet Londra’dayken, onu “Şili’ye demokrasiyi getiren adam” sözleriyle selamlayan ‘Demir Leydi’ydi. Pakistan’ın askeri diktatörü Ziya ül Hak, Britanya silahlarının akıtıldığı Irak lideri Saddam Hüseyin, yine askeri eğitim ve desteğinin esirgenmediği Kamboçya’daki Kızıl Kmerler, ‘moral değerlere’ ehemmiyet veren ‘özgürlükçü’ Thatcher’ın müttefikleriydi.

 

Churchıll de Velara'yı,  Thatcher Bobby Sands'i alt etti

 

Britanya’nın ‘emperyal’ bekası mevzu bahisse gerisi teferruattı elbette. Thatcher, Britanya egemenliğinde bölünmüş İrlanda’ya ‘kan kusturan’ politikaların sürdürücüsü oldu. Hani, yüzyıl başındaki ünlü devlet adamı Winston Churchill’in ‘reankarne olmuş’ hali desek yeridir. Churchill, o vakitler Almanya’ya karşı savaşta “Gelin bize katılın, 700 yıllık kan dursun, Kuzey ve Güney İrlanda’lar birleşsin” önerisiyle İrlandalı ayrılıkçı lider De Valera’yı kandırıvermişti. Thatcher da, 1981’de İrlandalı Cumhuriyetçilerle ilk gizli temaslara onay verirken, hesabı arkadaşlarıyla birlikte ‘siyasi tutuklu’ statüsü elde etmek üzere açlık grevi başlatmış efsanevi Bobby Sands’in eylemlerini sona erdirmekti. Ancak ‘Demir Leydi’ asla taviz vermedi, Sands ise parlamentoya milletvekili seçildikten 25 gün sonra açlık grevinin 66. gününde ünlü Maze Hapishanesi’nde hayata veda etti. Thatcher, “Bay Sands, hüküm giymiş bir suçluydu. Hayatına son vermeyi kendisi seçti. Bu mensubu olduğu örgütün pek çoklarına tanımadığı bir seçenekti” diyecekti. IRA üç yıl sonra 1984’de Brighton’daki otelde kabinesiyle toplantı halindeyken yerleştirdiği bombayla Thatcher’ı ‘mezara yollamaya’ çalıştıysa da, başarılı olamadı. Bugün bütün bunlar yüzünden Sinn Fein’in lideri Gery Adams onun ardından “Thatcher, İrlandıların büyük acılar çekmesine yol açtı” dışında bir kelime edememekte…

 

Sol geçerli alternatif üretmeyince...

 

Thatcherizm, elbette solun herhangi bir geçerli alternatif üretemediği bir dönemin de tarihidir. 1990’da lideri olduğu Muhafazakar Parti’deki huzursuzluk had safhaya çıkmış, kelle vergisi ve Avrupa ile ilişkiler sebebiyle bakanları kazan kaldırmışken, yine inat etmekteydi. O, part liderliği için girdiği son yarışa yine “Kazanmak için savaşırım” diye başladı. Bir gün sonra ikinci turu kaybedeceğini idrak ettiğinde istifasını verdi. Bu kez Downing Street 10 Numara’yı gözyaşları içinde terk ederken, dudaklarından, “Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz” sözleri dökülüyordu.

Thatcher, yine de yerine ‘koruması altındaki’ John Major’ın seçtirtmeyi ve onun 1997’ye kadar başbakan kalmasını başardı. Ama zaten mirası Tory’lerin çok ötesine geçmiş, İşçi Partisi’ne sirayet etmişti. Nitekim 1997’de Major’ı sandıkta yenen İşçi Partisi’nin lideri Tony Blair’ın ekonomi politikaları Thatcher’ın mirası üzerinde yükselecekti. Bugün bile onun mirasından esinlenenlerin argümanlarından bir tanesi, “O olmasaydı Pound olmazdı, Yunanistan ve Portekiz gibi olurduk.”

 

Disiplinli, sebatkar, dediğim dedik

 

Thatcher, disiplinli, sebatkar, dediğim dedikti. Sevenleri bile onu ‘çatışmacı, dogmatik ve yıpratıcı’ olarak tanımlar. Kimsenin kendisinden hoşlanıp hoşlanmadığıyla alakadar olmadı. Taraftarlarına onu izledikleri sürece ihtiyacı vardı. Özlü sözleri adeta tabiatının tezahürü: “Yenilgi mi? O kelimenin anlamını bilmiyorum”, “U dönüşü bekleyenlere söylüyorum: Siz o dönüşü yapın. Bu leydi, bir yere dönmüyor”, “Son derece sabırlıyım. Sonunda benim istediklerim olduğu sürece...”, “Uzlaşma aramam. Kendi fikrimin uygulanmasını isterim”, “Toplum diye bir şey yok. Sadece tek tek erkek ve kadın bireyler ile aileler var. Kendileri için bir şey yapmadıkça hiçbir hükümet onlar için bir şey yapamaz…”

 

'Kadın özgürlüğüne hiçbir borç yok'

 

Thatcher, diğer yandan Downing Street 10 numaradaki başbakanlık konutunda hepsi erkeklerden oluşan bakanlarına çay demlemekten de kaçınmazdı. En büyük keyfi, günlük 18 saat çalışma rutininden sonra elinde viskisiyle rahatlamaktı. Reagan’ın onu tarif ederken, “Büyük bir devletadamı. Öyle ki sözümü düzelteceğim: Dünyanın bütün devletadamlarının üzerinde büyük bir devletkadını” demesi bir şey fark ettirmiyor. Bakmayın siz “Bir şey söylenmesini istiyorsan, bir erkekten iste. Bir şey yapılmasını istiyorsan, bir kadından iste” demesine, Thatcher’ın feminizmle hiç işi olmadı. Ama “Kadın özgürlüğüne hiç bir borcum yok” diyecek kadar da açık sözlüydü.

 

Arkasından sevinenleri dert edinir miydi?

 

O 2003’te çok sevdiği eşi Denis’i yitirdiğinden beri toplumsal hayattan elini ayağını çekmişti. Adeta bir ‘yaşayan ölü’ misaliydi. Onu beyazperdede ünlü aktrist Meryl Streep canlandırdı. Streep 2012 tarihli filmle de Oscar ödülünü kazandı. 8 Nisan’da 87 yıllık bir ömür sona ererken, ölümünü kutlayanlar, torunlarının kutlamaları için sakladıkları Dom Peringnon’ları açıp patlatanlar eksik olmuyor. Fakat bütün bunların ‘Demir Leydi’ için bir ehemmiyeti var mı, işte orası tartışılır. Zira o hep inandığı gibi yaşadı, kimseye ‘boyun eğmedi’. Biyografisini yazmış olan The Guardian’ın eski köşe yazarı Hugo Young’ın deyişiyle, “Dünyada pek çok kadın lider olsa da o, yaşına rağmen bir fenomen olmayı başardı. Kişiliği sayesinde…”

Yazarın Diğer Yazıları

Adam olmak zaten hamurunuzda yok devam edin, milletvekili olacaksınız

Eminim Şamil Tayyar’ı izlerken televizyon ekranlarında bir tebessüm kaplıyor yüzlerini, ardından tatlı hayaller içinde kopup gidiyorlar dünyadan...

Suriye için konferans derken, savaş riski!

Uluslar arası cepheleşmede ironik bir tablo oluştu: ABD ve Rusya bir yana, iki ülkenin ‘müttefikleri’ diğer yana. İki rakip lider ülke Suriye’deki içsavaşı bitirmek için Cenevre 2 konferansını toplamaya çalışıyor

Reyhanlı saldırısının gölgesinde, Suriye'de neler oluyor?

Hudut İhlali’ne yine Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “iç işimiz” saptamasının bu kez maalesef Reyhanlı’da onlarca kişinin öldüğü terör olayıyla doğrulandığı Suriye ile başlayacağım