Ceyda KARAN
ABD Başkanı Barack Obama’nın devreye girmesiyle somutlanan İsrail özrü sonrasında, ‘normalleşme süreci’ için düğmeye basıldığı bir sırada Kudüs’teyiz… Bu süreçte sıra, Mavi Marmara kurbanları için ödenecek tazminatlara geldi. Ve bir İsrail heyetinin geçen haftaki Türkiye’deki temaslarının ardından Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu başkanlığındaki Türk heyetinin İsrail ziyareti ‘eli kulağında’. İsrailli yetkililer, hassas duruma herhangi biçimde ‘zeval getirilmemesi’ arzusunda.
Üst düzey bir İsrail yetkilisi, pozisyonlarını, “Fark etmiş olduğunuz gibi düşük profilli bir politika izlemekteyiz. Öne çıkabilecek hiç bir açıklama yapmıyoruz” sözleriyle dile getiriyor. Anlaşılan o ki, Başbakan Erdoğan’ın mayıs ortasındaki Amerika ziyaretinin ardından ay sonunda planladığı Gazze Şeridi ziyaretinin durumu karmaşıklaştırması olasılığı bile, İsrail açısından durumu değiştirmeyecek. Deyim yerindeyse ‘sürecin üzerine titreniyor’…
İsrail’in tehdit algısı ve ‘retorik’
İsrailli yetkili, İsrail’in üç önceliğini şu sözlerle aktarıyor: İran, İran, İran… İran’ın ülkesi için oluşturduğu tehditleri sıralarken, dört unsura dikkat çekiyor. İlki İran’ın ‘nükleer güç olma’ hevesi. Bununla mücadele için yaptırımlar ve dost ülkelerle işbirliği halinde İran’a baskıyı sürdürmeye vurgu yapıyor. Diplomatik olarak ‘fırsat penceresinin hala açık olduğunu’ söylese bile İran’ın ‘zaman kazanmaya çalıştığına’ inandıklarını ekleyerek. İkinci sırada İran’ın elinde olduğu öne sürülen füzeler var. Bunların Avrupa’yı dahi vurabilecek düzeyde olduğu iddiasını aktarıyor, Türkiye’nin de ‘aynı tehditle’ karşı karşıya olduğunu savunuyor. Üçüncü sıraya İran’ın ‘terörizme verdiği desteği’ koyuyor. İran’ın, Hizbullah ve cihatçı gruplara destek vererek, Suriye’deki Beşar Esad yönetimine arka çıkarak kendileri için ‘kaygı kaynağı’ olduğunun altını çiziyor. Dördüncü ve sonuncu tehdit unsuru ise İran’ın İsrail’e yönelik kullandığı ‘retorik’. Yetkili, Tahran’ın ‘İsrail’in var olma hakkını’ tanımadığını anımsatıyor.
Retorik meselesi, Türkiye-İsrail ilişkilerinin son dört yılda geçirdiği aşamalar düşünüldüğünde önemli. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e yaptığı ‘One minute’ çıkışı ve 2010’daki Mavi Marmara hadisesi sonrası gerilime ‘husumet dolu’ bir retorik damgasını vurmuştu. Fakat bölgesel konjonktür işleri değiştirdi.
'Ortadoğu iki yıl önceki gibi değil'
İsrailli üst düzey yetkiliye, ‘İran’la ilgili retorik algının benzerinin Türkiye için söz konusu olup olmadığı’ sorulduğunda, yanıtı önce, yukarıda aktardığım ‘düşük profilli politikayı’ vurgulamak oluyor. Hemen ardından Türkiye ile geçmişte her düzeyde yaşanan stratejik ilişkileri anımsattıktan sonra, “İyi bir temas olması önemli. Hala kişisel düzeyde iyi temaslarımız var. Marmara olayından sonra bizi siyasi durum bu noktaya getirdi. Bunun üstesinden gelmeyi umuyoruz. Önemli olan, bugünkü Ortadoğu’nun iki yıl önceki Ortadoğu olmadığını anlamak.” Türkiye ile tartışacak ‘çok önemli konuları olduğunu’ belirtiyor İsrailli yetkili, “Kapıları açık tutmak önemli’ vurgusu yapıyor.
'Gazze'ye abluka yok, insani kriz yok'
Türkiye’nin ilişkileri normalleştirme koşullarından bir tanesi de Gazze’ye yönelik abluka’nın kaldırılmasıydı. İsrailli yetkili ise, “Gazze’ye yönelik bir abluka yok. Gazze’de insani kriz yok. Her istediklerini alıyorlar” diyor. Bir örnek olarak da Türkiye’nin Gazze’de inşa ettiği hastaneyi gösteriyor. İsrailli yetkiliye göre, Gazze ile ilgili olarak sadece ‘güvenlik sorunları bulunuyor’. “Hamas, benim ülkemi tanımayı reddediyor. Bu da onu bizim için düşman konumuna getirir” diyor. Türkiye’nin Gazze’yi yöneten Hamas’ın İsrail’e karşı tutumunu değiştirmesi, yani İsrail’in varlığını tanıması konusunda kolaylaştırıcı bir rolü olup olamayacağını sorunca, sorunun muhatabının kendisi olmadığını belirtip, ‘herhangi bir değişiklik görmediklerini’ ekliyor. Erdoğan’ın Gazze ziyareti planı için yorum yapmak istemiyor fakat, “Bunun ne gibi bir sebebi olabilir” diye sorduktan sonra daha ziyade Türkiye’de iç siyasete yönelik olabileceğini ekliyor.
İsrailli üst düzey yetkili, ekonomik ilişkilerin zaten yaşanan tatsızlıklara rağmen bozulmadığını anımsatırken, Türkiye-İsrail-Ürdün ticari trafiğine atıf yapıyor. Türkiye-İsrail normalleşme sürecinde her şey yolunda giderse, ilişkilerin askeri yönleri de dahil yeniden ‘stratejik düzeye’ gelebileceği umudunu dile getirmeyi de ihmal etmiyor.
'Medeni boşanma'
Türkiye-İsrail uzlaşması şimdilik, ‘çoluk-çocuk’ sahibi boşanmış bir çiftin medeni ilişkileri tesis sürecinde ilerliyor. Bir daha aynı ‘aşkın’ yaşanmayacağı aşikar. Mühim olan iki tarafa da zarar veren kavga/gürültüyü bir kenara bırakmak…
İsrail’e, Türkiye’den bir grup gazeteci olarak olarak geldik. Kudüs’te Van Leer Jerusalem Enstitüsü, Friedrich-Ebert Stiftung (FES) İsrail Ofisi ve İstanbul Kültür Üniversitesi Global Political Trend Center’ın ortaklaşa düzenlediği gazetecilik çalıştayına katıldık. Ana temalarımız ‘İsrail demokrasisi’ ve ‘Filistin’le iki devletli çözüm’ çabalarında gelinen son durumdu. Bu vesileyle İsrail’deki siyasi gelişmeler ve Filistin’le gelinen sürece dair kendimizi ‘yerinde güncelleştirme’ fırsatını yakaladık. İki devletli çözüm mümkün mü? İsrail ile Filistin kısa vadede masaya oturabilir mi? Bu sorulara dair saptamaları da bir sonraki yazıya bırakalım…