05 Mayıs 2022

Yakamoz S-245 dizisinin yönetmeni Tolga Karaçelik: Bir daha güneş dünyayı yıkıyor diye bir hikâye gelirse kabul eden gerizekâlıdır

-Birçok anlamda ilk olan 7 bölümlük dizinin yönetmenleri Tolga Karaçelik ve Umut Aral, dizinin çekim aşamalarını anlatırken aklımızdaki soruları da yanıtladı

Bayramı yollarda değil de evinde geçirenlerdenseniz önümüzdeki iki günü -hazır havalar da bozmuşken- kaçırdığınız dizilere ayırabilirsiniz. Bizim önerimiz okuyacağınız uzunca kritiği ve yönetmenlerle sohbeti ile Yakamoz S-245. Birçok anlamda ilk olan 7 bölümlük dizinin yönetmenleri Tolga Karaçelik ve Umut Aral, dizinin çekim aşamalarını anlatırken aklımızdaki soruları da yanıtladı.

Kıvanç Tatlıtuğ'u kocaman bir binanın üstüne giydirilmiş reklamda, devasa bir billboardda gördüğümüzde ya bir ürün reklamı geliyor aklımıza ya da muhtemelen teyzeleri ağlatacak, Orta Doğuluları daha büyük fanlar haline getirecek bir dizinin reklamı olduğunu düşünüyoruz. Ama bu defa ikisi de değil. Ülkenin en yakışıklı erkeklerinden olması yetmezmiş gibi gerçek anlamda iyi bir oyuncu olan Kıvanç Tatlıtuğ'u son günlerde billboardlarda görme sebebimiz, hiç beklemediğimiz kadar iyi bir Netflix dizisinde başrol oynaması. Biliyorsunuz, Yakamoz S-245 dizisinden bahsediyorum. Beklediğimiz kadar iyi deme sebebimse, yerli aksiyon ve bilim kurgu yapımlarının genellikle hayal kırıklığına yol açması. Oysa Yakamoz S-245, öyle izlerken hataları görüp tweet atmaya fırsat veren bir yapım değil. Aksine; doğru yönetmenlerle doğru hikâyeler bir araya getirilirse ve gerekli fırsatlar verilirse yeni Türkiye sinemasının dünya standartlarında olabileceğinin ispatı. 

Ama sadece yeni Türkiye sinemasına, dizi sektörüne bir övgü niteliğinde değil Yakamoz. Bambaşka bir kültürün yükselişinin, dünyanın en azından ekranlardaki boyutta gerçek anlamda ülkesel sınırları kaldırdığının en güzel örneği. Çünkü globalleşme kavramı pandemi ile birlikte günlük hayatımızda tam ters bir ivme alarak sınırlar yeniden inşa edilmiş olsa da; sinema-dizi sektörü dahil sanatın neredeyse her alanında pandemi sayesinde sosyal medya ve streaming servisleri aracılığı ile sınırların tamamen yıkılışına, birlikte üretimin güzelliğine tanık olduk. Bunu bir kez tattıktan ve yapılabildiğini gördükten sonra geri dönüş ancak internetin yer yüzünden silinmesi ile olabilir. Fazla mı iddialı geldi? İki sene önce aklınıza hiç gelmeyecek şeyleri şu an yapmıyor muyuz? O zaman artık hiçbir şey iddialı olamaz. Hatta Yakamoz S-245'in hikâyesindeki gibi insanların güneşin doğuşu ile neredeyse yok olması da imkansız bir durum gibi görünmüyor artık. 

Ama önce biraz geriye saralım hikâyeyi. Tam iki sene önce, pandemi nedeniyle hepimiz bilinmezliğin ortasındayken ve -kabul edelim- hepimiz korku doluyken Netflix'in orijinal yapımlarından Into The Night dizisi, "daha da kötüsünün" olabileceğini göstermişti. Dizinin başrol oyuncularından biri Türk asıllı yetenekli oyuncu Mehmet Kurtuluş'tu (Dizi özelinde Mehmet Kurtuluş ile yaptığımız röportajı buradan izleyebilirsiniz). Belçika yapımı dizinin ilk sezonu nefes kesiciyken ikinci sezonunda aynı etki yoktu. Ama bu kez de bizi, en azından Türkiyeli izleyicileri bir sürpriz bekliyordu: Kıvanç Tatlıtuğ! Sezonun son bölümündeki Kıvanç Tatlıtuğ ve Mehmet Kurtuluş karşılaşması herkesi merak içinde bıraktı. 

İşte Yakamoz S-245 tam da bu noktada devreye giriyor. Bu karşılaşmanın perde arkasını izliyoruz dizide. Merak etmeyin, eğer Into The Night'ı izlemediyseniz bile Yakamoz S-245'i izleyebilirsiniz. Ancak izlerseniz arada bağlantıları yakalayacaksınız. Şimdi dört gözle Yakamozun devamını bekliyoruz. İkinci sezonu olması şart! O noktada bitmiş olamaz!

Dizi, akıllarda başka soru işaretleri de bırakıyor: Şimdi başka ülkelerden gelecek başka Into The Night spin off'ları izleyecek miyiz? Norveç mesela? Ya da İspanya olabilir gibi… Henüz Netflix bu konuda bir açıklama yapmadı ama Yakamoz S-245'i Netflix'in "ülkelerin sinema/dizi sektörleri arasındaki sınırları kaldıran" ve kültürleri de birbirine yakınlaştıran bir platform olduğunun kanıtı olarak görebiliriz. Bu şekilde çoklu yapımların devamını dört gözle bekliyoruz.

Gelelim Yakamoz S-245'i böylesine başarılı bir dizi yapan iki yönetmene: Tolga Karaçelik ve Umut Aral. İkisi de daha önceki işlerinde başarılarını kanıtlamış yönetmenler. Ben bilhassa Tolga Karaçelik'in yönettiği bölümleri çok merak ediyordum çünkü hem yönetmenlik hem hayal gücüne çok inanıyordum hem de onun için oldukça farklı bir janrada nasıl bir performans çıkardığını merak ediyordum. 

İzleyici genelde oyuncu kadrosu böylesine güçlü ve popüler isimler olunca, yapımların her halükârda iyi olacağını var sayıyor. Ancak en iyi oyuncu için bile kötü bir yönetmenin setinde, unutmak isteyeceğimiz rol çıkartması riski vardır. Bu dizide iyi yönetmenler, iyi oyuncular, iyi görüntü ve sanat yönetmenliği ile iyi efektler şeklinde güçleri birleştirmiş. Zaten rüştünü ispatlamış oyuncular daha da iyi oyunculuk çıkarmış. Aralarında parlayan üç oyuncu, her rolünde bizi kendine hayran bırakan Ertan Saban, -varsa- tanımayan için "kim acaba" merakı uyandıran Ersin Arıcı ve ilk kez böyle bir rolde gördüğümüz, aslında macera yapımlarına çok yakışacağını, yerli Tomb Raider olabileceğini gösteren Meriç Aral (Girl power!). 

Bu cast ile ilgili dikkatimi çeken nokta, karakterlerin çoğunluğunun daha Avrupai görünümlü olmasıydı. Daha sarışın-açık renk gözlü oyuncular ile acaba dünya izleyicisinin gözünde klasikleşen "yağız delikanlı ile esmer güzeli Türkiyeli" imajından çıkıp yabancı izleyici kitlesine daha yakın görünme çabası var mıydı? Tolga Karaçelik bu soruma gülerek yanıt verdi: "Hiç böyle bir şey düşünmemiştik!"

IMDB'de hak ettiğinden daha düşük puan alması (6.1) tamamen Türkiyeli izleyicinin beklentilerinin Kıvanç Tatlıtuğ ve Özge Özpirinççi adlarını görünce klasik aşk hikâyeleri, kabadayılıklar, dövüş sahneleri ve daha yüzeysel bir iş beklentisinden kaynaklı olabilir ancak… 

O nedenle bu diziye hakkının verilip ikinci sezonunun çekilmesi şart! Bu konuda iki yönetmenin görüşü ise "Buna izleyici karar verecek" şeklinde. 

BİZ BELÇİKA'DAN DAHA İYİ İŞ YAPARIZ

- En baştan siz biliyor muydunuz böyle bir spin off dizi olabileceğini?

- Tolga Karaçelik: Hayır, hatta ben 2-3 kez izlemeye başladım ama bıraktım. Umut sen biliyor muydun?

- Umut Aral: Hayır ben daha Into The Night çekilmeden önce böyle bir dizi yapılacağını duymuştum ama spin off'tan bahsedilmemişti. Kendi zihnimde, bu uçak varsa başka uçaklar da olabilir, evreni büyütülebilecek bir potansiyeli var diye düşünmüştüm. Kendi zihnimde çevirmiştim. İzleyince de emin olmuştum ama zaten her dizinin evreni genişletilebilir.

- Peki spin off için neden Türkiye seçildi?

- T.K.: Hiçbir fikrimiz yok ama zaten olaya ben bir spin off gibi yaklaşmadım. Ayrı bir evreni olan ama Into The Night renginde bir yapım olarak düşündük Umut'la konuşmalarımızda da. Belki ileride yaparız ama bugüne kadar bu janra içerisinde iş yapmak aklımda olan bir şey değildi. O nedenle Umut'la konuşmalarımızda hep Into The Night'ın ana akım, heyecanlı, thriller, şimdi ne olacak tadını tabii ki koruyarak ama apayrı yaratmak istediğimiz bir evren üzerine gittik.

- U.A.: Bir sürü ünlü yönetmenin de dahil olduğu işlerde de görüyoruz, Star Wars spin off'ları mesela… Hepsinin dokusu farklı oluyor ama aynı karakterleri barındırıyor. Benim için en heyecan verici olan, Netflix'in ilk defa kendi orijinal dizisine bir spin off çekiyor olması. Hem de başka bir ülkede. 

- T.K.: Bir de şöyle oldu, ben diziyi izledim, spin off'u yapılacak dendi, "Biz çok daha iyi bir şey yaparız Belçika'dan" dedim. Daha keyifli olacağına inanmasam girmezdim. 

- U.A.: Çıtayı yükselttiğimizden eminim ben de. 

ANA AKIM İŞ YAPIYORUZ AMA KİMSENİN IQ'SUNU DA KÜÇÜMSEMEMELİ

- Gerçekten daha iyi olmuş! Dört farklı senaristle çalışıldı, sizin elinizde temel bir hikâye vardı zaten. Bir yandan da Into The Night'ın yaratıcısı Jason George yardımcı oldu. Senaryoda farklı farklı isimlerle çalışmanın hikâyeye ve sizin çalışmanıza katkıları ya da zorlukları ne oldu?

- T.K.: Ben hikâyeyi ilk kabul ettiğim zaman henüz senaryo yoktu. hikâye de yoktu, sadece fikir vardı. Denizle ilgili hikâyeler ilgimi çekiyor açıkçası. Bir de deniz altında bir kapalı kalmışlık hâli de ilgimi çekti. Ama senaryo bana ilk geldiğinde çok hoşnut kalmadım açıkçası. Git-geller oldu. Hem kendi kafamda hem de senaristlerle. Olay örgüsü bir türlü istediğim derinliğe inmiyordu. Umut'la da o dönem çok bir araya geldik. Hatta ilk 3 bölümde "Bu neden, tamam da bu nasıl oluyor" gibi sorularla yazarların başını bir hayli ağrıttığımı düşünüyorum. Keza 5 ve 6. bölümlerde de yönetmenler olarak kabul etmediğimiz çok nokta oldu. hikâye güzel ama güzel hikâyeler çetrefilli bir şekilde ele alınmayı gerektirir. Tamam, ana akım bir şey yapıyoruz ama kimsenin de IQ'sunu da küçümsememeli. Platforma content yaratıyoruz altı üstü diyerek baştan savma bir şeyin altına ben imzamı atmam yönetmen olarak. Dolayısıyla çok fazla konuşmalar, karşılıklı fikir alışverişleri oldu. Ama işler rayına oturunca ve çalışmak isteyeceğim yazarların da kadroya girmesiyle arkasında durabileceğin, eli yüzü düzgün bir iş çıktı ortaya diye inanıyorum. Yaptığım işlere hep "Umarım rezil olmam" diye başlarım, rezil olmadığımı düşündüğüm, en azından kendi adıma bunu söyleyebileceğim bir iş oldu. Sonuçta ana akıma bir iş yapıyoruz, yapmak da istediğim bir şeydi, bunun da bazı formülleri var ama illa ezberlemiş gibi o formüllerin arkasından gitmemiz de şart değil. Dolayısıyla hem benim hem de Umut'un yazarlara sürekli sorması belli alışkanlıkları kırmıştır diye umuyorum ve umarım izleyicilere de geçmiştir bu. 

- U.A. Sonuçta Polonya'ya ait ağır bir bilim kurgu eserinden yola çıkılıyor. Jason da bu eserden sadece güneşle ilgili kısmı alıp hikâyeyi kurmuş. Ben Into The Night'ı ilk izlediğimde sürükleyiciliğini çok sevmiştim. Bu akıştan dolayı Tolga'nın söylediği karakterlerin derinine inmeye çok fırsat vermiyordu. Burada ise denizaltında kapalı bir ortamdayız. Yakamoz'u bence farklı yapan da denizin derinlerine inerken karakterlerin de derinlerine inmemiz. İnsanlıkla ilgili ciddi sorular soruyor. Yazarlar odası fikri benim hep sevdiğim bir fikir. Biz nasıl iki yönetmen çalışıyorsak, bir beyin mi iki beyin mi dersen, uyumlu ve yapıcı çalışıldığı zaman hep daha iyi işler çıkıyor ortaya.

- T.K.: Kesinlikle katılıyorum. 

- U.A. Bizde de bütün yazarlar uyumla çalıştı. Dolayısıyla olumlu olduğunu düşünüyorum. İşin macera taraflarından şüphemiz yok ama umarım bizim çok emek verdiğimiz karakterler tarafını da sevmiştir izleyiciler. Biz çok severek çalıştık. 

- Karakterlerden bahsetmişken Into The Night için konuştuğumuzda Mehmet Kurtuluş kendi karakteri için "İlk kez uluslararası bir yapımda bir Türkiyeli karakter bu kadar olumlu resmediliyor" demişti. Sizce bu ve benzeri yapımlar, karakterlerin çeşitliliği son senelerde iyice kötüleşen imajımızı toparlama konusunda etkili olur mu? 

- T.K.: Biz bir dizi çekiyoruz. Dolayısıyla bizim için oyuncunun performansı önemli. İstediğimiz tüm oyuncular geldi. 

- U.A.: Oyunculuk profilleri, rolü metnin verdiğinden daha ileriye götürebilecek performansları önemliydi. Tabii ki ikimizin de daha önceki işlerinden çalıştığı kişilerin olmasını istedik. Yepyeni isimler de oldu, ilk kez çalıştığımız…

- T.K.: Bu arada ne yapım şirketinin ne de Netflix'in cast ile ilgili bir dayatması olmadı. Kıvanç ile başladı proje, hatta ben Kıvanç'tan sonra geldim. 

- U.A.: Bir de oyuncuların bir kısmını ilk kez bu tarz rollerde görecekler. Onur Ünsal, Meriç Aral, Jerry Hoffman, Ertan Saban, Hakan Ağabey ilk kez böyle yüzlerle çıktılar seyirci karşısına. İyi bir ensemble oldu diye düşünüyorum. Bir deniz altına sıkışmış mürettebat ve bilim adamlarından bahsediyoruz. Bu sıkışıklıktan dolayı kalabalıktı sahneler. Bir anlamda ensemble tiyatrosu gibi keyif veren sahneler canlandırdılar. 

BÖYLE HİKÂYE KABUL EDİLİR Mİ?

- T.K.: Geriye dönüp bakınca tüm ekiple, casttan ışık şefine, görüntü yönetmenine, yönetmen yardımcılarına, sanat yönetmeni herkesle çalışmış olmaktan çok mutluyum. 

- U.A.: Sanat ekibinin önünde saygıyla eğiliyoruz. Birebire yakın denizaltı ortamı kurdular. Keza müziklerde Ahmet Bilgiç muazzam bir iş çıkardı. Bizi aldı götürdü. 

- T.K.: Berlin clubları tarzında, kopalım, club olsun demiştik müziklerde. Hatta bazı PlayStation oyunlarına, cyborglara atıflarda bulunarak ilerledik. Bence cesur bir soundtrack oldu. 

- Sürekli olarak ışıksız, karanlık ortamda çekim yapmak zorladı mı sizi?

- T.K.: Allah kahretsin, bir daha güneş dünyayı yıkıyor diye bir hikâye gelirse kabul eden gerizekalıdır çünkü sürekli gece çekimi demek o! Donuyorsun!

- U.A.: Eksi 10'lardaydık sürekli. Orijinal Into The Night evreniyle aynı zamanda geçecek, onlar daha ılık bir dönemde çektiler, gömlekle geziyorlar, biz şubatta çekim yaptık ama onlara uymak için ince giyinmek zorunda herkes.

- T.K.: Onlar zaten uçakta, sıcak ortamdalar. Delilik böyle bir çekim yapmak. 

- U.A.: Oyuncular Norveç'te bile kolsuz bir montla gezmek zorundalar hikâye akışı için. 

- T.K.: Belçika ekibini Büyük Çekmece Gölü tarafına bekliyorum, oradayız, çekime gelsinler. 

- U.A.: Bir de bu hikâyede düşman güneş ya, bizim de düşmanımız güneş. Güneş doğunca çekim bitiyor. 

- T.K.: Umut, deneyimsiz yönetmenler gibi davranmışız, böyle hikâye kabul edilir mi? Güneş insanları yok ediyor, güzel, hadi çekelim. Bütün senaryo "dış/gece"... Vampir olduk.

- U.A.: 6 hafta boyunca gece çalıştık. Zorlayıcı bir süreçti herkes için.

- Peki görüntü açısından nasıl etkiledi sizi gece karanlığı?

- T.K.: Çok güzeldi. Hatta kabul etme sebeplerimden biriydi. İlki hep kendim yazıp yönetiyorum, bakalım gerçekten bütçesi olan bir yapımda kareyi karşı tarafa geçirmeyi, senaryoyu izleyiciye geçirmeye çalışmak çok keyifliydi ki bunun en önemli unsuru da görüntüyü doğru yakalamak. Dış çekimlerde sürekli bir ışık kaynağı yaratmaya çalışıyorduk, o kısım çok eğlenceliydi. Kocaman bir kasabayı kapatıp, orasında burasında arabaları devirip, insanların eline el feneri verip ana ışık kaynaklarını nasıl yönlendireceğimi düşünmek, ışık de çok keyifliydi. 

- U.A.: Orada Burak Kanbir ve ekibine de çok teşekkür etmek gerekli. Zaten çok kıdemli bir görüntü yönetmeni ama bahsettiğimiz tüm bu zorluklara çok iyi çözümler getirdi. Bir de çok sevdiğimiz denizaltı işleri vardır; Red October, Das Boot, U-571 gibi… Tüm bu filmleri oturduk birlikte izledik. Onlar ne yapmışlar, biz ne yapalım ne yapmayalıma baktık. 

- T.K.: Her gün birlikte 1-2 film izledik. Biz hep film olarak yaklaştık, dizi referansı kullandığımızı hatırlamıyorum. 

- U.A.: Bu türü sevenler o küçük dokunuşları yakalayacaktır. 

- T.K.: Bir de ikimizin de deniz bilgisi olduğundan haritaları masaya yatırdık, öyle çalıştık çoğu zaman. 

- U.A.: Evet, arkadaşlar yüzeyden gidemiyoruz biliyorsunuz, şu hızla giderse şu olur, böyle olursa böyle olur gibi yönlendirmelerimiz de oldu deniz açısından. Bu arada denizaltı, su üstü animasyonları, grafiklerde 1000 Volt'a da teşekkür etmek lazım. Çok komplike 3D çalışmalar, çok iyi çalışmalar.

- T.K.: Sete de geldiler, o ortamı bizimle yaşadılar. Biz bazı yerlere tamam desek de onlar daha iyi olabilir diye uğraştılar. Umut ama burada senin de çok iyi inputların oldu o noktalarda, bunun da altını çizmek istiyorum. 

- U.A.: Teşekkürler. Hep beraber çalışınca iyi oluyor ama 1000 Volt da risk aldı, çok iyi çalıştı. 

BU BİR FİLM DEĞİL; PLAY NEXT EPISODE'DUR

- Sinema gerçek hayatın yansımasıdır, hatta biraz da falcılığıdır diye düşünüyorum ben hep. Zaten son iki senede pandemi ile yaşadıklarımıza bakınca her şey olası görünüyor. Bu durumda güneş her an bizi yok etmeye kalkışabilir mi ve böyle bir şey olursa ülkeler sınırlardan bağımsız birlik olacak mı sizce? 

- T.K.: Hayır, çok teşekkür ederim. 

- U.A.: Sonuçta iklim değişikliği hepimizin gündeminde olan bir mesele ve aslında muhtemel bir gelecekten bahsediyor. Hatta 2023'te güneşte patlamaların olacağı ve iletişim sistemlerini yok edebilecek güçte patlamalardan bahsediliyor. İyi bir yere gitmiyoruz ve bunun farkındalığını yaratabilecek her şeye ihtiyacımız var. Bizim projemiz o amaçla yola çıkmadı ama 1-2 kişinin bile bakış açısını değiştirirse ne mutlu bize.

- T.K.: Hayır diyerek kestirip attığım tam olarak buydu işte. Bu bir eğlence amaçlı yapım. İzlediklerimiz genelde bizi çok fazla düşünmeye sevk etmekten ziyade tam tersine düşünmemeye ve izlemeye devam etmeye sevk eden işler. Tam da burada bizim derdimiz karakterleri görelim, bağlantı kuralım derdindeydik ki biraz durup düşünebilelim. Ama günün sonunda "çık dışarı, iklim değişikliği için bir şey yap" dediğimiz bir yapım yapmıyoruz, öyle bir iddiamız yok. Tam olarak bölümlerin sonundaki "izlemeye devam et"i amaçlıyoruz. Aksini söylersem ikiyüzlülük yapmış olurum o nedenle hemen hayır dedim. Sinema tabii ki değiştirebilir bir şeyleri, insanları etkileyebilir ama bu sinema değil, bu bir dizidir her ne kadar her bölüme ayrı bir film gibi yaklaşmış olsak da. Benim çektiğim ilk 3 bölümde mesela ilk bölüm İtalyan filmi etkisinde, ikinci bölüm PlayStation oyunu, üçüncü ise Sarmaşık filmi tarzında bir film bence. Ama tekrar edeceğim bu bir film değil; "play next episode"dur. 

- Peki ikinci sezon olacak mı?

- T.K.: İkinci sezon olacak mı?

- U.A.: Netflix karar verecek buna. 

Yazarın Diğer Yazıları

Hayallerin ötesinde sentez | Sonsuza Uzanan Motifler: Yeniden Yorumlar

Çoğu hayranlık uyandırıcı yeni medya projesinin arkasındaki isim Lalin Akalan'ın hikâyesini dinledik ve işlerine bayıldığımız Selçuk Artut ile buluştuk

Oyuncu Umut Karadağ: Düğüm'de hiçbir karakterin yerinde olmak istemezsiniz

İzlemesi öfke uyandıran bir karakteri canlandırmanın nasıl bir deneyim olduğunu anlamak için Umut Karadağ ile konuştuk

Funda Eryiğit ve Mehmet Günsür anlatıyor: Aşk, İstanbul, sadakat, evlilik ve Kül filmi

Okuduğunuz bir kurgu romanın gerçekliğini ne kadar sorgularsınız? Kitaptaki sokaklar, fırın hatta insanlar ne kadar gerçek olabilir? 9 Şubat'ta yayına giren ve Netflix'te izleyebileceğiniz Kül, okuduğu kitaptaki kelimelerin peşinden giden bir kadının hikâyesini anlatıyor. Filmde bir karı kocayı canlandıran Funda Eryiğit ve Mehmet Günsür ile hem Kül'ü hem aşkı, ilişkileri hem de hayatlarını konuştuk