01 Eylül 2024

Biz, siz, onlar ve köpekler

İnsanların yaptıklarının ve yapması gerekip yapmadıklarının cezası köpeklere kesildi. Peki şimdi toplanıp slogan atmaktan başka bir şey yapacak mıyız yoksa babası tarafından cezalandırılmış çocuklar gibi inatlaşmaya devam mı edeceğiz? Uzun bir yazı bu. Uzun bir sorgulama, yüzleşme, iç dökme

İllüstrasyon: Ogan Dağçınar

"İnsanın en iyi dostuna ne oldu?" Bu soru Wes Anderson'ın Isle of Dogs filminde geçiyor. Filmde hayali Japon şehri Megasaki'nin Belediye Başkanı Kobayashi, artan köpek nüfusu ve hastalıklardan "şehri kurtarmak" için tüm köpekleri Çöp Adası'na sürgün ederek ölüme terk eder. Kendi köpeğini bulmak için adaya giden Atari'nin hikâyesini izlediğimiz film adeta bugünlerin Türkiye'sine bir ders niteliğindedir. Filmde "İnsanın en iyi dostuna ne oldu" diye soran bilim adamına, gerçek dünyanın Türkiyesinden cevap vermek isterim: "İnsana, insanlığa ne oldu?"

Yoksa zaten insanlık dediğimiz, aslında iktidarın arkasına saklandığı Müslümanlık'ın da temeli olan şefkat, hoşgörü ve sevgi demek değil mi? İnsanlık aslında keyif için öldürmek, güç ve iktidar gösterisi olarak kelle koparmak, birbirini aşağılamak, eleştireye katlanamamak, kendi gibi düşünmeyeni hâkir görmek, yapabiliyorsa cezalandırmak mı? Belki de cennet diye vaat edilen yer "hurilerle" değil, gerçek insanlarla doludur ve biz aslında cehennem simülasyonunda yaşıyoruzdur. Malum, cennet dediğimiz ülkemizi cennet haline getiren en kıymetli, en güzel alanlarının, zeytin ağaçlarının, ormanlarının, hayvanlarının, deniz kıyılarının betonlaşmasını, yıkılmasını, "öldürülmesini" izlemekten daha büyük bir azap var mı? Vardır elbette. Çünkü biz ne zaman "bundan kötüsü olamaz" desek, daha kötüsü oluyor. 

Daha kötüsü oluyor da biz ne yapıyoruz peki? Biz: hayvanseverler ya da doğa severler, veganlar, çevreciler, solcular, muhalifler, hümanistler… Artık kendinizi nasıl tanımlıyorsanız ama genel olarak 20 yıldır süregelen ve artık tam olarak kendilerine oy vermeyen herkesi, yakalayabildikleri her açıdan cezalandırma sistemine geçmiş olan iktidarın politikasını benimsemeyenler. Yani artık yüzde 50'den çok daha fazla olan "biz" ne yapıyoruz? 

Buraya geleceğim ama önceliğimiz köpekler. Hani sosyal medyada viral olan "Sen kim köpek" lafında geçen hakaret olarak kullandığımız hayvan. Hani mecliste birbirine hakaret etmek isteyenlerin ağzından salyalar çıkartarak sık sık söylediği küfürde "köpek", "it" olarak adı geçen hayvan. Yani o ne olduğu herkes için değişen kültürümüzde adı bir küfür olarak kabul edilen hayvan. 

Depremde tek bir devlet yetkilisi yokken çocukları kurtarmak uğruna can veren köpekler. Koyunları kuzuları koruyan, çobanlara yoldaş olan, tavukları tilkilerden, köylüleri kurtlardan koruyan köpekler. Yangınlarda itfaiyeye eşlik eden, kayıp kişilerin bulunmasında görev alan, narkotikte görev alan, polislerle birlikte çalışan, görme engellilere göz olan, zihinsel engelli çocukları sosyalleştiren, yaşlıların yalnızlıklarını gideren köpekler. Bu saydıklarımın çoğu Türkiye'de değil dünyanın gelişmiş ülkelerinde yaygın olan durumlar tabii. Bizde neden yaygın değil? Maalesef dini sebeplerle köpekler "abdest bozan" hayvanlar olarak görülüyor. 

"Zenginler köpek sever fakirler ağlar" edebiyati

İktidarın 20 yıldır çok çok çok başarılı olduğunu kimse inkâr edemez. Kendi istediklerini yapmak konusunda, halkı manipüle etmek konusunda ve kutuplaştırmak konusundaki başarıdan söz ediyorum. Halkı kutuplaştırmanın çocuk oyuncağı olduğunu, Türkiye'de yaşayanların "biz/onlar" ayrımına her durumda düşmeye hazır olduklarını öğrendik sayelerinde. Taraftarlık kanımızda varmış. Bu ayrımı başlattıkları ilk nokta olan "bizim başörtülü bacılarımız" söyleminde yatan dindar kesim ve o zamanın anlayışı ile "diğer yüzde 50" arasındaki fark 20 yılda büyük oranda kapanırken her sene iktidar yeni bir kutuplaştırma vesilesi buldu. Son oyunu da işte, konumuzun temeli köpek sevgisi. 

Burada da öyle ince bir yerden yakaladı ki halkı, en sakin insanı bile canavara çevirmeye yetti. Söyleminin altında hep şu vardı: Köpekseverler zenginlerdir, alım gücü olanlar köpekleri refah içinde beslerken fakir halkın çocukları bu köpekler tarafından korkutuluyor, ısırılıyor. Bu sonuca nereden vardığımı soranlar olacaktır: Dinleyerek vardım. Hatta bunu neredeyse çok açık bir şekilde ifade ettiği 29 Mayıs tarihli Meclis konuşmasında şöyle diyor Erdoğan, halkına karşı muazzam bir hassasiyetle: 

"Bugüne kadar rotamızı daima milletimiz belirledi, istikametimizi milletimiz çizdi. Siyasetimizin hudutlarını millet tayin etti. Elitlere değil, halka baktık. Bağıranların, çağıranların değil, sessiz yığınların sesi olduk. Tuzu kurularla değil, şehrin çeperlerinde hayat mücadelesi verenlerle yol yürüdük. Sırtını güç odaklarına yaslayanlar için değil, Allah'tan ve devletten başka hiç kimsesi olmayanlar için siyaset yaptık. Ne yaptıysak milletimiz için, milletimizle birlikte yaptık. Ne başardıysak yine aziz milletimizin güçlü desteğiyle başardık. Biz milletimiz için çalıştıkça, didindikçe, şikayetlerine çözüm buldukça milletimiz de bize sahip çıktı, desteğini ve duasını bizden esirgemedi. Bugün de aynı hassasiyetle yolumuza devam ediyoruz ve edeceğiz. Milletimizi, milletimizin can güvenliğini çok yakından ilgilendiren ve artık tahammül edilemez noktaya varan sahipsiz köpek sorununa da işte bu zaviyeden bakıyoruz."

Karşı tarafı anlayalım

Bu noktada işler biraz karışıyor. Çünkü "karşı taraf" dediğimiz tam olarak kim bilemiyoruz. Ama şöyle bir gerçek var ki; köpekler genel olarak Türkiye'de ve Müslüman ülkelerde öyle çok çok da sevilmez çünkü hadisi şerifleri keyfi yorumlama anlayışı nedeni ile köpekler çoğu yerde "necis" yani İslam dinine göre pis kabul edilir. Şafii mezhebine göre köpek necis kabul edildiği için, köpeğin değdiği yerleri yıkamak gerekir. "Köpek, domuz ve onlardan türeyenler, bunların artığı, teri necistir. (...) Bununla beraber, Şafii mezhebinde av köpeği, çoban köpeği beslenebilir. Ancak köpeğin, hiçbir faydası olmayacak şekilde, sadece bir süs olarak kullanılması uygun değildir" - İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Prof. Dr. Vehbe Zuhayli. Hanefi mezhebine göre köpeğin kendisi pis değildir. Köpeğe dokunmakla veya köpeğin bize dokunmasıyla ne elimiz ne de elbisemiz pis olur. Fakat köpek terlemiş olursa veya dili/salyası elimize veya elbisemize değerse o zaman bu necis olarak kabul edilir. Ayrıca köpeğin üzerinde necis bir şey yoksa değdiği elbise ile namaz kılınabilir. 

Bu konuda hadis yorumları hep farklı farklı açıklanmış, çoğu zaman kafa karıştırıcı bir durum ortaya çıkmış. Ancak değişmeyen bir şey var ki; İslam dini merhameti "bütün mahlukatlara" karşı emreder. Doğrusu nedir anlayabilmek için medrese eğitimi almış, isminin gizli kalmasını tercih eden emekli bir imam ile görüştüğümde "Sana sadece özetle söyleyeyim, cennet merhamet edenler ile doludur, Hz. Muhammed (S.A.V)'ın kedi ve köpeklere eziyet edenlerin daha büyük eziyete uğrayacağını söylediği hadislerimiz vardır. Dahası, masum ve sizden güçsüz bir hayvanı size zarar vermediği halde öldürmek günahtır." şeklinde anlattı.

Buna karşın dini eğitim ve bilgi veren web siteleri köpek giren eve melek girmeyeceğinden tutun da köpeğin pis olduğu ve katlinin vacip olduğuna kadar her türlü olumsuz bilgi ile dolu. "Köpek ve Müslüman" tarzı anahtar kelimelerle aratınca "Köpek sevmek günah mı" "Köpek abdest bozar mı" "Dişi köpek haram mı" "Evde köpek beslemek günah mı" gibi çok sorulan sorularla karşılaşıyoruz. 

www.islamqa.info
islamveihsan.com

Diyanet'in de bu konuda tutarlı olduğunu söylemek güç. Bir yandan çocuklar için yayınlanan çizgi film ve kitaplarda hayvan sevgisini aşılayan, köpekleri tanıtan çok güzel işler varken öte yandan Diyanet'e ait yayınların bazılarında "Kuvvelerden bir kuvve olan ve melek ile sembolize edilen "akli nefs", ilahi ve ruhani olanın insandaki yansıması olarak domuz ve köpek ile sembolize edilen ve kişiyi kötülüğe sevk eden şehevi ve gadabi güçlerin olumsuz tutum ve davranışlarına karşı engelleyici bir vazife üstlenmektedir" (Diyanet İlmî Dergi, Cilt:54, Sayı:2 -2018) gibi ifadelerle köpeği "kötü" olarak etiketlemektedir. 

Tüm bunları anlatma sebebim, birlikte yaşadığımız insanları, içinde yaşadığımız toplumu anlamak, doğru bulsak da bulmasak da hassasiyetlerinin farkına varmak. "Köpek giren eve melek girmez" gibi bir inanışla büyütülen insanları, hatta ve hatta "hayvanın dişisi abdest bozar mı" gibi sorular sorabilen insanları anlayabilmek onların da hayvan sevgisini anlayabilmelerine bir kapı açacaktır ya da tamamen naif bir duyguyla periler aleminde yaşıyorumdur, kim bilir… Öte yandan benim periler alemindeki köpeklerin halini de konuşalım derim hazır haddim olmadan dini inançlara kadar uzatmışken konuyu. 

Çuvaldızı kendimize batıralım

Sokak köpeklerinin nüfusları geçtiğimiz yıllarda çok arttı çünkü yol kenarlarında, ormanlarda, Moda gibi köpeklerin sevildiği semtlerde sık sık tanımadığımız kişilerin gecenin bir yarısı ya da gün ortası gelip bir köpeği arabadan dışarı atıp gittiklerine şahit olduk. Ya da öyle yapıldığını tahmin ettiğimiz, her geçen arabaya heyecanla bakan, bırakıldığı yerden ayrılmayan, korkmuş 1-2 gün önce sahipli olduğu belli köpeklerle doluydu sokaklar. Belediye barınaklarından da aşılandıktan ve kısırlaştırıldıktan belli bir süre sonra sokağa, sahile bırakılan çok fazla köpek var. Bu köpekler ilk bırakıldıkları günlerde, Yeşilçam filmlerinde parkta koşan aşık çiftler gibi mutlu görünürler, inanamazsınız o mutluluğa! Çimlere atarlar kendilerini, ağaçtan ağaca koşarlar. Çok değil, 1 hafta sonra o güzelim yüzlerine korku ve hüzün çöker. Bölgedeki diğer köpekler -doğal olarak- alanlarını korumak istedikleri için yeni gelenlere zor anlar yaşatır ve tabii ki insanların zulmüne uğrarlar. Tekmeler, küfürler, ağaç dalları ile vurmalar… Sonuçta onları koruyan o kadar az insan var ki! İnanmazsınız ama Moda sahilini korumakla görevli güvenlik arasında bile köpek sevmeyen, köpekten korkan insanlar var. Polis de zaten öyle… 

Bunların sebebi çok belli: Belediyelerin yapması gereken ve en iyi çözüm olarak görülen "kısırlaştır-yerine bırak" bir çözüm değil. Esas gereken çözüm sahiplenmek/satın almak isteyen kişilerin kontrol edilmesi, petshoplarda köpek satılmasının yasaklanması, köpek satan yerlerin durumunun veteriner ve belediyelerce kontrol edilmesi, sahiplenilen köpeklerin sokağa/ormana bırakılması durumunda yüklü miktarda ceza kesilmesi. Olması gereken asıl sistem şöyle:

  • Köpek sahiplenildi/satın alındığında alan kişinin ikametgâh bölgesindeki veterinere çipi ile birlikte kaydı yapılır. O veteriner düzenlenecek "hayvan sahipleri sistemi"ne giriş yapar. 

  • Belediye ile anlaşmalı köpek eğitmenlerinden "şehirde köpekle yaşam" oryantasyonu alınır, sertifika almayan kişilerin kaydı yapılmaz.

  • Aşı ve kısırlaştırma takibi yetkili veteriner ve belediyelerce takip edilir, yapılmaması durumunda hayvana el koyulur, yeniden sahiplendirilir. 

  • Hayvana kötü muamele, yetersiz bakım durumunda da veteriner ve belediye tarafından ceza ve hayvana el koyma hakkı olmalıdır. 

  • Hayvanın terk edilmesi halinde insana ceza kesme yetkisi belediyelerde olmalı ve bunun takibi yapılmalıdır.

Tüm bunların da ötesinde kimsenin konuşmadığı, dile getirmediği bambaşka bir durum var: 

Türkiye, Avrupa Konseyi'nin 1 Mayıs 1992 tarihinde yürürlüğe giren "Evcil Hayvanları Koruma Sözleşmesi"nin (European Convention for the Protection of Pet Animals) taraf 26 ülkesinden biri. Maalesef bu sözleşmede yer alan neredeyse hiçbir maddeye uymayan Türkiye'nin artan sokak köpeği sayısı ile ilgili çözümü katliamda bulmasının ardından iletişime geçtiğim Avrupa Konseyi sözcüsü, bu konuda taraf ülkelere bir denetim ya da yaptırım yapılmadığını söyledi. Eğer Konsey'in bir müdahalesi isteniyorsa AB ülkelerindeki STK'ların konseye başvurarak talepte bulunabileceklerini belirtti. Yani köpekler ve biz yine insanlıktan nasibini almamışlara karşı başbaşa kaldık. Tıpkı İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmemiz gibi bu sözleşmeden çekilmemiz de zor değil ki zaten, iki emre bakar… 

Sloganlar, gösteriler çözüm mü?

Sizce sürekli yapılan yürüyüşler, gösteriler, meclis önünde bağırıp çağırmaların en ufak bir olumlu etkisi olabilir mi yasanın geri çekilmesi, iptal edilmesi, uygulanmaması ya da daha iyi şartların sağlanması için? Üzülerek söylüyorum ki HAYIR. Hatta aksine Erdoğan'ın "bağıranlar" diye yeni bir etiket taktığı kişiler olduk, kulaklarını kapatıp "hayvanseverler bağırıyor" diyerek dinlemekten, anlamaktan vazgeçmelerine sebep olduk. Konuşmak ya da empati kavramları olmayan kişilere böyle ulaşamayız ki! Ki, "o tarafın gözünde" bağıran bir kadın kadar saçma, komik, manasız ve egolarını tatmin eden başka bir şey yok! Daha yaratıcı, daha faydalı çözümler bulmalıydık. Görüşmeler sürerken meclisin önünde köpek havlamaları, ağlama sesleri yayınlamak bile daha etkili olabilirdi! Billboardları köpek seven ünlülerin afişleri, köpeklerin faydalarını anlatan afişlerle doldurmak, özellikle belli bölgelerdeki otobüsleri, metrobüsleri köpeklerle, merhametle ilgili hadislerle doldurmak, sokak köpeklerimizi tanıtmak ve "nasılsa hayvanseverler bakıyor" diyerek sokaklara atılan, ormanlarda açlıktan birbirini yiyen köpekler için mantıklı çözümler sunmak yapılması gerekendi. Bağırmak değil -en azından bu olayda. 

Hepsinden öte, önce kendi içimizde birlik olacaktık. Hayvanseverler kendi aralarında birbirlerini parçalar haldeler… "Sen poodle sahibisin, sus! Ben sokak köpeklerine bakıyorum, en çok ben köpek seviyorum, sen ne anlarsın… Biz de köpek seviyoruz da cafeye gelmesin, havlamasın köpeğiniz…" ve daha fazlası… 

Moda olan köpekler ve sokaklardaki köpekler hayatlarından memnun mu?

Tüm bunlar, her zamanki gibi, ülkemiz insanının altyapısı olmadan aniden bir konuya fazla yükselmesiyle alakalı temelde. Nasıl derseniz; bir dönem Golden Retriever modası vardı dünyada. Amerika'da başlayan moda ile elbette bizim ülkenin Türkiyeli Amerikalıları Golden sahiplenip dergilere, gazetelere pozlar verdiler. Sonra onların her yaptığını yapan, her giydiğini giyen, her aldığını alan başkaları da Golden ile yaşamanın ne olduğunu bilmeden sevgililerine doğum günü hediyesi, çocuklarına karne hediyesi olarak alıp hevesleri geçince, hayvanla yaşamanın nasıl bir disiplin ve sorumluluk istediğini anlayınca ilk aldıklarında ayılıp bayıldıkları, Instagram'da like'ları topladıkları köpekleri Bodrum'da, Çeşme'de sokaklara, ormanlara, barınaklara bıraktılar. O nedenledir ki sokaklar Golden kırması doludur. Sonra Husky furyası oldu, bakın renkli gözlü Husky kırması sokak köpeklerinin güzelliklerine… Şimdi Poodle, Schnautzer, Pomerian ve Samoyed modası var. AVM'lerde zorla sürüklenen Poodle'lar, çanta gibi taşınan zavallı Pomerianlar, sokakta korkup yürümeyen köpeğe bağıran insanlar, çişini yapacak minicik köpeği oyuncak gibi çekiştiren çocuklar… Bir süre sonra çoğu onları da sokağa, barınağa bırakacak ki o şartlara hiç uygun değiller… Kabul edelim, sokaklardaki her köpek mutlu ve iyi şartlarda değil. Şiddete, tecavüze uğrayan köpeklerin sayısı bilemediğimiz kadar çok. Bakımsızlıktan mahvolmuş sokak köpeklerinin gözlerine baktınız mı hiç? (Daha doğrusu bir köpek size gözlerinize sakince, sevgiyle bakabilecek kadar güvendi mi hiç?)

Durum bu olduğu halde satın alınan ve sokağa bırakılan köpek kısır döngüsü içinde her köşe başında lüks petshoplar açıldı, köpekler için giyim markaları arttı, köpek sever olduğunu iddia eden AVM ve mekan sayısı arttı (çoğu sadece küçük ırk kabul etse de) ama hayvanların hayatını iyileştirmek için hiçbir şey yoktu ortada. Sadece kozmetik ve küçük ırk ağırlıklı, "Instagrammable" bir köpek sevgisiydi yaşadığımız. Derinden sevenler de arttı elbette. 

Bir de belediyelerin Instagram aşkı nedeni ile Boji geldi gündeme. Hatırlıyor musunuz Boji'yi? Sosyal ve geleneksel medyada popülerleşince devlet meselesi olmuş, dünya sevimlisi Boji İstanbul'da "toplu taşıma kullanıyor" diye olay çıkmıştı. Çoğu insandan daha düzgün toplu taşıma kullanan Boji ve onun gibiler yerine, dünyaya bir köpeğin tek bir tüyü kadar faydası olmayanlar istememişti Boji'yi ve o ilk "köpek seven elitler" ile "çocukları koruyan kahramanlar" kutuplaşmasının tohumları o zaman atılmıştı. Sonra sistematik şekilde köpek düşmanlığı yayıldı, gerçek olmayan haberlerle. Bu da çocuklarına süt alamasa da ekmeğini köpeklerle paylaşanların değil ama saraylara doyamayanları tam da başka konu bulamadıkları zaman harekete geçirdi… Zaten istediğini yapmayan çocuğunu Play Station'ını, telefonunu elinden alıp harçlık vermeyerek cezalandıran baba gibi sevdiğimiz her şeye (alkolden tutun da yurt dışına çıkışa kadar) ulaşımımızı zorlaştıran Baba bizi cezalandırmak için bahane arıyor. 

Masum olan ilk taşı atsın

Bu yasanın yaratılmasında, geçmesinde bizim de payımız var… Daha o gün, Boji'ye karşı çıkıldığı gün hepimiz köpeklerimizle yasal hakkımızı kullanarak, ağızlık ve tasmaları takılı şekilde toplu taşıma kullanma hareketi yapsaydık, Kadıköy meydanda bağırmak yerine, STK'larla işbirliği yapıp okullarla anlaşıp çocuklarla uyumlu köpeklerimizi götürüp tanıştırsaydık, köpekle nasıl iletişim kurulur anlatsaydık ne güzel olmaz mıydı? Kadıköy'de, Bebek'te festivaller yaparken "Köpek korkunu yen" bölümleri olsaydı, insanlar gelip eğitimli köpeklerle tanışsaydı, her şey farklı olmaz mıydı? 

Belediyeler koca koca billboardlara köpek sevgisini ve köpeklerin faydalarını anlatan itfaiye köpeği, narkotik köpeği, çoban köpeği, servis köpeği, görme engelli köpeği afişleri yapsa biraz daha bilinçlenmez miydik? Spor kulüpleri yurt dışında olduğu gibi köpeklerle sahaya çıksa, sporcular topla oynayan köpeklerle poz verse, en azından Fenerbahçe, Beşiktaş gibi takımlar birer maskot köpek sahiplense… Dünya başka bir yer olurdu!

Sokaklara, ormanlara terk edilen köpekleri beslerken, onlar için ağlarken köpek sahiplenmeye yönelik doğru düzgün yasalar çıkmasını talep edip bunun için kampanyalar başlatsak, imzalar toplasak ne güzel olurdu… Yapmadık. "Biz çok hayvan severiz, sokaklardakiler için kalbimiz ağlıyor" diyerek kibirlenmeyi tercih ettik.

Şimdi neyse ki 1-2 belediye geç de olsa harekete geçti ve barınaklardaki hayvanların sahiplenilmesi için özel çalışmalar yapmaya başladı. Diğer belediyelere, barınaklara örnek olsun. Ünlüler hayvan bakımevleri kurmaya, şirketler köpek sahiplenmeye başladı. İşte olması gereken asıl hareket şimdi başladı. Köpekler her zaman olduğu gibi kendilerini feda ettiler bizim iyiliğimiz için. Aklımızın başına gelmesi için. 

Şu an 1 köpeği bile kurtarabilsek kârdır. Şimdi köpek sahiplenmek için en iyi zaman. Bunu kolaylaştırmak, köpek insanı olmanın maddi yükünü paylaşabilmek için veterinerler, petshoplar "askıda aşı/mama" uygulaması başlatsa, belediyeler ksıırlaştırma işlemlerini hızlandırsa, şirketler belediye barınaklarını iyileştirmek, kapasitelerini artırmak için yardımda bulunsa, Veteriner Hekimler Odası, barınakların düzenli kontrol edilmesi için özel bir sistem geliştirse… Sosyal medyadan "Biz de miting alanındayız" diyen İyi Parti, yasaya hayır videoları çeken CHP'liler, en doğru savunmayı yapan TKP parti olarak birer köpek sahiplense… Belediyeler barınakları iyileştirmeye ve genişletmeye daha fazla bütçe ayırsa… Yani 2028'e kadar köpekler için olması gerektiği gibi bir düzen kursak ve birlik olunca ne kadar güçlü olduğumuzu ve sevdiklerimize nasıl sahip çıktığımızı göstersek altın gününe gider gibi toplanıp slogan atmaktan daha faydalı bir şey yapmış olmaz mıyız? 

Bu konuda yapılmayanları ve yapılması gerekenleri en iyi, en düzgün ve temiz şekilde anlatan Türkiye Barolar Birliği'nin değerlendirmesine de göz atmanızı şiddetle tavsiye ederim. Eğer elinizi taşın altına koymak isterseniz KurtaranEv gibi kâr amacı gütmeyen, çok düzenli ve sistemli çalışan oluşumları takip edip gönüllü olabilir, ihtiyaç listesindeki ihtiyaçları sağlayabilir Hepsi Burada'nın destek kartlarından, mamalarından satın alabilirsiniz. 

Kardeşleri sokakta öldürülmüş, erkeklerden, özellikle poşet ve sopa tarzı şeyler taşıyanlardan delice korkan köpek oğlum Tobiko'ya bakıyorum. Tüm köpeklerin onun kadar şımarık, tüm insanların köpek sevgisini tadabilecek kadar şanslı olmasını diliyorum, tekrar tekrar. 

Bu arada, elbette ki bugün saat 17.00'de Yenikapı "Katliam Yasasına Hayır Mitingi"ne katılmak ve ne kadar çok kişi olduğumuzu göstermemiz şart!

Yazarın Diğer Yazıları

Çocukluğumuzu canlandıran kahraman: Mark Henn

Mark Henn: Animatörler, aslında birer oyuncu ama ekranda beni değil, çizdiğim karakterleri görüyorsunuz. Karakterle ilgili sevdiğim yönleri alıp o karaktere bürünüyor ve onun yaşadığı durumlarda benim ne hissedeceğimi canlandırmaya çalışıyordum

Starsailor’ın vokali James Walsh: Kadın sanatçılar inanılmaz şeyler yapıyor ve şu an dünyayı ele geçiriyorlar

"Solo müziklerim tamamen bana ait. Benim etkilendiğim şeylerden çıkıyor lirikler. Grubun müziklerinde ise sözleri ben yazsam da, hoşlarına gitmeyen bir şey olduğunda hemen söylerler ve herkes şarkıya kendi katkısını yapar"

Lionel Boyce, The Bear'ı anlattı: Her şey bir fikir olarak başladı, ikinci sezonda gerçeğe dönüştü, peki şimdi ne olacak?

Disney+'ta yayınlanan ve yıllar sonra 2020'lere dönüp bakınca muhakkak kült diziler listesinde olacak The Bear, üçüncü sezonunda ilk iki sezonu alıp ortaya her saniyesi önemli, anlatım dili ile çıtayı çok yükseltmiş, tadı damakta kalan bir sofra kuruyor. Dizinin basın toplantısından notlar ve Marcus'u canlandıran Lionel Boyce ile sohbetimiz de üçüncü sezonun etkisi ile gerçekleşti

"
"