Geçen hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısını kınayan karar tasarısı oylandı. 141 ülke Rusya'yı kınayan tasarıyı desteklerken, sadece 5 ülke karara karşı çıktı. 34 ülke oylamaya iştirak ile çekimser oy kullandı. 13 ülke salon dışına çıkarak oylamaya katılmamayı tercih etti. Karara karşı çıkan ülkeler: Rusya, Belarus, Suriye, Kuzey Kore ve Eritre. Tabiatıyla, karar Rusya açısından ağır bir yenilgi. Başka ifadeyle, koca dünyada sadece 4 devlet Moskova'nın yanında durdu. Toplam 47 ülke ise Rusya ile Batı dünyası arasında bir tercih yapmaktan kaçındı. Çok ilginç; görüş bildirmekten kaçınan devletlerin yarısı Afrika ülkeleri.
BM Genel Kurulu kararları bağlayıcı değil, ancak siyasi ve moral değer taşıyor. Rus sokakları, Putin'in Ukrayna'ya yönelik askeri harekatının uluslararası toplum nezdinde büyük tepki topladığını, batılı ülkelerin çok ağır yaptırımlarına neden olduğunu, velhasıl, Rus halkını her açıdan çok sıkıntılı bir dönemin beklediğini idrak eder mi? Bu doğrultuda, Rus halkının Putin ekibine duyduğu güvenin derinden sarsılmasıyla, kitleler yönetim değişikliği hedefiyle sokaklara çıkar mı? Maalesef BM Genel Kurulu kararları böylesi sonuçlara yol açmıyor.
BM Genel Kurulu kararlarının ağırlığını daha iyi izah etmek üzere, sizlere Küba tecrübemden bir örnek aktarayım. 1992 yılından itibaren, her sene, kasım ayı başlarında, Genel Kurul'da, ABD'nin, Küba'ya 60 yıldır uygulayageldiği ablukanın kaldırılması yönünde bir karar kabul edilir. Bu kararı 190 civarında devlet desteklerken, sadece ABD ve İsrail karşı çıkar. Neredeyse tüm dünya tarafından uyarılan ve kınanan Vaşington, bu global mesajı almaz, ablukayı sürdürür, ABD basını ise BM kararını görmezden gelir. Öte yandan, mazlum Küba halkının, ambargonun yarattığı sıkıntılara katlanmaktan başka bir seçeneği maalesef yoktur. Dünyamızın "adil düzeni" güçlünün iradesinin doğrultusunda devam eder gider. 2015 yılında, Küba ablukasının hafifletilmesi yönünde başkan Obama'nın başlattığı olumlu politikanın bölgede barış umutlarını nasıl yeşerttiğini bugün gibi hatırlıyorum. Obama'nın bu adımları, Trump döneminin başlarında, Castro karşıtı güçlü lobinin gayretleriyle rafa kaldırıldı. Demokrat başkan Biden'ın ise, Florida sahillerinden 90 deniz mili uzaklıktaki Küba ile ilişkilere ayıracak uygun zamanı henüz bulamadığı anlaşılıyor.
Afrika ülkelerinin yaklaşık yarısının, Putin'in Ukrayna'yı istila, işgal ve ilhak hamlesini kınamaktan kaçınması, batının Afrika'ya asırlar boyunca reva gördüğü muamelenin karşılığıdır. Batılı denizci ülkeler, 16. yüzyıldan itibaren Afrikalıları silah zoruyla gemilere doldurup Amerika kıtasına ve Karayip adalarına taşımış, meta gibi satmıştır. Buralarda, kara derili insanlar köle ilan edilerek, şeker kamışı, pamuk ve hububat tarlalarında cebren çalıştırılmıştır. Köle ticaretine ancak 19. yüzyıl içinde son verilebilmiştir. Öte yandan, Batılı ülkeler, Afrika'nın tabii kaynaklarını insafsız biçimde sömürmüş, koydukları kurallara karşı gelenleri katletmiş, Namibya, Kongo ve Tanzanya'da, kurdukları düzeni muhafaza amacıyla, soykırıma dahi başvurmuştur. Sınırları sömürgeci ülkeler tarafından, keyfi biçimde çizilen Afrika ülkeleri, ancak, 1960'lı yıllardan itibaren bağımsızlıklarına kavuşmuştur. Güney Afrika'da ırk ayrımcılığı 1994 yılına kadar devam etmiştir. Batı Afrika'da, özellikle Sahel ülkelerinde, geçtiğimiz aylar içinde ortaya çıkan Fransa'ya yönelik yaygın ve derin tepkinin gerisinde, bu ülkenin sömürgeci geçmişinin yattığı görülüyor.
Afrika ülkelerini batı karşıtı yapan son askeri saldırı, 2011 yılında, Libya lideri Muammer Kaddafi'yi devirmek üzere Bingazi'de teşkilatlanan muhaliflerin talepleri doğrultusunda, Fransız ve İngiliz uçaklarıyla, İtalyan havaalanları kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmiştir. Fransa önderliğindeki batı müdahalesinin, Libya'ya sadece, siyasi kaos, iç savaş ve istikrarsızlık getirdiği bugün daha açık görülmektedir. Son 10 yıldır, cihatçı terör örgütlerinin saldırılarına maruz kalan, Mali, Nijer, Çad ve Burkina Faso'da yaşanan sıkıntıların gerisinde de, büyük ölçüde, Libya'daki kaos ve istikrarsızlık yatmaktadır.
Yukarıda özetlenen utanılacak nitelikteki tarihi olaylar ve müdahaleler ışığında, BM Genel Kurulunda yapılan oylamada, Afrika'dan 16 devlet çekimser kalmış, 9 devlet ise oylamaya katılmamıştır. Eritre, oylamada Moskova'nın yanında durarak sürüden ayrılmıştır. Batılı ülkelerin uyguladığı kapsamlı yaptırımlardan ötürü yıllarca neredeyse dünyayla ilişkisi koparılarak tecrit edilen Asmara'nın otoriter lideri Afewerki, söz konusu oy tercihi ile, yaptırımlardan duyduğu derin sıkıntıların ve rahatsızlığın cevabını vermiş, lakin, bir bakıma, Moskova'nın peykleri arasına dahil olmuştur.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle ilgili tartışmaları televizyonlarımızdan izliyor, basınımızdan okuyoruz. Farklı cephelerden, Ukrayna sınırlarını aşarak bazı şehirleri abluka altına alan, Zelenski yönetiminin düşmesi için kilometrelerce tank ve zırhlı aracı başkent Kiev civarına yığan Rusya'yı ve düşen bombalardan ötürü 2 milyon insanın evini terk etmesine yol açan insani dramı,14 gündür canlı takip ediyoruz. Gelişmeleri yorumlayan bazı emeklilerimiz ve uzmanlarımız şahit olduğumuz felaket sahnelerinin müsebbibinin Rusya'dan ziyade ABD, NATO ve Avrupa Birliği olduğunu ileri sürüyorlar. Bazı kamu oyu yoklamalarından da benzer neticeler çıkıyor. Samimiyetle itiraf edeyim, 40 yıllık dışişleri kariyerimde, Batı düşmanlığının bu derece yükseldiğine ilk kez şahit oluyorum. Ukrayna krizinin bu noktaya gelmesinde, Batılı ülke ve kurumların sorumluluk ve günahları muhakkak ki mevcuttur. Ancak Moskova'yı aklayarak cezanın Batı'ya kesilmesi Türkiye Cumhuriyetinin tarihi ve jeopolitik gerçekleriyle bağdaşmaz.
Küba'nın ve Afrika ülkelerinin yarısının, Ukrayna krizinde, Batı blokunun yanında durmamasının anlaşılabilir hikâyeleri var. Lakin, kriz nedeniyle, Türkiye'nin Batı'dan biraz daha uzaklaşması ve Rusya'yı aklamaya çalışması, üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir süreç. Vaşington ve Brüksel'in, Türk halkı bünyesinde giderek güçlenen batı karşıtlığını tarafsız biçimde ele almasının zamanı gelmiştir. Rusya karşısında, seneler sonra, birleşen ve safları sıklaştıran batının, 70 yıllık müttefiki Ankara'nın, doğu yönünde hızla uzaklaştığını görmesi, yapılan yanlışlardan geri dönmesi çok mu zordur?