Az gelişmiş veya gelişmekte olan petrol zengini ülkelerin çoğunluğu, petrol fiyatlarının yüksek olduğu dönemlerde yarının hesabını yapmaksızın, programsız harcamalar yaparlar. Petrol fiyatları düşmeye başlayınca bu ülkelerde yatırımlar yarım kalır, iflaslar başlar, bütçe açığı artar, döviz rezervleri erir. Bu tür ülkelerin başında Venezuela’nın geldiğini hepimiz biliyoruz. Bugün konumuz Venezuela değil. Ancak televizyonlarda hergün komşu ülkelere kaçan talihsiz binlerce Venezuela vatandaşını, perişan durumlarda, izledikçe üzülmeden yapamıyoruz.
Afrika’nın büyük petrol üreticileri Nijerya, Angola, Libya ve Cezayir’dir. Ekvator Ginesi, Kongo (Brazzavil), Gabon ve Çad arkadan gelir. Bugün, Nijerya ve Libya benzeri terör ve istikrarsızlık sorunları bulunmadığı halde bir türlü kalkınamayan Angola’ya dikkat çekmek istiyorum.
Angola, petrol fiyatlarının 2014 yılından itibaren 120 dolardan, bir iki yıl içinde, 30-40 dolara kadar düşmesi neticesinde ekonomik krize girdi, bütçe açığı ve dış borcu çok arttı, döviz rezervleri eridi. 2017 yılında yapılacak seçimler öncesinde, 30 yılı aşkın bir süredir Angola’nın iplerini elinden bırakmayan devlet başkanı Eduardo Dos Santos, yukarıdaki koşullarda yeniden aday olmadı. İşaret ettiği savunma bakanı Joao Lourenço devlet başkanı seçildi. Ülkenin yeni lideri iktisadi krizi aşmak ve ülke ekonomisine güven ve istikrar kazandırmak amacıyla çalışmalarını sürdürüyor. Ekonomik çabalara paralel olarak, yolsuzlukların üzerine gidiyor, şeffaf, hesap veren bir yönetim anlayışını yerleştirmeye gayret ediyor. Ülke gelirlerini çeşitlendirmek ve petrole bağımlılığı azaltmak üzere tarım ve hizmetler sektörünü teşvik ediyor.
Geçtiğimiz günlerde Lourenço yönetiminin ekonomik sıkıntıları aşmak üzere İMF’ye başvurduğu haberleri yayınlandı. İMF programı sayesinde, ülke ekonomisi sağlıklı bir yapıya kavuşacak ve gelirler çeşitlendirilecek ise, Angola’nın geleceğinden endişe duymaya gerek kalmaz. Ancak krizleri aşmak üzere İMF’nin acı reçetelerini uygulayan ülkelerin mutlu sona ulaştıkları, hele Afrika’da, nadiren görülür. Kabahatin kime ait olduğu ise tartışılır durulur. Tabiatıyla, İMF programına paralel biçimde, geçmiş dönemlerden ders çıkarmak, rüşvet ve yolsuzluk geleneğini ortadan kaldırmak, yapanlardan hesap sormak yeni devlet başkanının başarılı olması açısından kilit hamlelerdir. Birçok Afrika ülkesinde görüldüğü gibi, Angola’da da refahın tabana yayılması için yolsuzlukların gelenek olmaktan çıkması zorunludur.
Angola’yı 38 yıl yöneten Eduardo Dos Santos, geçtiğimiz yıl içinde, iktidarı bırakacağını duyurduğu dönemde, beklentiler, yerine aileden birisinin geçmesi yönündeydi. Eski liderin destek verdiği savunma bakanı Joao Lourenço, bir yıldır, iyi niyetle, krizi aşmak üzere çaba sarf ediyor, yabancı yatırımcıları ikna etmeye çabalıyor (Total, ahiren Angola’da yatırım kararı aldı). Ülke içi dengeleri sarsmadan yolsuzlukla mücadele ediyor, ancak işinin pek kolay olmadığı biliniyor.
Uluslararası toplumun yakinen tanıdığı Eduardo Dos Santos, ülke yönetimini devrettiği zaman, 20 milyar doları aşan servetiyle ülkenin en zengin şahsiyetiydi. Prenses lakaplı büyük kızı İsabel Dos Santos ülkenin 2. büyük zengini konumunda olup serveti 3 milyar dolar civarındadır. Forbes dergisinin haberine göre, halen Afrika’nın en zengin iş kadınıdır. Ülkenin 3. zengini eski başbakan, 4. zengini New York’taki eski Angola Büyükelçisi, 5. zengini ise eski bir generaldir. Fazla lafa gerek yok, zenginler listesi Angola’da devletin ne denli yolsuzluk batağının içinde olduğunu kanıtlıyor.
Yeni devlet başkanı Lourenço, devletin petrol kuruluşunun başında bulunan eski liderin büyük kızı İsabel’i bir süre sonra görevden aldı. Daha sonra, devlet fonlarından sorumlu kuruluşun yöneticisi olan Dos Santos’un oğlunu da görevden uzaklaştırdı. Yeni başkanın daha da ileri gideceği düşünülmüyor. Devlet görevlerinden bilistifade zenginleşen tüm eski yöneticilerin yakasına yapıştığı takdirde okların bilahare kendisine döneceğinin farkında. Özetle fincancı katırlarını ürkütmemesi gerektiğini iyi biliyor.
1975 yılından itibaren sömürge statüsünden çıkan, farklı dünya görüşlerini savunan üç ayrı kurtuluş örgütünün 25 yılı aşan kanlı iktidar mücadelelerine sahne olan, çatışmalar nedeniyle yarım milyon insanını kaybeden, soğuk savaş dönemi şartlarında ABD ve SSCB’nin rekabet alanı haline dönüşen Angola’nın, bu defa yaşadığı krizden kurumları güçlenerek çıkması samimi dileğimizdir.
Sömürgeci Portekiz, kendi iç şartlarının zorlamasıyla, 1975 yılında bağımsızlık için mücadele eden üç silahlı grubun temsilcileriyle anlaşmış ve Angola’dan çekilmiştir. Petrol ve elmas kaynakları nedeniyle Angola, bir yanda ABD ve ırkçı Güney Afrika, diğer yanda SSCB ve Küba olmak üzere, sosyalist ve kapitalist dünyanın çatıştığı alan haline dönmüştür. Mücadele, Irkçı Güney Afrika’nın desteklediği UNİTA lehine gelişirken, SSCB’nin desteklediği Küba Angola’ya asker göndererek MPLA’nın sahaya hâkim olmasını sağlamıştır. MPLA’nın başarı kazanmasının sonuçları ülke dışına da yansımış, Güney Afrika Namibya’dan askerlerini çekmiş ve bu ülkenin bağımsızlığını onaylamak zorunda kalmıştır (1990). Zimbabve, Mozambik ve Angola’dan gelen siyasi ve lojistik destek sayesinde, ırkçı rejime karşı mücadelede eli güçlenen Nelson Mandela önderliğindeki ANC, 1994 yılında aparteid rejiminin sonunu getirmiştir.
Küba’nın Angola’ya sağladığı destek çok sayıda araştırmaya konu teşkil etmiştir. Tabiatıyla Küba arşivlerinden yararlanılarak yapılacak bir araştırma bu ülkenin Angola’ya sağladığı olağan dışı desteğin bilinmeyen yönleriyle aydınlanmasına vesile olacaktır. Küba Angola’ya sadece asker göndermemiştir. Askeri uzmanlar yanında, doktorlar, öğretmenler, mühendisler ve inşaatçılar görevlendirmiştir. Binlerce Angolalı öğrenci Küba’da eğitim görmüştür. Angola’da yıllar içinde, görevlendirilen Kübalıların tamamının sayısı yarım milyonu aşmıştır. Angola’da hayatını kaybeden Kübalı askerlerin sayısı 4000 civarındadır. Kübalı askerlerin çekilmesi 1989 başında başlamış, 1991 Mayısında tamamlanmıştır.
Soğuk savaş döneminde doğu blokunu arkasına almak suretiyle 6000 mil uzaktaki Angola’ya 60 binin üzerinde asker göndererek savaşın kaderini değiştiren Fidel Castro’nun Küba’sı, 3-4 yıl sonra, SSCB’nin dağılmasının ardından büyük bir iktisadi çöküş yaşamış, GSMH’sı %35 civarında düşmüş, bugün bile ürpertiyle hatırlanan ‘açlık, kıtlık ve kuyruklar dönemi’ (periodo especial) yaşamıştır (1993-96). Küba yönetimi Angola için yapılan fedakârlığı sosyalist ve enternasyonalist dayanışma prensipleri şeklinde izah etmektedir.
Küba’nın desteklediği Angola lideri Eduardo Dos Santos’un, 38 yıllık yönetimden sonra, ülkenin en zengin ferdi sıfatıyla, 20 milyar doları aşan servetiyle iktidardan çekilmesi, aile fertlerinin de uyum içinde ülkenin en zenginleri listesinde yer almaları, sonunda İMF’ye başvurmak zorunda kalan Angola’nın bugünkü dramını yeterince yansıtmaktadır.
Hep merak etmişimdir: Angola’da yakınlarını kaybeden Küba’lılar, bu ülkenin zor koşullarında görev yapan Küba’lı doktorlar, öğretmenler, mühendisler ve diğerleri… Dos Santos’un serveti karşısında bugün ne düşünüyorlar acaba? Fedakârlıklarına değdi mi dersiniz?