ABD, geçtiğimiz ayın sonunda Afganistan'dan çekildi. Ama ne çekiliş! Yıllarca hatırlanacak türden. Süper gücün 1975 yılında Vietnam'dan o kaotik çekilişi ile mukayese edenler mevcut. Son 40 yıl içinde onlarca Vietnam filmi seyrettik. Önümüzdeki dönemde de ABD yapımı Afganistan maceraları Netfliks'de muhtemelen karşımıza çıkacaktır. 60 bine yakın Amerikalının hayatlarını kaybettikleri Vietnam yenilgisi ile karşılaştırma belki abartma mahiyetindedir. Ancak, esas olan hezimetlerin karşılaştırılması değil; yanlış politikadan ders alınmasıdır. Gerekli dersi çıkarmazsanız yanlışı tekrar edersiniz: Vahim olan da budur.
Afganistan yenilgisinin sonuçları ABD sınırlarını aşıyor
Biden yönetimi, Afganistan'dan çekilme konusunu iç politika açısından değerlendiriyor. Çekilmeye esas teşkil eden ABD-Taliban anlaşmasının Trump döneminde imzalandığına işaretle, demokrat yönetimin günahı olmadığını savunuyor. Hükûmet-muhalefet ilişkileri açısından, belki de Biden haklıdır. Ama önemli olan, ABD dış politikası açısından Afganistan yenilgisinin tarafsız ve partiler üstü mahiyette değerlendirilmesini yapmak, gerekli dersi çıkarmak ve uzun vadede yanlışı tekrarlamamaktır. 11 eylül 2001 saldırıları sonrasında, Başkan Bush (oğul) teröre karşı global savaş açmış, NATO'yu işe dâhil ederek Afganistan'ı kontrol altına almış, 20 yıl sonra, Taliban'ı yenemeyeceğini kavrayınca, NATO müttefiklerine layıkıyla danışmaksızın, ülkeden palas pandıras ricat etmiştir. Çekilme sürecinde, NATO üyesi ülkelerin kaygıları göz ardı edilmiş, Vaşington'un öncelikleri ağır basmıştır. Bu koşullarda, İttifakın, üyelerin ortak iradeleriyle oluşturulacak uzmanlar komitesi vasıtasıyla, Afganistan dosyasını, objektif biçimde ve derinlemesine incelemesi icap eder. Ardından ortaklaşa bir sonuca ulaşılır, yanlışlar itiraf edilir ve çıkarılan ders uluslararası topluma ilan edilir. Böyle bir çalışma, ittifakın itibarını ve inanılırlığını daha da arttıracaktır şüphesiz.
Doğunun sorunlarına batının çözümleri dar geldi
Başkan Biden, her ne kadar, ABD, Afganistan'a "ulus veya devlet kurmaya" (state building- nation building) gitmedi diye iddia etse de, Vaşington, bu ülkeye batılı bir hükûmet, batıya bakan bir ulus ve batılı bir rejim kurmaya gitmiştir. Bu amaçla batı tarzı bir ordu teşkil etmeye uğraşmış, trilyon dolar sarf etmiştir. Kabil yönetimleri, ülke gerçeklerini yansıtan idareler değil, Vaşington'un tasarladığı ve kumanda ettiği ekipler olmuş, bu vesileyle de ceplerini doldurmuştur. Doğulu bir ülkeye batıda tasarlanmış yönetimleri empoze ederseniz umduğunuz sonuçları elde edemezsiniz. ABD, Irak'ta da aynı yanlışı yapmıştır. Benzer bir yanlışın Libya'da da tekrarlanması söz konusudur.
ABD bu yanlışı hep yapıyor
Esasında, ABD dış politikasının özü, 2. Dünya Savaşı’ndan günümüze, en fazla sayıda ülkede ABD yanlısı hükûmetlerin iktidara gelmesi, bu ülkelerde ABD yatırımlarına öncelik-ayrıcalık tanınması ve büyük Amerikan firmalarının pazara hâkim olmasından ibarettir. Vaşington'un 20.yüzyıl boyunca Latin Amerika ülkeleriyle ilişkilerine bakarsanız, bu nihai hedefi çok rahat ve pek açık biçimde görürsünüz. Anılan hedefe ulaşmak üzere, bir kaç kez, Yankee ordusu veya CIA marifetiyle silahlandırılan gruplar da devreye sokulmuştur.
Irak ve Afganistan'da izlenen yanlış politikalara dair yapılacak partiler üstü bir inceleme-çalışma neticesinde ulaşılacak öz eleştiriler, mutabık kalınacak ve benimsenecek yeni prensipler, Trump döneminde hayli itibar kaybeden Vaşington'a taze kan taşıyacak, düşen kredisini yükseltecektir. Mesela, Irak savaşının müsebbiblerinden Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in yaptığı yanlış yönlendirmelerin objektif bir komisyon vasıtasıyla ortaya konması ABD'ni küçültmez, bilakis yukarı çıkarır. Batılı yönetimler Afrika'ya eleştiriler yöneltirken sürekli kıtadaki cezasızlık kültüründen yakınırlar. Bu rahatsızlığın, batılı toplumlar için de mevcut ve geçerli olduğunu kabul edelim.
11 Eylül tepkilerinde eksiklikler
11 Eylül 2001 saldırılarının ardından, ABD yönetiminin, bir yandan teröre karşı global bir savaş organize ederken, diğer yandan da saldırıya yol açan nefretin gerisinde yatan birikime ve sosyolojiye el atması ve değerlendirmeye tabi tutması beklenirdi. Birçok Arap ülkesinde, halkın, sokaklara inerek New York saldırılarını kutladığını unutmayalım. Vaşington, 11 Eylül'ün ardından, ABD'nin Orta Doğu politikalarının yol açtığı bu kitlesel nefreti görmemeyi tercih etmiş ve bölgeye yönelik dengesiz ve taraflı politikasını gözden geçirmeyi aklından bile geçirmemiştir.
Latin Amerika'da yanlışlar serisi sürüyor
Vaşington'un Latin Amerika'da izlediği politikalara baktığımızda, yine yanlışlıklarda ısrar edildiğini görürüz. 60 yıldır Küba'ya uygulanan baskı ve ambargodan hiç bir netice alınamamasına karşın, soğuk savaş dönemine ait bu köhne politika ısrarla sürdürülmektedir (Obama zamanında 2014-2016 dönemi hariç). Vaşington'un Küba politikası her sene ekim ayında BM Genel Kurulu’nda görüşülür ve 190 civarında ülkenin oylarıyla ABD yaptırımları kınanır; buna rağmen, Vaşington tüm dünyanın Küba'dan yana verdiği bu mesajı kale almaz. Venezuela ve Nikaragua'ya karşı da yıllardır benzer biçimde yanlış politikalar izlenmektedir. Bu iki ülkede, koltuklarına yapışan, muhalefeti hapse atan, başarısız Devlet Başkanları Nicolas Maduro ve Daniel Ortega'nın gitme zamanları çoktan gelmiştir. Ancak, liderlerin gelişi ve gidişi demokrasi kuralları çerçevesinde gerçekleşir; ABD'nin bu işlere müdahale etmemesi esastır.
Bir başka yanlış: Güney Sudan
Vaşington'un başka bir yanlışı içler acısı durumdaki 11 milyon nüfuslu Güney Sudan'dır. 2011 yılında düzenlenen referandum neticesinde bağımsızlığını kazanan Güney Sudan, 2013 yılından bugüne, iç savaş, etnik gruplar arası bitmeyen siyasi çekişme ve çatışma, açlık, fakirlik, yolsuzluk sarmalından bir türlü çıkamamaktadır. Sudanın sabık lideri Ömer El Beşir, 1990’lı yıllarda, ABD karşıtı politikalara rağbet göstermiş, Usama Bin Ladin'in Sudan'da ikametine müsaade etmiş, 1998 yılında Kenya ve Tanzanya'nın başkentlerindeki ABD büyükelçiliklerine düzenlenen Al-Kaide saldırılarından sorumlu tutulmuştur. Öte yandan, Darfur'da işlenen insanlığa karşı suçlardan ötürü batı dünyasının hedefi haline dönüşen Hartum yönetimi, biriken günahlarından ötürü, ABD önderliğindeki batılı ülkeler tarafından cezalandırılmış, ülke ikiye bölünmüştür. 2011 yılında, Ömer El Beşir nefreti sonucu ortaya çıkan bu genç devletin geleceğinden artık batının da umudu kalmamıştır. Sudan'ın bölünmesinde, ülkenin güneyinde yaşayan, Arap ve Müslüman olmayan vatandaşlarına, Arap dilini, dinini, kültürünü empoze etmeye uğraşan dönemin Hartum yönetimi tabiatıyla suç ortağıdır. Ancak günümüz Sudan'ı değişmiştir: Yanlış İslamcı politikaları terk etmiş, diktatör Ömer El Beşir'den kurtulmuş, demokrasi ve kalkınma mücadelesine yönelmiştir. Ama ülkesinin petrol yataklarına sahip yarısı ortada yoktur. Hartum yönetimine karşı yıllarca güneyin otonomisi uğruna mücadele veren güneyin tarihi lideri John Garang hiç bir zaman Sudan'ın bölünmesini önermemiştir. 12 yıldır Sudan'ı izliyorum; aklıma daimi takılan sual şudur: 1990’lı yıllardan günümüze derin bir Sudan düşmanlığı içinde hareket eden Vaşington yönetimi, Sudan'ın bölünmesinin yanlışlık olduğunu kabul eder mi?
Mütevazi tavsiyem, dış müdahale bağlantılı bozgunlardan ders çıkarılmasıdır. Böylelikle, Afganistan yenilgisini araştıracak bir komisyon teşkil edilir, yanlışlar ortaya konur ve tekrarı önlenir. Komisyonun gündemini genişletmesi ve Sudan'ın bölünmesini de dosyaya dâhil etmesi samimi önerimdir.