20 Kasım 2022

Roman Kahramanları dergisinin 'Kurtuluş Savaşı Romanları' dosyası

Roman Kahramanları dergisinin 52. sayısı, 'Kurtuluş Savaşı Romanları' konusunda yararlanabileceğimiz yeni bir kaynaktır bundan böyle. İlgilisine…

Roman Kahramanları, on üçüncü yılını tamamlamış ve oldukça da hacimli (192 s.) 'mevsimlik' bir edebiyat dergisidir. Okurları, Serap İlhan Asan editörlüğünde hazırlanan Roman Kahramanları dergisinin her sayısındaki özel editörlü 'dosya' konularından haberdardır. Şimdiye dek, her bir sayısında iki ya da üç dosya açılan dergi, Ekim-Kasım-Aralık 2022 tarihli 52. sayısında 'tek' dosya -dosya dışında serbest incelemeler- ile çıktı okur karşısına. Editörlüğünü Şirvan Erciyes'in yaptığı bu dosya, "Kurtuluş Savaşı/Millî Mücadele Dönemi Romanları" adıyla hazırlanmış. Çekinmeden söyleyeyim: Roman Kahramanları bu yeni sayısıyla edebiyat dergisi olmaktan çıkarak bir tür başvuru kitabı olacak gibi görünüyor.

Bu satırların yazarı olarak benim de Sahnenin Dışındakiler romanı yazımla yer aldığım dosyada yirmi dört yazı var. Bülent Kalkan'ın, tarih-edebiyat ilişkili "Kurtuluş Savaşı Romanlarına Sosyolojik Bir Bakış" yazısıyla açılan dosyada; Yakup Kadri ile Kemal Tahir, birden çok yazının konusu olmuş iki romancıdır. Dergideki 'dosya'nın her bir yazısı çoklukla yalnıza bir romana odaklanırken bazı yazılarda romancının birden çok romanına değinilmiş. Halide Edip ile Attila İlhan, ikişer romanı değerlendirilenlerdir. İlhan Tarus ve Talip Apaydın ise Kurtuluş Savaşı konulu 'üçleme' romanlarıyla girmişlerdir dosyaya. Böyle bakıldığında dergide yirmi dokuz romandan söz edilmiş demektir. Yorgos Theotokas ile Dido Sotiriyu, 'dosya' içinde romanları değerlendirilen iki yabancıdır. Bakalım dosyaya.

M. Utku Yeşilöz, "Karakter tercihinde hakkını çok kere kadınlardan yana kullanmasını, Halide Edib'in kadın olarak varoluşsal bir bakış açısı geliştirmiş olmasıyla özdeş tutmak gerekir." belirlemesiyle yazarın Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanlarını, dönemi ve yazarıyla yakınlıkla değerlendiriyor. Yeşilöz'e göre, "bu topraklara bağımsızlık getirmenin yolunu hem cephede hem de masa başında elinde kalemle" arayan Halide Edip; "Millî Mücadele safında en ateşli haliyle görünürken gericiliğe, riyakârlığa, din tüccarlığına, erkek egemen toplum yapısına olan itirazını Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanları başta olmak üzere çoğu eserinin satır aralarına yazar."

Ercüment Ekrem Talu'nun, "kendisinden önce yazılmış İstanbul-Ankara geriliminde yönünü İstanbul'a çevirmiş" Kan ve İman romanını değerlendiren Suat Baran, dönem romanlarını ölçüye vurur: "Resmi ideolojinin kurucu metni olan Nutuk'a (1927) kadar yazılmış Kurtuluş Savaşı romanları çoğunlukla Halide Edib'in çizdiği çizgi üzerinden, bazen onunla tartışarak, onu olumsuzlayarak, bazen de onunla aynı çizgide ilerleyerek devam edecektir." Baran,1922'de tefrika edilen romanı, "bir yandan da çerçeveyi kuran, şeylerin nasıl dönüştüğünü anlatmayı dert edinen, tür romanlarının olay örgüsünü belirleyen kurucu metin Halide Edib'in romanının karşısında konumlanır" yargısıyla değerlendirir.

Filmi de çekilen Dikmen Yıldızı romanıyla ilgili bir yazı, "Öyle ya, yatalak bir çocuğa insanın eli kalkar mı hiç?" sorusuyla bitiyorsa o yazının söyledikleri az çok anlaşılmıştır. Hasanali Yıldırım, rejim adına 'Kütübi Sitte' yazma görevini üstlenmiş Aka Gündüz'ün "içi fazlasıyla boş bir tirat" saydığı romanını eleştirmemiş de yazarın kendisini paylamış desek yanılmayız. Roman hakkındaki yargı açık ve net: "Aka Gündüz de Dikmen Yıldızı'nda bir o kadar karakterlerinde insani ayrıntılardan, anlattığı olaylarda yaşanmışlıktan uzak, sipariş veya ikbal beklentisi yüklü, edebî açıdan zayıf ve tesirsiz bir metin kaleme almıştır." Yıldırım'ın, "Lafazanlıkla yoğrulu telmaşa bir vatanperverlik." cümlesiyle özetlediği romanı eleştirirken kullandığı "sipariş veya ikbal beklentisi" ibaresine dikkat edilmeli derim. Ben de "Ulusun inşasında kanon ve estetik arasında edebiyat eğitimi" (Aynadaki Rüya, 2013) ve burada yayımlanan "Cumhuriyet rejiminin ideolojisinin edebiyatı" yazılarımda değinmiştim konuya. Derginin 56. sayısının muhtemel 'dosya' konusuna giriş diyelim biz buna.

Gonca Arkon Tekinel, rejimin romancısı Yakup Kadri'nin, "Milli Mücadele yıllarında İstanbul'daki alafranga kesimin ülkenin durumuna nasıl kayıtsız kaldığı ve ahlaki bir çöküşe nasıl sürüklendiği"ni işleyen Sodom ve Gomore romanını, romanın "pasif bir aydın" karakteri Necdet ve bir de İstanbul'un Anadolu gerçeğine duyarsız Batılı semtleriyle ilişkilendirerek değerlendirmiştir. Fırat Kargıoğlu da "baştan sona politik/ideolojik bir metin" dediği Yaban romanını değerlendirirken, halkını 'hayvan' seviyesinde gören başkahraman Ahmet Celal üzerinden eleştirir romanı. Kargıoğlu yazısında romanın karakterinden hareketle aydının toplumsal yaşamdaki duruş yerini tartışmaya açar ki bu da başka romanlar üzerinden ayrıca tartışılmaya değerdir.

Ankara'nın, Yakup Kadri'nin romancılığında önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Ankara, yalnıza Kurtuluş Savaşı romanı değil, Cumhuriyet romanı olarak da dikkate alınması gereken bir romandır. Bir adım daha ileriye giderek yüz yıllık rejim; Ankara romanı üzerinden okunabilir, okunmalıdır diyebilirim. Bugünkü Kemalistlerin önemli bir eksikliği de Yakup Kadri (Yaban, Ankara, Panorama) okumamaktır bence. Salih Dizdar'ın romanı değerlendiren kapsamlı yazısından üç cümle alıyorum: " Romanın iki temel çatışma üzerinden kurgulandığını söyleyebiliriz. Bu çatışmaların ilki Millî Mücadeleye destek verenlerle kayıtsız kalanlar arasındaki çatışmadır. İkinci çatışma ise yeni kurulan Cumhuriyet'in aydınlarının hayatı üzerinden yanlış Batılılaşanlarla ideal Batılılaşmayı yaşayanlar arasındaki çatışmadır." Buradaki 'yanlış Batılılaşanlar' ifadesinin Türkçesi, 'uğruna savaştığı değerleri satan çıkarcılar' olmalıdır. Romanla ilgili bir yazım ("Yakup Kadri'nin Ankara Rüyası Nasıl Yorumlanmalı?" (Kurmaca ve Gerçeklik, 2014) için araştırırken gördüm ki 'kurtuluş' için Mustafa Kemal ile silah arkadaşlığı yapanlar, 'kuruluş' aşamasında yönetim görevlerinden ayrılarak şirketler kurup, Ankara'nın imarı için çağrılan yabancılarla işbirliği yaparak para kazanma yolunu seçmişler. Meşrutiyet iktidarında köşe dönenler gibidir Selma'nın kocası yozlaşmış çıkarcı millici Binbaşı Hakkı Bey de.

Serveti Fünun romancısı, "edebiyatın yüksek irtifalarına ulaşmış"  Mehmet Rauf'un, "Cumhuriyet döneminde ağırlıklı olarak ürettiği ucuz edebiyat" metni Halas romanını değerlendiren Şener Şükrü Yiğitler, romanı; yazarın külliyatında "benzeri olmayan bir eser" olarak görür. Asker kökenli yazarın romanında, "doğal olarak pek çok ideal asker boy gösterir." Mehmet Rauf da durumdan vazife çıkararak "düvel-i muaazzamaya söz söylemeyi Lozan Antlaşması ve çeşitli paktlar sonrası uygunsuz" bulduğundan "Yunanlıları 'baş düşman' ve 'milli kin ve intikam' hislerinin hedefi olarak işlemekten çekinmez" yazarken.

Mithat Cemal Kuntay'ın, "toplumsal yaşama ait normların baş aşağı edildiği, kutsallara dokunulduğu, resmi olan veya olmayan hiyerarşik yapıların alaya alındığı mizah ve ironiyle kurulan bir oyun dünyası" olan Üç İstanbul romanını değerlendiren Bayram Sarı, "yükselme, sınıf atlama hırsı, ahlaki değerleri ayaklar altına almasına neden ol"an Abdülhamit karşıtı çıkarcı Adnan'ı öne çıkarır yazısında ve iktidar yandaşlarına dikkat çeker.

Özlem Fedai, "toplumcu gerekçi" yazar Kemal Tahir'in, "yüz yıl evvel yaşadığımız, bugün adeta yabancılaştığımız bir işgal hadisesinin getirdiği travmayı, roman ve tarihin işbirliğini sergileyerek" anlatan Esir Şehrin İnsanları romanını değerlendirirken romanda, "başkahraman Kamil Bey'in şahsında, bir Türk aydınına düşen görevler de sıralanmıştır" der. İsmail Şen, adından çokça söz edilmiş Yorgun Savaşçı romanı için "Millî Mücadelenin hikâyesini anlatmaz, onun hemen öncesini, savaşın sosyolojik altyapısının oluşma sürecini anlatır" yargısıyla romanın aldığı ödüle ve ekranlara yansıtılış öyküsüne de vurgu yapmıştır.

"Siyasal yelpazenin solunda, her daim muhalif kimliğiyle durmuş bir yazar" İlhan Tarus'un Kurtuluş Savaşı üçlemesindeki Var Olmak, Vatan Tutkusu ve Hükümet Meydanı romanlarını değerlendiren İbrahim Dizman, yazarın romanlarının onun politik/ideolojik görüşünden bağımsız okunamayacağını özellikle vurgular. Dizman'a göre adı geçen 'üçleme' romanlar, "Kurtuluş Savaşı'na ilişkin bir insan resmigeçidi gibi de okunabilir. Direnişçisi, isyancısı, askeri, bürokratı, kahramanı, korkağı…"

Küçük Ağa, ilk kez 1963'te yayımlanmışken "12 Eylül 1980'deki askeri müdahale ardından gördüğü rağbet daha da art"mış bir romandır, bunun böyle olmasında "80 darbesinin sonrasında Türkiye'de revaçta olan Türk-İslam sentezi" önemli rol oynamıştır. Tarık Buğra'nın, öncekilerin "benzeri bir karşıtlık ilişkisine indirgemez" oluşuna vurguyla romanı değerlendiren Alkan Özdemir, "Kurtuluş Savaşı'nı konu edinen romanlar içinde savaşa karşı konumlanmış karakterlerin dünyasına yakından bakışıyla türün diğer romanlarından ayrılır" dediği romanı, içeriğiyle olduğu kadar etkisiyle de gündeme getirir.

Kurtuluş Savaşı konulu 'dosya' içindeki tek manzum metin Nazım Hikmet'in Kuvâyı Milliye Destanı'nı değerlendiren Altay Ömer Erdoğan, "epik manzume" hakkında bilgiler verirken, şairin dönem içindeki tutumuyla kendisine yönelik eleştirilere de dikkat çeker.

Melih Yıldız, "otobiyografik özellikler taşıyan" romanlardan biri Öksüz Musa'yı, yazarı Hasan İzzetin Dinamo'nun yaşamıyla aynı izlekte tanıtır. Yıldız'a göre, Dinamo, "kendisinin bizzat şahitlik ettiği olaylarla" bu romanında "kimsenin görmediği, savaşın kimsesiz, aç sefil bıraktığı çocukların hayatını kaleme alır." Öksüz Musa benzeri bir roman da Leonis'tir.  Münire Çalışkan Tuğ, anılan savaşın tanığı Yorgos Theotokas'un otobiyografik romanı Leonis değerlendirmesinde, roman için "20.yüzyılın çocukluğunu, onun çocukluktan ilk gençliğe geçişini, ilk gençlik yıllarını, bu yılların krizinin en canlı dönemini anlatıyor" der.

Talip Apaydın'ın 'köy romancısı' olmak nedeniyle edebiyat ortamında karşılaştığı olumsuzlukları özellikle vurgulayan Alper Akçam, yazarın üçlemesi Toz Duman İçinde, Vatan Dediler ve Köylüler romanlarını, "o savaşın en çok etkilediği kitle olan köylülüğün durduğu yerden, sanatla hayatın buluştuğu o birbirine teğet geçen çizgiden, çok geniş ufuklu bir yazınsal gerçekli sunar bize…" önceliğiyle değerlendirir.

"Millî Mücadeleyi, Cumhuriyet'in kuruluşunu, ardından gelen inkılapları bütün kalbiyle desteklediği çok bariz" Halide Nusret Zorlutuna'nın Aşk ve Zafer romanını değerlendiren Serap Akpınar'a göre roman, "bir aşk hikâyesinden daha çok Millî Mücadele yıllarını anlatan, okura millî duygular aşılamayı hedefleyen didaktik bir anlatıya dönüşür."

Ayşe Kulin'in, Esir Şehirde Bir Konak beşlemesinin ilk kitabı, "Mondros Ateşkes Antlaşması'nın yedinci maddesi uyarınca, İtilaf devletleri tarafından işgal edilen ülkenin, özellikle de İstanbul'un bir panoramasını" çıkaran Veda romanını değerlendiren Dilek Üstündağ, romanın "sürükleyici bir kurguyla merak uyandıran" anlatımına da dikkat çeker.

Roman Karamanları dergisinin 'doysa' editörü Şirvan Erciyes, "topluma ve tarihe sosyalist dünya görüşü üzerinden bak"an Dido Sotiriyu'nun Benden Selam Söyle Anadolu'ya romanını, yazarın doğduğu Şirince ile ilişkilendirerek değerlendiriyor. Türkçeye çevrilirken sansürlenen romandan hareketle Osmanlı topraklarındaki bir arada yaşamanın pek de kolay olmadığına dikkat çeken Erciyes'in Şirince vurgusu, Sabahattin Ali'nin "Çirkince" (Sırça Köşk) öyküsünü yerli yerine oturtuyor. Boyalı Kuş karşılaştırması da önemli bir ayrıntıdır.

Yazısının başlığında iki romanın adı geçen Selin Işık Orhuntaş Deniz, romanları öne çıkarmak yerine Attila İlhan genellemesi yapmış görünüyor. Ümit Erdem'in Refik Halit Karay'ın Çete romanını özetlemesine benzer biçimde Serkan Parlak da Hıfzı Topuz'un, "Kurtuluş Savaşı'nın çok az değinilen yeraltı örgütleri ve ajanlarının ortaya çıkış hikâyeleri, çalışmaları" ağırlıklı Milli Mücadelede Çamlıca'nın Üç Gülü romanını değerlendirmiştir.

Andığım yazılarda adı geçen romancıların pek çoğunun, yaşanılan olayların tanığı olmalarının, romanlarında otobiyografik yönlerin öne çıkmasına neden olduğu anlaşıyor. Öğrendikleri tarihi, kurgulayanlar da var elbette. Neyse ki onların yazdıkları nesnel tarih değil de edebiyatın kurmaca metni. Dosya editörü, "dönemi konu edinmiş romanların tamamına yer vermemiz elbette mümkün değildi" derken haklıdır ancak kendi adıma Yeşil Gece romanıyla Reşat Nuri adını 'dosya' içinde görmek istediğimi belirteyim.

Sonunda yeni bir devletin kurulmasına ortam hazırlamış Kurtuluş Savaşı, edebiyatın değişik türdeki metinlerine yansımıştır. Bu bağlamda söz konusu 'roman' olunca yaygınlık alanının genişlediği açıktır. Roman Kahramanları dergisinin 52. sayısı, 'Kurtuluş Savaşı Romanları' konusunda yararlanabileceğimiz yeni bir kaynaktır bundan böyle. İlgilisine…

Hasan Öztürk kimdir?

Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978).

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı.

Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı.

Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır.

Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

1959’dan günümüze Yusuf Atılgan üzerine yazılar kitabı ve eleştiride ‘özür’ beyanı

Edebiyat ortamında Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarıyla kendisine özgü bir yer edinmiş az yazan Atılgan, bundan böyle çok okunur mu, üzerinde durulmaya değer. Atılgan, kendi okurluğuyla yazarlığını “Okuyacak bunca güzel kitap varken yazarak ne diye canımı sıkayım,” sözüyle anlatmıştı, bu içtenliği umarım kendisine olumlu geri dönüş olur

Halit Ziya, roman, dizi, yeniden "Aşk-ı Memnu" ve "edebiyatta ahlak" meselesi

Halit Ziya'nın, Aşk-ı Memnu romancısı olmaktan çok daha başka bir şey oluşu gibi Servet-i Fünun da yalnızca bir "dergi" ya da "edebi topluluk" değildir

Oya Baydar ve Türkiye coğrafyasında "ormanı yanmış ayılar" olmak

Oya Baydar, André Green'in "hayat malzemesinin edebi malzemenin hizmetine sunulmasının" yaşayan bir örneği olarak "aşkın bir işlev" ilkesiyle yazmıştır. Rilke, "Yazmanız diyelim ki yasaklandı, ölür müydünüz o zaman ya da yaşar mıydınız eskisi gibi, bunu açıklayın kendi kendinize" sorusunu genç şaire değil de henüz "ormanı yanmış ayılar" grubuna dâhil olmamış Oya Baydar'a sormuş olsaydı ondan alacağı karşılık tartışmasız, "Evet, yazamasam ölürüm ya da eskisi gibi yaşayamam" olurdu. Bu durumda sorun, yakılan orman ve ortalık yerde kalan ayılar/mı/dır?

"
"