30 Temmuz 2022

Ve Tanrı kadını yarattı

İstanbul Sözleşmesi'nin feshinin bayraktarlığını yapan bazı çevrelerin şimdi de, "çocukların cinsel suistimal ve cinsel istismara karşı korunmasına ilişkin Lanzarote Sözleşmesi"ni hedef tahtasına koydukları anlaşılıyor. Bu söylentiler BM raportörü Alsalemin de kulağına gitmiş olmalı ki basın toplantısında böyle bir tehlikeye kendisi de dikkat çekti...

Roger Vadim'in yönetmenliğini yaptığı, vizyona girdiği her yerde büyük ses getiren, "Ve Tanrı kadını yarattı" filmini hatırlarsınız. Brigitte Bardot, kendisini zirveye taşıyan bu filmde, yetimhanede yetişip küçük bir sahil kasabasına yerleşen Juliette'i canlandırır. Juliette eğlenmeyi ,gezip tozmayı seven, bütün erkeklerin peşinden koştuğu 18 yaşında güzel bir genç kız. Film her ne kadar birçok ülkede erotik bulunarak kilisenin tepkisini çekmiş olsa da, yönetmen Vadim, bu filmde asıl kadının toplumsal yerini çeşitli boyutlarıyla işleyerek, içine düştüğü çıkmazı farklı bir şekilde sorguluyor.

Tanrı, kadını galiba biraz da çile çekmesi için yaratmış. Dünyanın neresinde, hangi yaşta ve konumda olursa olsun, kadının çilesi bitmek tükenmek bilmiyor. Afganistan'daki kadınların başına gelenleri, iki ay kadar önce "Taliban, feminist dış politikanın neresinde?" başlıklı yazımda uzun uzun anlatmıştım. Son günlerde Taliban'ın kadınlara yaptığı zulme bir de çalışan kadınların işlerinden çıkarılarak evlerine gönderilip, yerlerine erkek akrabalarının alınması eklendi.

Nepal'de bir Kumari / Hindistan'da 'sati'nin çizimi / 'Saray'daki bir kumari 

Hindistan'da "Sati ve Drahoma"

"Sati ve drahoma", Hindistan'daki kadınların korkulu rüyası . Bir süre öncesine kadar "sati" adı verilen töre gereğince, kocası ölen ya da yeterince drahoma (çeyiz)getirmeyen Hintli kadınlar, diri diri yakılarak öldürülebiliyordu. Hükümetin çıkardığı onca yasaya rağmen, hala da bu vahşet tamamen ortadan kaldırılabilmiş değil. Geçen yıl bu şekilde hayatlarını kaybeden kadınların sayısı 2 bin 500üi bulmuş. Hindistan'da kadının adı yok.

Nepal'in Kumarileri

Nepal'de, yaşayan Tanrıça olarak nitelenen Kumarilerin de ilginç bir öyküsü var. Hindu ve Budist inancına göre Tanrıça Taleju, Kumarilerin vucudunda yeniden hayat bularak Nepal halkını kötülüklerden koruyor. Kumariler, Shakya kastına mensup, 2-5 yaş arası kız çocuklar arasından rahipler tarafından seçiliyor. Kumari adaylarının saçlarının siyah, gözlerinin çekik, dişlerinin beyaz, tenlerinin parlak olması, vücutlarında yara bere izi bulunmaması gibi 32 kriteri karşılaması gerekiyor. Bu özelliklere sahip adaylar, bir gece boyunca kesik hayvan başlarının yerleştirildiği karanlık bir odada tutularak korku testinden geçiriliyor. Bu zorlu süreç sonunda seçilen Kumarilerin çilesi burada da sona ermiyor. Ergenlik çağına kadar iki katlı saray benzeri bir tapınakta tek başlarına yaşıyorlar. Yılda sadece birkaç kez dışarı çıkmasına, günün belirli saatlerinde de penceresinin gerisinden halkı ve turistleri selamlamasına izin veriliyor. Güven mektubumu sunmak için 2003 yılında Katmandu'yu ziyaret ettiğimde, ben de o tarihteki Kumariyi uzaktan görme imkanı bulmuştum. Yüzündeki o mahzun ifadeyi hiç unutmuyorum.

Uzak doğunun bir çok ülkesinde kadınlar hala masaj salonlarında seks kölesi olarak çalışmaya zorlanıyor. Japonya'da geyşalar erkeklerini memnun edebilmek için yıllarca varını yoğunu ortaya koydular. Bugün bile evli kadınların çalışmasına pek sıcak bakılmıyor.

Suudi Arabistan'da kadınların araba kullanmalarına yeni yeni izin verildi. Ama henüz bisiklete binemiyorlar. Kocalarının izni olmadan yurt dışına seyahat edemiyorlar. İran'da kadınların başlarını örtmeden sokağa çıkmaları yasak. Bu listeyi daha da uzatmak mümkün.

Türkiye'de kadınlar

Türkiye'de ise kadınların en büyük derdi, aile içi şiddet ve kadın cinayetleri.

Geçen hafta Danıştay 10.Dairesi, kamuoyunda, "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen," Kadına Yönelik Şiddet Ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi"nin feshine ilişkin, 20 Mart 2021 tarihli cumhurbaşkanı kararının iptal istemini reddetti. Karar 2'ye karşı, aralarında bir de kadın yargıcın bulunduğu 3 oyla alındı. Sözleşme'yi ilk imzalayan, ilk onaylayan Türkiye, bir ilke daha imza atarak, 1 Temmuz tarihi itibariyle de Sözleşme'den çekilen ilk ülke oldu. Hem de imzasına ev sahipliği yaptığı İstanbul'la özdeşleşmiş bir sözleşmeden.

Nedense uluslararası olumsuz yansımalara gebe olabilecek kararların zamanlamasını ayarlamakta da üstümüze yok. Danıştay'ın son kararı, tam da Birleşmiş Milletler'in kadına karşı şiddetin nedenlerini ve sonuçlarını incelemekle görevli özel raportörü Ürdünlü Reem Alsalem'in, Türkiye'ye ayak bastığının ertesi günü açıklandı. Tıpkı ,1994 yılında DEP milletvekillerinin TBMM'den yaka paça götürülmesinin, Viyana'da AGİT Parlamenter Asamblesinin(AGİT-PA) yıllık genel kurul toplantısına rastlaması gibi. O toplantıda meslek dayanışmasına giren AGİT-PA üyesi milletvekilleri, Türkiye aleyhinde zehir zemberek bir karar kabul etmişlerdi.

Ürdünlü Alsalem'in nasıl bir rapor hazırladığını, seneye İnsan Hakları Konseyi Toplantısı'na sunulduğunda görebileceğiz. Ancak, Türkiye'den ayrılmadan önce basın mensuplarıyla yaptığı toplantıdaki ifadeleri raporun pek de parlak olmayacağının işaretlerini veriyor. Bu vesileyle raportör Alsalem'in açıklamalarından Türkçede "Gender equality" karşılığı kullanılan "toplumsal cinsiyet eşitliği" sözlerinin Aile Bakanlığı'nın lugatinden çıkarılmış olduğunu da öğrendik. Herhalde cinsiyet, cinselliği çağrıştırdığından ahlaka mugayyir bulunmuştur.

Eğitim seviyesini yükseltip zihniyet değişikliğine gidilmeden de ne yapılırsa yapılsın kadına karşı şiddetin önlenmesi mümkün olmayacak gibi görünüyor. Kadını, at ve silahla aynı kefeye koyan, erkeklerinin, "kadın kısmı halı gibidir, süpürdükçe güzelleşir", "kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin" deyişleriyle büyüdüğü bir toplumda İstanbul Sözleşmesi de yaşatmaz, eylem planları da işe yaramaz.

İşin daha vahimi, İstanbul Sözleşmesi'nin feshinin bayraktarlığını yapan bazı çevrelerin şimdi de, "çocukların cinsel suistimal ve cinsel istismara karşı korunmasına ilişkin Lanzarote Sözleşmesi"ni hedef tahtasına koydukları anlaşılıyor. Bu söylentiler BM raportörü Alsalemin de kulağına gitmiş olmalı ki basın toplantısında böyle bir tehlikeye kendisi de dikkat çekti. İstanbul Sözleşmesi'ne geri dönelim derken, sakın ola bir de "Lanzarote Sözleşmesi"nden çıkmayalım. Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmayalım.

Hasan Göğüş kimdir?

Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.

Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.

Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.

Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Nerede kaldı Avrupa Birliği’nin ortak dış ve güvenlik politikası?

Bugün gelinen noktada AB’nin ortak bir dış politikasından bahsetmek mümkün değil. Kıbrıs ve Yunanistan’la ilişkiler babında Türkiye’yi kınamak haricinde hiçbir konuda ortak politikalar üretilemiyor. İsrail’in Gazze’deki katliamları, Suriye, Ukrayna gibi Avrupa güvenliğini doğrudan ilgilendiren sorunlarda sessiz kalıyorlar. Esasen uzun bir süredir can çekişmekte olan ortak dış ve güvenlik politikasına 1 Temmuz’da AB dönem başkanlığını devralan Orban’ın Macaristan’ı son noktayı koydu

Suriye sarmalında kırk yıllık kani olur mu yani?

Türkiye’nin işi o kadar kolay değil. Suriye’nin Afganistanlaşması, Güneyimizin Peşavirleşmesine yol açabilir. HTŞ’nin içerisinde çok sayıda cihatçı gruplar yer alıyor. Bu grupların HTŞ’ye egemen olması halinde YPG/PYD’nin terör koridorunu önleyelim derken güney sınırlarımızda HTŞ’nin oluşturacağı bir terör koridoru ile karşılaşmamız pekâlâ mümkün

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

"
"