21 Aralık 2024

Nerede kaldı Avrupa Birliği’nin ortak dış ve güvenlik politikası?

Bugün gelinen noktada AB’nin ortak bir dış politikasından bahsetmek mümkün değil. Kıbrıs ve Yunanistan’la ilişkiler babında Türkiye’yi kınamak haricinde hiçbir konuda ortak politikalar üretilemiyor. İsrail’in Gazze’deki katliamları, Suriye, Ukrayna gibi Avrupa güvenliğini doğrudan ilgilendiren sorunlarda sessiz kalıyorlar. Esasen uzun bir süredir can çekişmekte olan ortak dış ve güvenlik politikasına 1 Temmuz’da AB dönem başkanlığını devralan Orban’ın Macaristan’ı son noktayı koydu

Hafta içerisinde Suriye’deki son gelişmelerle uluslararası toplumun ilgisinin arttığı Türkiye’nin kapısını çalanlar arasına bu kere Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen de katıldı. Von Der Leyen beş senedir bu koltukta oturuyor. 1 Aralık’ta AB’nin yönetimini yeni isimler devraldı. Çok başarılı olduğundan mı, yoksa yerine başka birisi üzerinde uzlaşı sağlanamadığından mı, bilmem; Von Der Leyen bir beş yıl daha görevinde kaldı.

Almanlar cimriliği ile meşhurdur ama misafirimiz alicenaplık etmiş, eli boş gelmemiş, beraberinde 1 milyar euroluk bir çekle geldi. Herhalde kapalı kapılar ardındaki görüşmelerinde Trump’tan bir gün sonra o da ev sahibine övgüler yağdırmayı ihmal etmemiştir.

AB üyelerinin ortaklıkları

Avrupa Birliği, bu ismi aldığı Maastrich Anlaşması’ndan önce Türk kamuoyu nezdinde uzun süre “Ortak Pazar” olarak bilinirdi. Hatta AB’ye çekingen yaklaşanlar, gümrük birliği imzalandığında “onlar ortak biz pazar” söylemini geliştirdiler. Zaman içerisinde AB kendi içerisinde bütünleşmeyi derinleştirdikçe ortak para birimine, ortak vize uygulamasına geçildi, ortak merkez bankası kuruldu.

AB’nin ortak dış ve güvenlik politikası

En önemli ortaklık ise, 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanan Maastrich Anlaşması’nda AB’nin dayandığı üç sütundan biri olarak kaydedilen ortak dış ve güvenlik politikasının (ODGP) kabulü ile gerçekleşti. AB’nin ortak dış ve güvenlik politikalarından sorumlu yetkilisine “Yüksek Temsilci” deniyor. Halen Estonya’nın eski başbakanı Karya Kallas’ın oturduğu bu koltuğun AB içerisinde ayrı bir statüsü ve ağırlığı var. Yüksek Temsiciler, her ay bir araya gelen üye ülkelerin Dışişleri bakanlarından oluşan Konsey toplantılarına başkanlık ediyor.

AB ortak beyanlarına katılım

ODGP Avrupa’nın siyasi bütünleşmesinin sağlanması için büyük beklentilerle uygulamaya konuldu. Uluslararası kuruluşlarda üye devletlerin tek tek söz almasına son verilerek AB adına dönem başkanı temsilcisince tek bir ortak beyan yapılmaya başlanıldı. Hazırlanmasına katkıda bulunmalarına izin verilmeyen aday ülkeler de AB beyanlarına katılmaya teşvik edildi. Hatta bu beyanlara katılım oranları neredeyse adaylık kriterlerinden biri haline geldi. AB üyeliği iştahımızın kabardığı yıllarda ne kadar çok AB beyanlarına katılırsak o kadar çabuk AB’ye üye olacağımız gibi bir yanılgıya kapıldık. Dışişleri Bakanlığı’nın AB biriminde bir kıdemli bir diplomat sırf bu işle görevlendirildi. AB beyanlarına katılmama kararı yetkisi dairelerden alınarak sadece Bakanlık Müsteşarına verildi. O dönemde AB beyanlarına katılma oranımız biraz da bu zorlamalarla yüzde 90’ların üzerine çıktı. Bu arada ODGP’ye uyum sevdasıyla dış politikamızla uyumlu olmayan bir sürü AB beyanına katıldık. Özbekistan’daki insan hakları ihlalini kınayan bir AB beyanına taraf olmamız, başımıza dert açtı. Bu ülkeyle ilişkilerimiz fena halde bozuldu. Kerimov ölene kadar da Özbekistan’la aramız düzelmedi. Herhalde AB’den ümit kesmiş olmalıyız ki AB beyanlarına katılım oranımız bugünlerde yüzde 5 seviyesine düşmüş.

İflas eden ODGP

Bugün gelinen noktada AB’nin ortak bir dış politikasından bahsetmek mümkün değil. Kıbrıs ve Yunanistan’la ilişkiler babında Türkiye’yi kınamak haricinde hiçbir konuda ortak politikalar üretilemiyor. İsrail’in Gazze’deki katliamları, Suriye, Ukrayna gibi Avrupa güvenliğini doğrudan ilgilendiren sorunlarda sessiz kalıyorlar. Esasen uzun bir süredir can çekişmekte olan ODGP’ye 1 Temmuz’da AB dönem başkalığını devralan Orban’ın Macaristan’ı son noktayı koydu. Roma Statüsüne taraf olmasına ve Yüksek Temsilci Borrel’in aksi yöndeki açıklamalarına rağmen AB Dönem Başkanı Orban, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 21 Kasım’da aldığı Netanyahu’nun tutuklanması emrine uymayacağını ilan etti. Bir de alay eder gibi Netanyahu’yu Macaristan’a resmi ziyarette bulunmaya davet etti.

AB Orta Doğu’daki sorunlar için de ortak politikalar geliştirmekten çok uzak. Almanya ve Avusturya sırtlarındaki tarihi kambur nedeniyle ne yaparsa yapsın İsrail’e toz kondurmazken, İspanya, İrlanda, Malta ve Slovenya İsrail’in Gazze’deki soykırımına tepki olarak bu yıl başında Filistin’in bağımsızlığını tanıyan ülkeler arasına katıldılar.

AB’nin evlere şenlik bir başka çelişkisi ise 6 Kasım’da Bişkek’te yapılan Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesi’ne KKTC’nin gözlemci olarak katılmasını kınanmasında yaşandı. Bu kınama açıklandığında Bişkek’teki toplantıda Dönem Başkanı Orban da gözlemci olarak AB’nin kınadığı KKTC Cumhurbaşkanı Tatar ile aynı masada dirsek dirseğe oturuyordu.

ODGP sütununun çökmesinde diplomaside anlaşmazlık durumlarında her zaman uzlaşı sağlayan yazımlar üretmekte mahir diplomatlara sahip olan İngiltere’nin AB’den ayrılmış olmasının da payı bulunuyor. Öte yandan AB’nin itici güçleri Almanya ve Fransa siyasi istikrarsızlıklarla çalkalanıyor. Her iki ülkede de arka arkaya hükümetler düştü. Merkel ile Sarkozy arasındaki uyum ve iş birliği Macron ile Scholz arasında yok. Gerek Fransa gerek Almanya bırakın ODGP’yi ,ulusal dış politikayı umursayacak durumda değiller.

Çok sıfat, az fiil

AB içerisinde serbest dolaşım da tehlikede. Sınır kontrollerine ufaktan yeniden başlayan ülkeler var. ODGP’nin amaçları arasında sayılan insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasinin geliştirilmesi deseniz, çoktan rafa kalkmış durumda.

1999-2004 yılları arasında AB’nin dış ilişkilerinden sorumlu komiseri olarak görev yapan İngiliz politikacı Chris Patten, ODGP’yi “birçok sıfat, ama çok az fiil “olarak tanımlamış. Chris Patten bugün ODGP’yi tanımlayacak olsa ortalıkta sıfat da bulamazdı.

Hasan Göğüş kimdir?

Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.

Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.

Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.

Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor.

Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" ve köşe yazılarını topladığı İdeal Kitap'tan yayımlanmış "Diplomasi Yazıları" isimli iki kitabı bulunmaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye sarmalında kırk yıllık kani olur mu yani?

Türkiye’nin işi o kadar kolay değil. Suriye’nin Afganistanlaşması, Güneyimizin Peşavirleşmesine yol açabilir. HTŞ’nin içerisinde çok sayıda cihatçı gruplar yer alıyor. Bu grupların HTŞ’ye egemen olması halinde YPG/PYD’nin terör koridorunu önleyelim derken güney sınırlarımızda HTŞ’nin oluşturacağı bir terör koridoru ile karşılaşmamız pekâlâ mümkün

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

“Amerika’yı seversen, İsrail’i sevmek zorundasın”

Kesin olan bir öngörü varsa, o da Trump 2.0’ın İsrail’e olan desteğinin her hâl ve kârda artarak devam edeceğidir. Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en fazla başını ağrıtacak konuların ilk sıralarında da İsrail ile ilişkiler, Filistin meselesi ve Hamas konusundaki görüş ayrılığı gelecek gibi görünüyor

"
"