14 Aralık 2024

Suriye sarmalında kırk yıllık kani olur mu yani?

Türkiye’nin işi o kadar kolay değil. Suriye’nin Afganistanlaşması, Güneyimizin Peşavirleşmesine yol açabilir. HTŞ’nin içerisinde çok sayıda cihatçı gruplar yer alıyor. Bu grupların HTŞ’ye egemen olması halinde YPG/PYD’nin terör koridorunu önleyelim derken güney sınırlarımızda HTŞ’nin oluşturacağı bir terör koridoru ile karşılaşmamız pekâlâ mümkün

ABD’nin seçilen başkanı Trump, 20 Ocak’ta yönetimi devralmaya hazırlanıyor. Kendisi gibi adli sicil dosyası kabarık isimleri de dahil ettiği kabinesini hemen hemen tamamladı gibi.

Bir taraftan da 5 Kasım’dan bu yana dünya sahnesinde önemli gelişmeler yaşanıyor. Rusya Ukrayna’ya yönelik saldırılarını artırdı. Nükleer başlık taşıyabilen hiper sonik balistik füzeler fırlatmaya başladı. İsrail, Gazze yetmezmiş gibi gözünü Filistin dışında başka ülkelere çevirdi. Geçen haftada muhalifler 13 yıllık mücadeleden sonra 27 Kasım’da başlattıkları taarruz harekatıyla Esad’ı devirerek Şam’a girdi. Sanki herkeste, “Bu Trump’ın sağı solu belli olmaz, elimizi çabuk tutalım, o gelmeden işimizi bitirelim” havası var.

Orta Doğu’da devrilen diktatörler

Bizim nesiller, Orta Doğu’da dört diktatörün çöküşüne şahit oldular. Önce 1979 yılında bir asırlık Pehlevi hanedanlığına son veren Humeyni Devrimi’ni gördük. Son Şah Muhammed Rıza Pehlevi çareyi Sedat’ın davetiyle Mısıra sığınmakta buldu. Irak’ta yüzbinlerin ölümüne sebep olan Saddam Hüseyin 2003 yılında Irak’ı işgal eden Amerikalılar tarafından önce devrildi, sonra da 2006 yılında idam edildi. Libya’da Muammer Kaddafi diğer diktatör meslektaşları kadar şanslı değildi. 2011 yılında patlak veren iç savaş sırasında linç edilerek öldürüldü. 8 Aralık’ta da Heyet-i Tahrir el Şam (HTŞ) öncülüğündeki muhalefet Suriye’de 61 yıllık Baas rejimine son verdi. 10 milyonun üzerinde insanını sığınmacı konumuna düşüren Esad ve ailesi sonunda kendisi Rusya’da sığınmacı oldu.

Eli sopalı stratejistler

Ne zaman bir askerî harekât olsa sopayı kapan soluğu televizyonlarda alıyor. Sopaya ne kadar meraklı bir bir milletmişiz. Herhalde çocukken çelik çomak oynayarak büyümüş olmamızdan kaynaklanıyor. Sabah hava durumu raporunu sunan spikerin elinde sopa, akşam spor yorumcularının elinde sopa, gece tartışma programına katılanların elinde sopa. Sopayla kalkıp sopayla yatıyoruz. Bir de yeni türeyen meslekler var. Televizyonlara konuk olan eli sopalıların isimlerinin altında, “stratejist”, dış politika analisti”, “güvenlik ve dış politika uzmanı” gibi yeni yeni duymaya başladığımız unvanlar yazılıyor. Benim bildiğim dış politika uzmanına “diplomat” denir. Herhalde diplomatlar artık pek rağbet görmedikleri için televizyonlarda uzmanlar tercih ediliyor. Ama uzmanların hiçbiri Rusya’nın Esad’ı satacağını, Şam’ın bu kadar kısa sürede düşeceğini tahmin edemedi.

Orta Doğu’nun en kısa süren savaşı

27 Kasım’da HTŞ’nin başlattığı harekât 12 gün sürdü. 1967 yılındaki altı günlük Arap-İsrail savaşını hariç tutacak olursak, benim hatırladığım Orta-Doğu’daki en kısa süreli savaşa tanık olduk. Aslında yaşananlara pek savaş demek de doğru değil. Muhalifler adeta Kuzey-Marmara oto yolunda gider gibi hiçbir direnişle karşılaşmadan yaklaşık bir haftada Halep’ten Şam’a ulaştılar. Sanki meslektaşım son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon’un Yetkin Report’ta yazdığı gibi Türkiye, Rusya, Amerika, HTŞ, YPG ve rejim arasında bir uzlaşıya varılmış.

Suriye’de açılan yeni perde

13 yıllık Suriye trajedisinde artık yeni bir perde açılıyor. Bu perdenin bilinmeyeni ve riskleri daha da fazla. Suriye’de yaşanan son gelişmelerde Türkiye’nin payı olduğuna inanan uluslararası kamuoyu aynı zamanda yeni Suriye’nin şekillendirilmesinde Türkiye’nin başat bir rol oynayacağı görüşünde birleşiyor. Ancak önümüzdeki dönemde Türkiye’yi daha büyük meydan okumalar bekliyor. Şimdi “bak ben demiştim” diye ortaya çıkanlar evlerinde şükür namazı kılarken, Emevi Camii’ndeki akşam namazını HTŞ lideri Colani’nin kıldığı unutulmamalı.

HTŞ sütten çıkmış ak kaşık değil. İçerisinde farklı grupları barındıran tescilli bir terör örgütü. HTŞ’nin öncülüğünde Şam’a yürüyenlerin 30’a yakın ayrı gruptan oluştuğu söyleniyor. Şam’a ilk girenler de güneydeki Dera’dan gelenler olmuş. Bu Amerikalılar hem saf hem kurnaz insanlar. “Terörü bıraktık” diyenlere Taliban, YPG örneklerinde olduğu gibi hemen inandıkları için pek saflar, sonradan kılıf bulmakta da çok kurnazlar. Kırk yıllık YPG/PYD’nin adını bir günde “Suriye Demokratik Güçleri” yapıverdiler. 2020 yılında Taliban’la imzaladıkları Doha Anlaşması’nda Taliban’ı muhatap alırken buldukları formül, “Taliban olarak bilinen, fakat ABD’nin devlet olarak tanımadığı Afganistan İslam Emirliği” oldu. Şimdi de başına 10 milyon dolar ödül koydukları Colani ile masaya oturmak için mutlaka bir çözüm geliştirirler.

Türkiye’nin işi o kadar kolay değil. Suriye’nin Afganistanlaşması, Güneyimizin Peşavirleşmesine yol açabilir. HTŞ’nin içerisinde çok sayıda cihatçı gruplar yer alıyor. Bu grupların HTŞ’ye egemen olması halinde YPG/PYD’nin terör koridorunu önleyelim derken güney sınırlarımızda HTŞ’nin oluşturacağı bir terör koridoru ile karşılaşmamız pekâlâ mümkün.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 8 Aralık’tan bu yana doğru mesajlar veriyor. Her vesileyle Suriye’nin birliğine ve toprak bütünlüğüne vurgu yapması, iş başına gelecek yeni yönetimin ayrım yapmadan tüm dini ve etnik grupları kapsaması gerektiğinin altını çizmesi önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Hakan Fidan’ın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ile yaptıkları görüşmeler Türkiye’nin süreci tek başına değil, BM ile birlikte yönetmek arzusuna işaret ediyor. Türkiye yeniden kıymete bindi. Kolay kolay Türkiye’ye gelmek istemeyen ABD Dışişleri Bakanı Blinken belki de kariyerindeki son ziyaretini dün Türkiye’ye yaptı. Önümüzdeki hafta içerisinde de ortalıklarda görünmeyen Avrupa Birliği’nin Komisyon Başkanı Von Der Leyen Ankara’ya gelecek. Ziyaretlerin amaçları belli. Blinken Fırat’ın doğusuna geçmeyin diye baskı yapmaya, Van Der Leyen de sığınmacıları ülkelerine geri gönderebilmek için yardım istemeye geliyorlar.

Suriye’deki son gelişmeler karşısında ne zil takıp oynamalı ne de feryat figan ağlamalı.

Hasan Göğüş kimdir?

Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.

Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.

Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.

Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor.

Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" ve köşe yazılarını topladığı İdeal Kitap'tan yayımlanmış "Diplomasi Yazıları" isimli iki kitabı bulunmaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

“Amerika’yı seversen, İsrail’i sevmek zorundasın”

Kesin olan bir öngörü varsa, o da Trump 2.0’ın İsrail’e olan desteğinin her hâl ve kârda artarak devam edeceğidir. Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en fazla başını ağrıtacak konuların ilk sıralarında da İsrail ile ilişkiler, Filistin meselesi ve Hamas konusundaki görüş ayrılığı gelecek gibi görünüyor

 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirve maratonu

G-20 Zirvesi'nin bildirisinde sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden BM güvenlik konseyi reformuna, iklim değişikliğinden kadın cinayetlerine kadar ne ararsanız var. Ama İsrail ve Rusya’nın saldırılarını sona erdirmeleri çağrısında bulunan tek bir cümle yok. Acaba tüm bu zirveler ne için yapılıyor?

"
"