19 Nisan 2015

Günter Grass: Bağımsız düşünmek ve geçmişle yüzleşmekten soykırıma!

'Ben, kendimi soğan gibi soyabildim; siz de Ermenilerin yaşadıklarıyla yüzleşebilmelisiniz'

İnsanın kendi kendisiyle hesaplaşması...
Benim peşimi hiç bırakmadı.
Özellikle siyasal konularda öyle.
İç muhasebe hep ensemde dolaştı durdu.
Siyasal, ideolojik günahlar, sevaplar...
Zaman içinde yer değiştiren doğrular ve yanlışlar...
İnsan hayatını zindana çevirebilen iç çelişkiler...
Yaşamda hatalar yaptığımı, yanıldığımı, bazen içimi fena halde acıtsa da, yalnız kabullenmeyi değil, itiraf etmeyi de öğrendim.
Kendi kendimi eleştirmeyi ihmal etmedim.
Daha önemlisi, yıllar yılı beynimi birtakım klişelerden azade kılmak için gayret ettim.
Aklımı tutsak eden birtakım klişelerden kurtulmak ve özgürleşmek için çaba sarf ettim.
Zincirleri kırmak gibi bir şey yani...
‘Zincirleri kırabilme’nin öncelikli yolu ise, beni yalanda yaşatmak isteyen resmi ideolojilerle, devletçi kafalarla mücadele etmekten geçiyordu.
Bağımsız ve eleştirel düşünmekten geçiyordu.
Ne kadarını yapabildim?
Bunun için ne kadar cesur olabildim?
Yürekli davrandım?
Bilemiyorum.
Çünkü hiç kolay değildir bunu yapmak.
Yalnızlaşabilirsin.
Hatta kendi başına kalabilirsin.
Sevenlerin fena halde azalabilir.
Herkes seni sevmez!
Issız adam olabilirsin.

Yeri geldiğinde itiraf etmesini bilmek...
 

Yaşamda yanıldığımı, bazen içimi fena halde acıtsa da, yalnız kabullenmeyi değil, itiraf etmeyi de öğrendim

Ayrıca, bizde itiraf geleneği yok gibidir.
Sanıyorum, Müslümanlığın da payı vardır bunda...
Özellikle siyasal konular devreye girince, yaşadığını olduğu gibi yazmanın zorluk derecesi artar bizim ülkemizde.
1990'lı yılların sonuna doğru Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım adını taşıyan siyasi öz yaşam öykümü yazarken nasıl kıvrandığımı hatırlıyorum.
Türkiye’de özellikle 1960’larda, 1970’lerin başında yaşanmış ‘siyasal kötülükler’den kendi payıma düşenleri ayıklamak ve kâğıda dökmek hiç de kolay olmamıştı.
Belki de insanın macerası böyle…
Satır başlarıyla değindiğim bütün bu açılardan, Günter Grass bende hep hayranlık uyandırdı.

Niye mi?
Doğru bildiğini eğip bükmeden söyleyebildiği için…
Aykırı düşünmekten korkmadığı için…
Sözünü sakınmadığı için…
Yeri geldiğinde itiraf etmesini bildiği için…
Ve büyük bir romancı ve entelektüel olarak  herkes beni sevsin diye bir derdi olmadığı için…
Almanya’nın en tartışmalı romancısı olmaktan çekinmediği için…
Bunlardan dolayıdır ki, geçenlerde kaybettiğimiz büyük romancı ve entelektüel Günter Grass’ı hep sevdim ve kendisinden etkilendim.

Dünya edebiyatının iki büyük ismi Yaşar Kemal ve Günter Grass'ı bu yıl kaybettik

Doğru bildiğini söyleyerek Almanya'da kıyameti koparmıştı

Ölene kadar hep bildiğini okudu Günter Grass.

Düşündüğünü çekinmeden ifade etti.
O kadar ki, Berlin Duvarı 1989’da yıkıldıktan sonra Almanya’nın birleşmesine karşı çıkabilecek kadar bağımsız ve cesur davranabilmişti.
1990’ların başında kendi ülkesinin bir konfederasyon çatısı altında iki parça kalmasını savunduğunda, ‘Birleşik Almanya’nın insanlığın başına yeniden bela olabileceğini söylediğinde Almanya'da kıyamet kopmuştu.
Ama o doğru bildiğini söylemeye devam etti.

Nazi olduğunu 60 yıl gizledi!

Grass, Hitler’in Nazi Partisi'nin en kıyıcı kolu olan SS'lerin gençlik örgütüne üye olduğunu tam 60 yıl boyunca gizlemişti

Günter Grass,  2007’de çıkan anılarının bir yerinde şöyle der:
“1967 yılıydı. 39 yaşındaydım. Tel Aviv’de bir üniversitede konuşmak için davet almıştım. O zamanlar hep maraza çıkaran bir yazar olarak şöhret sahibiydim. Çünkü halının altına süpürülerek gizli tutulmak istenen şeyleri açığa çıkaran, bunların üzerinde zıplayan tarafım hoşa gidiyordu.” (*)
Ama burada ilginç bir unutkanlık da vardı.
Günter Grass, 1967 yılında Tel Aviv'deki o üniversitede Alman Yahudilerinin çoğunlukta olduğu bir topluluk önünde konuşurken, halının altına süpürülmüş birçok şeyi yürekli biçimde anlatırken enteresandır, belki de bir şeyi unutmak işine gelmişti:
Kendisinin bir zamanlar SS olduğunu!
Günter Grass, Hitler’in Nazi Partisi'nin en kıyıcı kolu olan, 6 milyon Yahudi'nin gaz odalarında yok edilmesini, yani Holokost'u planlayan ve uygulayan SS'lerin gençlik örgütüne (Hitler Jugend) üye olduğunu tam 60 yıl boyunca gizlemişti.
Günter Grass 2007’de yayımlanan anılarında bundan dolayı duyduğu utanç ve nedameti itiraf ederken, dışa vurduğu duygu ve düşünceleri de ilginçti.
Günter Grass, altmış yıl boyunca kendine sakladığı bu kirli sır yüzünden çok eleştirildi.
Bu daha önce açığa çıkmış olsaydı, acaba 1999’daki Nobel Edebiyat Ödülü’nü alabilir miydi diye sorgulandı.
İlginç eleştirilerden biri, Avrupa'nın önde gelen entelektüellerinden İngiliz tarihçi ve gazeteci Timothy Garton Ash’ten gelmişti.
Özeti şöyleydi:
“Bir söz vardır, ‘Hiç günahı olmayan ilk taşı atsın!’ diye... Günter Grass, ünlü bir yazar olmasından itibaren kırk küsur yıl boyunca hep ilk taşı atan oldu. Amerikan emperyalizmi ve kapitalizmine yıldırımlar yağdırdı. Auschwitz’in temelini bir zamanlar Birleşik Almanya’nın attığını belirterek iki Almanya'nın birleşmesine karşı çıktı. Bütün Alman muhafazakâr liderlerini, Adenauer’ı, Kohl’u yerden yere vurdu. Ancak, Almanya'nın Nazi geçmişiyle yüzleşme konusundaki yanlışlarını eleştirirken, kendisi bu yüzleşmeyi 60 yıl boyunca yapmadı, kendi SS geçmişini sakladı.”(**)

'Benim Almanyam böyle bir şey yapmış olamaz!'

Batı Almanya Başbakanı Willy Brandt 1970’te Varşova Gettosu Anıtı önünde diz çökerek Yahudilerden özür dilemişti

Günter Grass, kendi Nazi geçmişinden bir sohbetinde şöyle söz eder:

1945 yılında ben 17 yaşındaydım. O dönemdeki Nazi ideolojisinin etkisi altında kalmıştım.
12 yıl boyunca Nasyonal Sosyalistler’in tüm dünyaya yaşattığı vahşetin gerçekliğini kabul etmedim.
Olanları inkâr ettim.
‘Almanlar böyle bir şey yapmış olamazlar’ dedim.
Sonra resimler görmeye başladım. Ölüm kamplarından gelen resimler...
Cesetler büyük dağlar halinde yığılmıştı.
Ama yine de “Benim Almanyam böyle bir şey yapmış olamaz” diye düşünüyordum.
Her şeyin bir propaganda olduğuna inanmak istedim.
Ondan sonra yavaş yavaş da olsa, bunun gerçek bir vahşet olduğunu kabul etmek zorunda kaldık. Benim neslim ve benden sonraki nesil için bu hiç de kolay olmadı. Bu konularla yeniden yüzleşmek büyük zorluklarla oldu.
Ama bu gerçekleşti.
Almanya’da bu zorlu iş yapılabildi.
Uzun süre yaşananlar Almanya’da da kabul edilmedi. Başkaları ‘hayır’ dedi.
Ama geçmiş her zaman karşımıza çıktı...
“Geçmişi çok tartıştık, yeter artık, ileriye bakalım” diyenler de oldu Almanya’da.
Böyle bir yaklaşıma çok temkinli bakmak gerekiyor.
Şöyle bir olayı hatırlatmak istiyorum.
Yıl 1970.
Willy Brandt  Batı Almanya Başbakanı olarak Varşova’ya gitmişti.
O seyahatte kendisine ben de eşlik etmiştim.
Willy Brandt, binlerce Polonyalının, binlerce kişinin ölüm kamplarında götürüldükleri noktada diz çöktü ve özür diledi. Bu diz çökme jesti Almanya’da büyük tepkilere yol açtı.
Ama diğer tarafta Polonya’da büyük bir rahatlamayla kabul gördü. İlk kez bir Alman, resmi bir şekilde Polonyalılardan özür diliyordu. (***)

 


Ben kendimi soğan gibi soyabildim'

 

Günter Grass ve Batı Almanya Şansölyesi Willy Brandt (1972)

Günter Grass kendi geçmişiyle, kendi ülkesinin tarihiyle hesaplaşırken sözü İstanbul’da, 2010 yılı baharında 1915’e, Ermeni Soykırımı’na getirerek şöyle demişti:    
“Ben geçmişimin gerçeğine bakabildim; gözlerimi yaşartsa da, kendimi soğan gibi soyabildim; siz de kendi tarihinizle, Ermenilerin bu topraklarda yaşadıklarıyla yüzleşebilmelisiniz.”
Şöyle devam etmişti aynı sohbette:
“Geçmiş tecrübelerimden bir ülkenin tarihiyle yüzleşmesinin ne kadar zor olduğunu çok iyi biliyorum. Onun için söylediklerimi rahat ve çok hafif bir şeymiş gibi söylemiyorum. Türkiye kendi tarihiyle yüzleşmelidir. Almanya bunu başardı. Türkiye’nin de bu süreci başaracak güçte olduğunu düşünüyorum. Bu, Avrupa’ya gidecek yoldaki ilk ve en önemli adımdır.”

Günter Grass 2010’da neler söylemiş?
Türkiye bugün nerede?
Ben de oturmuş neler yazıyorum?
Ne kadar hazin değil mi?

'Tıpkı Sisifos gibiyim'

Grass: Ben, gözlerimi yaşartsa da, kendimi soğan gibi soyabildim; siz de Ermenilerin bu topraklarda yaşadıklarıyla yüzleşebilmelisiniz

Yazımı yine Güner Grass’la noktalamak istiyorum. Kafadan Doğumlar isimli romanının bir yerinde şöyle der:

Sisifos...
Tıpkı onun gibiyim.
Kayayı tam yukarıya taşımışsın ve hoop, kaya gene aşağıda.
Sen yukarı itiyorsun.
O hemen aşağı kayıyor.
Bir ömür boyu...
Kaya bana anlam katıyor.
Kaya kayadır işte.
Hiçbir tanrı, tanrılar onu elimden alamaz.
Tabii Sisifos’a teslim olup kayayı dağın tepesinde bırakırlarsa o başka.
O zaman sıkıcı olur.
Arzulanacak bir şey kalmaz.
Peki ama benim kayam ne?
Sözcük üstüne sözcük  yığma eziyeti mi?
Kitabı izleyen, izleyecek kitap mı?

İyi pazarlar!


* Günter Grass, Peeling The Onion, A Memoir, Harcourt, Inc. 2007.
** Timothy Garton Ash, The Road From Danzig, The New York Review of Books, 16.08.2007.
*** Günter Grass’ın 2010 yılı baharında İstanbul’da yaptığı bir konuşmadan.

Günter Grass'ın 1959 yılında yazdığı Teneke Trampet, Jean-Claude Carrière''in senaryosuyla Volker Schlöndorf'ün yönetiminde beyaz perdeye aktarıldı.

Yazarın Diğer Yazıları

Demirel'i darbeyle devirecektim!

Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu

Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı gerçek barış ve demokrasidir

Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır, daha çok acı çekilmesin, ama... Bu AMA üzerinde düşünmek lazım, geçmiş tecrübeler bunu gerektiriyor

Dostluklar insanı ayakta tutar!

Benim de böyle bir dostum var, Şahin Alpay. İyi ki varsın kardeşim, iyi ki BİR HİKAYEM VAR'ı yazdın

"
"