09 Kasım 2023

Cumhuriyet’in 100. yılında asırlık Türk ekonomisi: Bilanço ve perspektifler

Cumhuriyet, 100 yıldır uluslararası ekonomik konjonktürdeki değişikliklerin yarattığı dalgalanma içerisinde, günün şartlarına göre devlet kapitalizmi, karma ekonomi, dışa açık piyasa ekonomisi, AB’yle Gümrük Birliği gibi farklı ekonomik modelleri gündeme getirip büyümeyi ortalama yüzde 5’lerde tutarak kişi başı gelir artışında önemli bir performans sergiledi

Cumhuriyet'in 100. yılını kutladığımız şu günlerde büyüme ve demografi göstergeleriyle asırlık ekonomik performansımıza göz atmak iyi bir alıştırma olacaktır. Asırlık dönemde ekonominin önemli boyutta krizlerle karşı karşıya kaldığı bir gerçek: 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, 1939-1945 İkinci Dünya Savaşı resesyonu, İkinci Petrol Şoku ertesinde 1977-1980 ödemeler dengesi krizi, 2009-2010 Dünya Mali Krizi ve nihayet 2018-2021 "Orta Gelir Tuzağı" eşiğine ulaşmış olmakla birlikte yeni bir makro istikrarsızlık dönemi… Türk ekonomisi, her şeye rağmen, aldığı önlem ve benimsediği farklı ekonomik modellerle bu krizlerden sıyrılmasını ve yeniden büyümenin yollarını bulmakta başarılı oldu.

Uzun dönemde başarılı bir performans: Ortalama yüzde 4,8 oranında büyüme

Cumhuriyet, 100 yıldır uluslararası ekonomik konjonktürdeki değişikliklerin yarattığı dalgalanma içerisinde, günün şartlarına göre devlet kapitalizmi, karma ekonomi, dışa açık piyasa ekonomisi, AB'yle Gümrük Birliği gibi farklı ekonomik modelleri gündeme getirip büyümeyi ortalama yüzde 5'lerde tutarak kişi başı gelir artışında önemli bir performans sergiledi.

1923-2001 arasında geçen 80 yıl süresince refah düzeyindeki artışı simgeleyen sabit 2015 dolar fiyatlarıyla kişi başına gelir, demografik hızın yüzde 2,0-2,5'larda dolaştığı bir ortamda, yılda ortalama yüzde 2,16 artış gösterdi.

Ülkemiz demografisinde 1990-2000 döneminde yapısal bir değişiklik oldu ve demografik artış yüzde 2,0-2.5'lardan hızlı bir şekilde yüzde 1.0'lerin altına doğru geriledi. Bunun sonucu olarak, ekonominin büyümeye devam etmesiyle birlikte sabit 2015 dolar fiyatlarıyla kişi başına gelir artışı yılda ortalama yüzde 4,03'e çıktı. (Grafik 1 ve 2)

Kişi başına gelirin artış temposundaki hızlanma Türk ekonomisini "Orta Gelir Tuzağı" olarak tanımlanan olayla karşı karşıya getirdi.

Orta Gelir Tuzağının ilk eşiği kişi başı 11.000 dolarda 2018-2020 döneminde duraklama ve aşma girişimleri

"Orta Gelir Tuzağı" [1] [2] [3], ekonomi yazınında ele alındığı gibi, 2015 sabit dolar temelinde yaklaşık 11 bin ve 15 bin dolarlarda 2 aşamalı bir biçimde karşımıza çıkıyor. Ülkeler, sektörel yapıları ve makroekonomik dengeleri itibariyle gelişmiş ülke ekonomisi seviyesine yol alırken bu iki eşiğe birden veya sadece bir tanesine bir süre takılıyorlar.[4] Gelişmekte olan ülke kategorisinden gelişmiş ülke kategorisine geçişte gözlenen büyümedeki yavaşlama, sanki frene 2 kere basılmasını gerektiriyormuş gibi bir olayla bizi karşı karşıya bırakıyor.

"Orta Gelir Tuzağı" kavramının çıkış noktası, gelişmekte olan ekonomilerin gelişmiş ekonomilerle mesafeyi kapatmak için demografik avantajlarını kullanması, dış borçlanma olanaklarını seferber etmesi, yatırımlarını iç tasarrufların ötesinde artırması, reel değerinin altında kurlarla ihracatta pazar payı kazanmaya çalışması gibi politikalar sonucunda ortaya çıkan yüksek büyüme hızlarının sürdürülebilir nitelikte olmaması ve eninde sonunda uzun dönem büyüme hızının 2 puan civarında düşmesidir.

Nitekim, bir süre sonra demografik fırsat penceresinin kapanması, verimliliği düşük sektörlerden verimliliği yüksek sektörlere işgücü transferinin durması, yatırım oranının yüksekliği, dış borçlanmada risk sınırına gelinmesi, toplam faktör verimliliğinde gerilemeler gibi gelişmeler büyüme hızının düşmesine neden olmaktadır.

Türkiye olarak ilk aşamaya 2018 yılında takıldık ve sağlıklı bir makro ekonomik dengelerimizi tesis ederek bu tuzaktan hala çıkma çabasındayız.

1 Mayıs 2004 tarihinde AB üyesi olan Macaristan'ın üye olduğu yıldan itibaren, Polonya'nın ise daha ileri tarihte 2011 yılından itibaren kişi başı 11 bin dolar eşiğinde beklediklerini ve 2013 yılından itibaren Orta Gelir Tuzağı"nın ikinci eşiği olan kişi başı 15 bin dolara doğru yol aldıklarını gözlemliyoruz.

Türkiye açısından varılan sonuç, Macaristan ve Polonya'ya göre 5-6 yıl gecikmeyle, 2017 yılına gelindiğinde Türk ekonomisinin -önemli bir cari açıkla- "Orta Gelir Tuzağı" ilk eşiğini kişi başı 11 bin 954 2015 Sabit dolar olarak yakalamış olduğudur. [5]

Türkiye'nin, refah düzeyinin, 2013 yılından bu yana Romanya (yüzde 11), Çin (yüzde 16), Rusya (yüzde 24), Brezilya (yüzde 46) ve Bulgaristan'ın (yüzde 51) ilerisinde olduğunu, kötü performansı nedeniyle geri düşen Arjantin'in de yüzde 6 önünde geçtiğini vurgulamak gerekiyor. Ancak, refah düzeyimizin AB ortalamasının sadece yüzde 39'unu oluşturduğunun ve daha çok yolumuz olduğunun da bilincinde olalım. (Grafik 3)

Orta Gelir Tuzağının 15.000 dolarlık ikinci eşiğine ulaşma ve aşma: Ekonomik ve mali istikrarın sağlanması ve makro dengelerin sürdürülebilir hale gelmesiyle 2026 yılında kişi başı 15.000 dolarlık ikinci "Orta Gelir Tuzağı" eşiğini de aşacağız

"Orta Gelir Tuzağı"nın ilk eşiğini aşmak için büyümeyi hızlandırmak amacıyla, 2021 yılının son üç aylık döneminde girişilen düşük faiz politikası, kredi arzı artışıyla üretimi, kurdaki değer kaybıyla ise ihracatı tetikledi. Buna karşılık, enflasyon kontrolden çıktı, cari açık 50-60 milyar dolar düzeyine çıktı, Hatay Depremi'nin de etkisiyle de merkezi yönetim bütçe açığı 25 milyar doları buldu. Makroekonomik dengeler açısından mali olmayan kuruluşlar tasarruf açıklarını finanse etme fırsatı buldular. Bu dengelerin sürdürülemez olması, Mayıs'taki genel seçimler sonrasında politika değişiklerini gündeme getirdi.

2023 Haziran ayından itibaren daha sonra OVP tahminleriyle desteklenen bir istikrar politikası, önce kararsız, ama sonra giderek kararlı bir şekilde devreye alındı ve, başarılı olursa, Türk ekonomisini 2026 yılında, kişi başı 15 bin 685 2015 sabit dolarlık Orta Gelir Tuzağı ikinci eşiğine taşıyacak.

Mart 2020 COVİD pandemisi ve Şubat 2023 Hatay/Kahramanmaraş depremlerinin ekonomimiz üzerindeki olumsuz etkilerini de göz ardı etmemek gerekir. Ancak, bu gelişmelerin, sadece 2018 yılında hissedilen büyümedeki yavaşlamanın derinleşmesine ve daha uzun sürmesine neden olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.

Türk ekonomisi yapısı itibariyle sanayi sektörünün büyüme dinamiğini belirlediği, sanayi mallarının ihracatına dayalı, dışa açık bir piyasa ekonomisi niteliğindedir. Bu modelin istikrar içerisinde sürdürülmesi halinde, toplumun üretim, istihdam ihtiyaçlarını karşıladığını, eğitim, konut, sağlık hizmetlerinin daha kaliteli olarak daha geniş bir toplumsal kesime yaygınlaştığını de geçmiş tecrübelerimizle yaşadık.

Ekonomi politikalarında yapılan değişiklikler ve OVP desteğiyle çizilen yolda, ekonomik ve mali istikrarın sağlanması ve makro dengelerin sürdürülebilir hale gelmesiyle 2026 yılında kişi başı 15 bin dolarlık ikinci "Orta Gelir Tuzağı" eşiğini de aşacağımıza inanıyorum.

2000-2022 döneminde orta gelirli ülkelerin ortalama yüzde 5.42, yüksek gelirli ekonomilerin de yüzde 1,88 büyüdüğü bir dünya ekonomisinde, Türkiye'nin de artık 2024-2026 döneminde 1 trilyon doları geçecek olan gelir büyüklüğüyle makro dengelerini koruması açısından, uzun dönemli olarak, daha düşük büyüme oranlarını hedeflemesi kaçınılmaz gözüküyor. "Orta Gelir Tuzakları"nın ekonomileri ortalama 2 puan yavaşlattığı dikkate alındığında, Türkiye'nin, demografik fırsat penceresi kapanmış, nüfus artışı yüzde 1'lere gerilemiş, kendi sermaye birikimi imkanları sınırlı, yabancı sermaye yatırım imkanları da daralmış bir ülke olarak yüzde 3'lük bir büyümeyle yetinmesini öğrenmesi, siyaset anlayışını ve ekonomi yönetimini buna göre şekillendirmesi istikrarlı bir büyümenin garantisi olacaktır.


[1] Eichengreen, Barry, Donghyun Park and Kwanho Shin ,"When Fast Growing Economies Slow Down: International Evidence and Implications for China," NBER Working Paper No. 16919, March 2011 

"Eichengreen, Barry, Donghyun Park and Kwanho Shin", "GROWTH SLOWDOWNS REDUX: NEW EVIDENCE ON THE MIDDLE-INCOME TRAP", NBER Working Paper No. 18673, January 2013

[2] "Orta Gelir Tuzağından Çıkış: Hangi Türkiye?" Cilt 1: Makro/Bölgesel/Sektörel Analiz (TÜRKONFED 2012) Prof. Dr. Erinç Yeldan, Kâmil Taşcı, Doç. Dr. Ebru Voyvoda, Mehmet Emin Özsan

"Orta Gelir Tuzağından Çıkış: Hangi Türkiye?" Cilt 2: Bölgesel Kalkınma ve İkili Tuzaktan Çıkış Stratejileri (TÜRKONFED 2013), Prof. Dr. Erinç Yeldan, Kâmil Taşcı, Doç. Dr. Ebru Voyvoda, Mehmet Emin Özsan 

[3] Konuyu 2018 yılında Türkiye'nin "Orta Gelir Tuzağı"na takılma olasılığını hisseden Mahfi Eğilmez de işlemişti.

[4] Eichengreen, bu eşiği per capita 15 bin dolar "2005 International US$" civarında olarak tanımlıyor, fakat daha sonra 11 bin düzeyinde ikinci bir tuzağın varlığına işaret ediyor. Bir dizi ülke her iki tuzağa birden takılabiliyorlar. Diğer bir deyişle büyümeleri iki aşamada yavaşlıyor.

[5] "Kişi Başına Sabit 2015 dolar" zaman serisi, "TUİK GSYH Zincirlemiş Hacım Endeksi" nin 2015 bazına getirilip 2015 yılı kuruyla çarpılarak elde edildiği için, "Kişi Başına Cari dolar" serisini fiyat etkisinin yanı sıra, kur etkisinden de arınmış oluyor. Diğer bir deyişle, matematiksel olarak, "Cari kişi başına dolar" zaman serisi, "Reel Kur Endeksiyle indirgendiği zaman "Kişi Başına Sabit 2015 US$" serisine ulaşılıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye'nin yeni jeopolitik konumlanmasında Euro'nun yeri

Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci yüzyılının başında stratejik projesi, Türk Lirası'ndan "Euro"ya geçmek olmalıdır… Daha evvel bu konuda yapılan önerilere kuşkuyla bakmama rağmen son yaşadığımız faiz, kur ve enflasyon krizinde para politikasının rasyonalite boyutunu yitirmesi, görüşümün radikal bir şekilde değişmesine neden oldu… AB üyelik sürecinde ilerlerken, tam üyeliği beklemeden Euro'yu benimsemek için bir stratejimizin olması gerekir. Monaco, San Marino, Vatikan ve Andorra gibi bazı küçük ülkeler, AB'ye üye olmamalarına rağmen Euro kullanıyor