02 Mart 2023

Türkiye-Rusya ilişkileri: Erdoğan'lı, Putin'li veya onlarsız dört senaryo

Erdoğan'ın yerini başka bir lidere bırakması, Putin'in pek istemediği bir durum. Çünkü onunla anlaşabiliyor. Ve yeni iktidarın "tümüyle Batı yanlısı" olabileceğinden çekiniyor

Cumhuriyet'in 100. yılında yüzümüzün geçmişten çok geleceğe dönük olması doğal. Ancak büyük yıldönümünün sihri, sadece 100 sayısının hemen herkesi etkileyen cazibesiyle sınırlı kalmamalı. Gerçekten de bugünlerin en az 100 yıllık bir geçmişi var.

Son dönemde üzerinde çok konuşulan Türk-Rus ilişkileri, koca bir yüzyıl öncesinde bambaşkaydı. Yeni kurulan Cumhuriyet'in ve ondan sadece birkaç yaş daha büyük olan Sovyetler Birliği'nin yönetimleri birçok açıdan farklıydı; ideolojileri, siyasetleri, gelecek tasarımları birbirine pek benzemiyordu. Ancak mücadele ettikleri güçlere karşı dayanışma içine girdiler ve bunu kendilerini güçlendirecek bir faktör olarak gördüler.

Dayanışmanın önemli bölümü, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli etkenlerden biri olan Sovyet yardımlarıydı; paraydı, silahtı, malzemeydi. Atatürk 26 Nisan 1920'de, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışından üç gün sonra Lenin'e yazdığı mektupla kuzey komşusundan askerî ve ekonomik destek istemişti. Olumlu cevapla ve gelen yardımlarla başlayan ilişkiler, 30'lu yılların ikinci yarısına kadar yapıcı bir çizgide devam etti.

Atatürk'ün son yıllarında ve İkinci Dünya Savaşı arifesinde Türk-Sovyet ilişkilerinde güven sorunu belirgin olarak hissedilmeye başlandı (bu arada yakın geçmişte de, bugün de Türkiye ile Rusya arasındaki en temel meselenin güven ve öngörülebilirlik sorunu olduğunu düşünüyorum). Savaş yıllarında ve hemen sonrasında çok iyi yönetilemeyen ilişkiler, 1952'de Türkiye'nin NATO'ya üye olmasıyla daha da soğudu.

Bununla birlikte iki devlet de komşuluk bağlarını olabildiğince istikrarlı bir şekilde sürdürmeye özen gösterdi. Zaman zaman çeşitli gerginlikler çıksa da, sonraki on yıllar çok büyük bir kriz yaşanmadan geçti (belki de bu 100 yıllık süreç içinde ikili ilişkilerdeki en tehlikeli kriz, 24 Kasım 2015'te Türkiye'nin bir Rus uçağını düşürmesiyle yaşanmıştı, çünkü iki devlet birbiriyle savaşın eşiğine gelmişti).

Türkiye'nin 'Yeni Rusya' ile ilişkileri

1991 sonunda Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Türkiye, bir taraftan yıllar boyu (ve hâlâ) altını dolduramadığı "Türk ve Müslüman nüfuslu eski Sovyet cumhuriyetlerine abilik yapma" hevesiyle çeşitli adımlar attı, diğer taraftan o coğrafyanın sadece siyasi değil ticari-ekonomik açıdan da stratejik ülkesi olan Rusya Federasyonu ile bağlarını geliştirmeye özel dikkat verdi.

Tarihi Doğalgaz Anlaşması'nın (18 Eylül 1984) açtığı kapılardan Türkiye'den Rusya'ya inşaat ve ticaret alanında çok sayıda insan gitmişti. 90'lı yıllarda da bir taraftan "bavul ticareti" ile diğer taraftan yıkılan "demir perde" sonrasında ilk keşfedilen ülkelerden biri olan Türkiye'ye turizm atağı ile bu kez Ruslar güney komşularını keşfetti. (Bu, 1917 Ekim Devrimi'nin ardından Türkiye'ye göç etmek zorunda kalan "Beyaz Ruslar" sonrasında ülkemize gelen ikinci dalga Rus akını idi. Üçüncüsünü de şimdi, 24 Şubat 2022'de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı ile yaşıyoruz.)

Putin'in Devlet Başkanı olmasıyla Rusya dış politikası enerji ihracatı odağında yeniden düzenlenince jeopolitik konumundan dolayı Türkiye'nin önemi arttı. 2004 sonunda ülkemize gelen Rus lider, Başbakan Erdoğan ile hızla güçlenen bir iş birliği süreci başlattı. Bu süreç Türkiye'de iktidarın yanlış okuduğu "Arap Baharı" ve Suriye iç savaşı öncesine kadar gayet güzel yürütüldü. Sonra kimi gerginlikler çıkmaya başladıysa da genel olarak ilişkilerdeki istikrar korundu.

Rusya'nın 30 Eylül 2015'de Suriye'ye askerî müdahale ederek savaşın gidişatını değiştirmesi, Ankara'nın planlarını ve dengesini bozdu. Kısa süre sonrasında yaşanan uçak düşürme felâketinin ardından ciddi bir gerginlik başladı. Kremlin'in yaptırımları Türkiye'de turizme ve ikili ticarete ağır bir darbe vurdu. 2016 yazından itibaren "kuşku duyulacak kadar hızlı bir barışma süreci" gündeme geldi. Moskova yönetimi görünürde Batı ile arası açılan Ankara'ya arka çıkıyor, fiiliyatta ise onu ustaca manipüle ediyordu. Kısa süre içinde Ankara da aynı yöntemi Moskova'ya karşı uygulamaya koydu.

İki ülkedeki siyasi gelişmelerin de etkisiyle birçok katmandan oluşan Türkiye-Rusya ilişkileri giderek Erdoğan-Putin ilişkilerine dönüştü. İki lider sık sık görüşüyor, Suriye, Libya, Kafkasya gibi birbirine ters politikalar izledikleri düzlemlerde bile iş birliği mekanizmaları yaratarak sorunlardan büyük ölçüde kaçınıyor, bu arada ortak verilen fotoğraflar ve yapılan kimi anlaşmalar sayesinde her ikisi de Batı'ya karşı gücünü arttırıyordu. Büyük riskler arasındaki dar patikada ilerleyen bu "orijinal dostluk" şu anda bir de Ukrayna'daki savaş şartlarıyla sınanarak devam ediyor. Nereye kadar gider, bunu zaman gösterecek.

İki ülkede de iktidarın değişme ihtimali var

Bugün iki lider de birbirinin desteğine her zamankinden daha fazla muhtaç görünüyor. Biri, iç politikada şu anda nispeten rahat olsa da Ukrayna'da başlattığı savaş sonrasında uluslararası alanda iyice yalnızlaşmış durumda ve Batı'yla diyalog kurabilmek için bir "pencere" gibi kullandığı ikincisine sımsıkı tutunuyor. İkincisi, tam tersine "içerde" zor bir dönem yaşıyor ve yaklaşan seçimlerde başarılı olmak için dış politikadaki girişimlere bel bağlıyor; bu arada Rusya'dan gelebilecek ekonomik, siyasi, "her türlü" yardıma ciddi ihtiyaç duyuyor.

Bununla birlikte, iç ve dış faktörlerin etkisiyle her ikisinin de iktidarının sonlanması ihtimali sorgulanıyor.

Erdoğan ve Putin iktidarda kalırsa veya ikisi de ya da ikisinden yalnızca biri giderse bu durum Türk-Rus ilişkilerini nasıl etkiler? Bu yaklaşımdan çıkan dört senaryoya kısaca bir göz atalım.

  1. Erdoğan da Putin de göreve devam ederse:

İlişkiler iki liderin dört dudağı arasından çıkacak kelimelere göre şekillenmeyi sürdürecek. Bu, ilk bakışta "en öngörülebilir seçenek" gibi duruyor ama tam olarak öyle sayılmaz. Çünkü savaş, Batı ile ilişkilerde yaşanacak yeni gerginlikler ve her ikisinin de bölgesel liderlik hevesleri, bugün zaten ince bir hat üzerinden çeşitli risklerle sürdürülen iş birliği ortamını bir anda tersine çevirme potansiyeli taşıyor. Tabii yine de birçok şey, birbirine benzeyen bu iki "tek adam"ın beceri ve isteklerine bağlı.

  1. Putin devam eder, Erdoğan yerini başka bir lidere bırakırsa:

Bu Putin'in pek istemediği bir durum. Çünkü Erdoğan'ı iyi tanıyor ve şu ya da bu şekilde onunla anlaşabiliyor. Bugüne kadar Türkiye'deki muhalefeti tanımak ve onunla ilişki kurmak için pek çaba göstermedi (bunun tersi de doğru, dış politikayı büyük ölçüde iktidara terk etmiş görünen Türkiye'deki muhalefet de Moskova ile tanışma doğrultusunda kayda değer çaba harcamadı). Yeni iktidarın "Rusya karşıtı" ve "tümüyle Batı yanlısı" olabileceğinden çekiniyor. Bu seçenekte ilk aylar gergin geçebilir ama her iki devlet de geleneksel olarak birbirini vazgeçilmez partner olarak gördüğünden dolayı bir süre sonra istikrarlı bir hava oluşturulabilir. Ancak Ankara ile Moskova arasındaki mesafe bugünküne göre hissedilir ölçüde açılır.

  1. Erdoğan devam eder, Putin yerini başka bir lidere bırakırsa:

Ukrayna'da işleri iyi gitmeyen Putin, giderek ağırlaşan ekonomik sorunlar ve geçmişteki yaşamlarına göre rahatı kaçmış olan üst düzey Rus kesimlerin hoşnutsuzluğu sonucu iktidardan ayrılmak zorunda kalabilir. "Kremlin darbesi" dışında bir diğer ihtimal de, 2023 içinde veya 2024 yılındaki devlet başkanlığı seçimleri öncesinde koltuğunu kendisine yakın gördüğü bir başka yöneticiye bırakmasıdır. Bir sonraki lider Putin'in çizgisinde görünse bile Ukrayna'da ve Batı ile ilişkilerde ciddi değişiklikler yapmak zorunda kalacaktır. Bu durumda Erdoğan ve Türkiye eskisi kadar öncelikli olmayabilir. Eğer Kremlin'in yeni sahibi eski çizgiye karşı daha eleştirel bakan biri olursa, bu durum da benzeri bir sonuca yol açabilir.

  1. Hem Türkiye'de hem de Rusya'da yeni liderler başa gelirse:

Bu seçenek gerçekleşirse, 2023 veya 2024 yılından itibaren Türk-Rus ilişkilerini iki liderin egemenliğinden çıkarıp kurumsal bir sisteme oturtmak için şartlar daha uygun olacaktır. Elbette yeni yönetimlerin öncelikleri belirleyici rol oynar. Ancak ikili bağlar 20 küsur yıllık "Erdoğan-Putin" damgasından arınırken yeni bir atak yapma şansı yakalanabilir. Siyasi ilişkilerin daha istikrarlı hale gelmesi, ekonomi ve ticaretten turizme ve kültürel iş birliğine kadar bir dizi alanda hızlı gelişmeler yaşanması mümkündür.

Bu varsayımlarda ve yorumlarda görüldüğü gibi, Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılı birçok alanda olduğu gibi Rusya ile ilişkiler bakımından da yeni fırsatlarla doludur. Yeni fırsatlarla ve yeni risklerle...


(Bu yazı T24 Yıllık'ta yayımlanmıştır.)

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

Erdoğan’a saygıda kusur etmeyen ünlü Rus rejisör Pamuk’a ateş püskürdü

Bazı kültür insanları yazdığı, yönettiği, rol aldığı eserlerde eşsiz kahramanlık öykülerini yansıtsa da gerçek hayatta bunların çok uzağına düşebiliyor

Erdoğan, İmamoğlu, Yavaş, Commodus, Maksimus…

Mertlik Türk olmanın genetik bir sonucu değil. Ve tarihimiz sayısız entrika, tuzak ve kalleşlikle dolu

"
"