Köpeğimle gezerken karşılaşırdım onunla. Arka sokaklardan birinde oturuyor olmalıydı. Uzun sarı saçlarını her zaman arkasında toplardı. İri yeşil gözleri ve aydınlık bir yüzü vardı. Hep kederli bakardı.
İlk haftalarda bizi fark etmiyordu sanki. Sonra etti. Önce köpeğimi. Sonra sahibini. Ama konuşma olmadı. Sadece gülümseme. Onun da çoğu köpeğimin payına düşmüştü galiba.
* * *
Sonraki aylarda ölçülü bir gülümsemeyle selamlaşır olduk. Selamı verir vermez yüzü eski kederli haline dönüyordu. Kim bilir neler düşünüyor, ne acılar çekiyordu.
Onu, hayatını giderek daha fazla merak etmeye başlamıştım. Haftada birkaç kez rastlıyorduk. Ve onunla tanışmamın hiç de zor olmadığını biliyordum. Ama bunun için hiçbir girişimde bulunmadım. Utandığımdan değil, bazen uzaktan bakmanın daha gizemli ve çekici olduğunu düşündüğümden.
* * *
Bir gün şaşılacak bir şey oldu. Ben onu gördüğümde her zamanki ölçülü selamımı hazırlarken o hızla yanıma yaklaştı. Ve oğlunun yirminci doğum günü olduğunu söyledi. Ben şaşkınlığımı bastırıp kutlamayla ilgili bir cümle kurmaya çabalarken ani bir el hareketiyle beni susturdu.
Oğlu dokuz yaşında evlerinin hemen önünde bir trafik kazası sonucunda ölmüştü. Kazayı yapıp çocuğun ölümüne yol açan ise o akşam içkiyi fazla kaçıran babasıydı. Oğlunun cenaze töreninde eşi yoktu. Cezaevindeydi çünkü.
Bu acıyı unutmak için çok kent, çok ev, çok iş değiştirmişti kadın. Sonunda geçen yıl evlenerek buralara yerleşme kararı almıştı. Ama kısa süre sonra eşinin kanser olduğu ortaya çıkmıştı. Aylarca süren tedavi sonuç vermemiş ve geçen hafta onu da kaybetmişti.
* * *
Kadın, birçok kitabı doldurabilecek kederli yaşam öyküsünü on dakikada önüme boşaltıvermişti. Son cümlesi yarın buradan da taşınacağına ilişkindi. Bana başka bir şey demeden köpeğimle sevgiyle vedalaştı. Sonra her zamanki kısa gülümseyişinin ardından hızla uzaklaştı.
Arkasından seslenmek istediğimde adını bilmediğimi hatırladım. Tanışmamıştık ki. Tanımadığım bir kadındı o. O da beni tanımıyor ve adımı bilmiyordu. Ama hayatını anlatmak için beni seçmişti nedense. Bunca ay uzaktan selamlaştıktan sonra on dakikalık alışılmadık bir içten sahne yaşamıştık. Sonra o sahneyi terk edip gitmişti. Sanki hiç var olmamış gibiydi.
* * *
Kafka bir kitabında, geri planda kalmış insanları merak ettiğini yazar. Tiyatroda yalnızca tek bir sahnede görünen, daha önce hep o sahneyi bekleyen, sahne bittikten sonra da kaybolup giden insanların hayatını anlamaya çalışır.
Kimdir bu insanlar? Ne yapar, nasıl yaşarlar? Neler düşünür ve hissederler? Sorunları, amaçları, hayalleri nedir? Aşkları ve özlemleri var mıdır? Ya nefretleri? Kompleksleri ve korkuları?
* * *
Her gün hayatımıza şöyle bir girip çıkan insanlar kimdir?
İşyerinde uzak bir köşede oturan, okulun kantininde rastladığımız, bizimle otobüs durağında bekleyen, gittiğimiz bar ve restoranlarda gördüğümüz ama tanışmadığımız insanlar kimdir?
O sıradan insanlar gerçekten de öylesine sıradan mıdır? Aralarında çok özel olanları yok mudur? Yakından tanışsanız iyi dost olacağınız kimse çıkmaz mı onların içinden?
* * *
Koca şehirlerde, öbek öbek insanların arasında yaşıyoruz yalnızlığımızı. Kalabalıkların içinde biz de sıradanlaşıyoruz. Her şey dev bir çarkın dişlisine dönüşüyor usulca.
Çevremizdeki sıradan insanlardan bazıları daha çok çarpıyor gözümüze zamanla. Kimisi sevgili, kimisi eş, kimisi dost oluyor bize. Özel duygular yaşıyoruz onlarla.
Bazen fazla uzun sürmüyor bu durum. Seçimlerimizde her zaman haklı çıkmıyoruz. Onlar yeniden sıradanlığa dönüyor.
* * *
Oysa hayatın önümüze kadar ittiği cımbızla tutup başka birilerini seçseydik her şey bambaşka olmaz mıydı?
İşyerinde, okulda, otobüs durağında, barda veya restorandaki sıradan insanlar arasından bulup çıkarttıklarımız farklı olsaydı? Başka sevgili, eş ve dostlarla hayatımız çok farklı renkler kazansaydı?
* * *
Çok mu geç?
Yoksa kendinize bir şans daha verme fırsatına sahip misiniz?
O halde daha dikkatli bakın hayatınıza şöyle bir girip çıkan insanlara.
Sizin tiyatronuzda yıllardır tek bir sahneyi bekleyen insanlardan hiç olmazsa birinin, sahne bittikten sonra kaybolup gitmesine izin vermeyin.