Savaşın bin günü de epeyce geride kaldı, artık 3 yılı dolduramaya doğru koşuyor.
Çok kanlı bir koşu bu! Şu sıralarda cephede her gün bin 500-2 bin kişi ölüyor veya ağır yaralanıyor!
Durun ve birkaç saniye düşünün; bin 500-2 bin kişinin kanı, akrabaları ve dostlarının duygularıyla birlikte ne kadar trajedi yapar sizce?
Ve bu ortamda hâlâ konuya “onu mu destekliyorsun ötekini mi?” sığlığıyla yaklaşan “divan analistleri” ve “siyasi takım fanatikleri” az değil.
Savaş bitmeli. Silahlar susmalı. Hiç olmazsa ateşkes sağlanmalı en kısa yoldan.
Biliyorum, benim bu dediğimi iki taraf da beğenmez, ne Ukrayna ne de Rusya kabul eder bu yaklaşımı.
Çünkü Kiev yönetimi kaybettiği toprakları yeniden kazanma amacıyla savaşıyor. Moskova da son aylarda giderek daha fazla toprak ele geçirdiğinden dolayı şimdi durmak yerine hız kesmeden ilerlemek istiyor.
Toprak ve insan hayatı!
Ben ikincisini daha çok önemsiyorum.
Siyasiler genellikle toprağı seçiyor (konuyu daha iyi hissetmeniz için “Vatan toprağı” ve “uğruna geçmişte kan dökülmüş olan” falan gibi bir şeyler ekleyebilirim.)
Sonunda “toprağın altında” kimin kaldığını biliyoruz ama gerisinde de siyasilerin kariyer planları ve silah tüccarlarının kârları gibi bazı “ufak ayrıntılar” olabilir.
Ne diyorsunuz, fazla karıştırmayalım mı konuyu?
Savaş alevlendi
“Topal ördek” Biden giderayak Kiev’e vermiş oldukları uzun menzilli füzelerin Rusya derinliklerine doğru ateşlenmesine izin verdi.
Niye aylar önce değil de şimdi?
Acaba Trump’ın işini iyice zorlaştırmaya mı çalışıyor?
Yoksa “Amerikan aklı”, şu sıralarda ciddi yaralar alabilecek bir Rusya’nın 20 Ocak’tan sonra ateşkes masasına daha kolay oturtulabileceğini mi hesap ediyor?
Putin asla alttan alma niyetinde değil. Hep söylediği için artık korku piyasasında bir parça değer kaybeden “nükleer bombalarım var” temasını, “Bakın, yeni doktrine son virgül ve noktayı şimdi koyduk” diyerek bir kez daha hatırlattı. Ama bunun yetmeyeceğini biliyordu.
(Tam bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan durumu, belki de asıl cevabın bu olduğunu sanarak Moskova’yı haklı bulduğu yolunda yarı açık yarı kapalı bir mesajla ve eşit haklı üye olduğu NATO’ya sanki Karadeniz’in kuzeyinden bakıyormuş gibi “Rusya’nın attığı bu adım NATO tarafından gözden geçirilmelidir” diye yorumladı.)
Kremlin’in asıl cevabı Ukrayna’ya yolladığı orta menzilli Oreşnik füzesi oldu.
5 bin kilometre menzilli füzeyi 750 km’lik Astrahan-Dnipro arasında kullanmak “israfçı tutum” değil, Batı’ya yönelik (gerekirse tüm Avrupa’yı, hatta okyanus ötesini vurma kararlılığını göstermeyi amaçlayan) bir mesajdı.
Dahası 2 hafta önce Polonya’da açılan yeni NATO üssünü de vurabileceğini söyledi.
NATO’cular altta kalır mı hiç! ABD’nin ATACMS izninden sonra, İngiltere ve Fransa da Strom Shadow/Scalp füzeleri izin Rusya’yı vurma izni verdi.
Böylece kimilerinin bitti-bitecek dediği savaş, yeniden alevlendi. Üstelik artık yayılma eğilimi daha belirgin.
Ve bugün kimse savaşın Rusya ile NATO arasında olduğu gerçeğini gizle(ye)miyor.
Türkiye’nin tutumu
Türkiye savaş kıvılcımlarının yayıldığı bölgede. Hem Ukrayna ve Rusya’ya çok yakın, hem fiili savaş alanlarından biri olan Karadeniz’in kıyıdaşlarından biri, hem de iki tarafla da siyasi ve askerî alanda alışveriş senaryosu uyguladığı için riskli bir konumda.
Ankara’nın taraflar arasında arabulucu olma potansiyeli var. Ama bu potansiyel, 2022’deki Antalya ve özellikle de İstanbul görüşmelerindeki, sonraki “Tahıl Koridoru” ve “esir değişimi” adımlarındaki gibi değil, çok daha zayıf.
Üstelik savaşın kızışmasına bağlı olarak riskler de iyice arttı.
Zelenski Erdoğan’ı “Putin’le yakın ilişki içinde” olmaktan dolayı açıkça eleştiriyor. Kremlin, geçmişte bir ölçüde sineye çektiği “Kiev’e Bayraktar katkısı” konusuna şimdi yüksek sesle tepki gösteriyor.
Dahası Rusya ile ticaretten enerjiye, turizmden bölgesel sorunlara kadar bir dizi alanda yakın iletişim içinde olan Türkiye, olmadık konularda zorlanmaya başladı.
Büyükelçi Yerhov ABD baskısı sonucunda ikili ticaretin düştüğü uyarısını yaptı.
Putin’in Suriye Temsilcisi Lavrentyev Ankara’yı “işgalci” olmakla suçladı (Ruslar bu kanıya bugün varmadı elbette ama bunu yüksek sesle dillendirmeleri bugüne denk geldi).
Pazarlıklar yalnızca Türkiye ile Rusya arasında sürmüyor, aynı zamanda Türkiye ile ABD ve NATO arasında da hızlanıyor.
NATO Genel Sekreteri Rutte’nin belki de ittifakın alacağı tarihi kararlar arifesinde alelacele Erdoğan’la görüşmeye gelmesi tesadüf değildi.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Türkiye’nin savaştan bir çıkarı yok. Kanlı pazarlıkların bir parçası haline gelmemeliyiz. İki tarafın da savaş planlarına alet olmamalıyız.
Hele hele iç siyasetteki tıkanıklıkları bu yolla çözmeye çalışmak ateşle oynamakla eş değerdir.
Hakan Aksay kimdir?
Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.
Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.
Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.
2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.
|