22 Ekim 2017

Şarkı dinlemek tehlikelidir bazen

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar

Bazı şarkılar insanın canını yakar.

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır.

Çünkü o müzik, o koku, o söz, o görüntü size artık hiçbir zaman ulaşamayacağınız geçmişi hatırlatır.

Hatırlarken bir süre bambaşka bir dünyadan denenmiş mutluluklar devşirirsiniz.

Ama anıların yakıtı hayal gücüdür.

O tükendiğinde hayaller gerçeğe dönüşür.

Hislerinizin size yaşattığı yolculuk keskin bir frenle duruverir.

Onca uzaktan nasıl bu kadar çabuk döndüğünüze şaşarsınız.

Şaşar ve üzülürsünüz.

O uzağa dokunamazsınız, onu tutamazsınız, onun içinde eskisi gibi yaşayamazsınız.

*          *          *         

Bu yıl hayatımın önemli bir bölümü yollarda geçiyor.

Yollarda sıkılmamanın en kolay yolu, içinde bulunduğunuz ortamı ve karşılaştığınız kişileri hafiften bir edebiyat kovasına batırıp çıkardıktan sonra izlemek, yaşamak, var olan özelliklere ve izlenimlere kendi uydurduklarınızı ekleyip hikâyeler yazmak. En azından aklınızda, yüreğinizde.

Yolda bazen okumak, bazen de yazmak iyi geliyor (mesela, bu cümleleri uçakta yazıyorum).

Son aylarda yollarda en sık yaptığım şey müzik dinlemek. Yalnızca kolay ve keyifli olduğu için değil. Aynı zamanda “koruyucu” etkisinden dolayı.

Sizi çevrenizdeki “gürültü”den, durmadan tekrar eden sığ monolog ve diyaloglardan koruyor.  

*          *          *

Birkaç gün önce havaalanından eve giderken kullandığım müzik sisteminden yeni şarkılar bulma denemelerim bir anda beni çok uzaklara savurdu.

Arama bölümüne Rusça bir şarkı adı yazıp bir deneme yaptım. Baktım oldu. Bu akıllı sistem Rusça da biliyormuş. Devamında ona sorduğum şarkılarla ta 80’li yıllara kadar gittim.

Çoğu hâlâ hayatta ve – eskisi kadar olmasa da – popüler olan şarkıcıları yeniden keşfettim: Valeriy Leontyev, Layma Vaykule, Sofya Rotaru, Valentina Talızina...

Ama ille de Alla Pugaçova. Sovyet/Rus pop müziğinin bu efsanevi ismini, dünya ilk  kez 1975’te Bulgaristan’daki Altın Orfe Yarışması’nda birinci olan Arlekino şarkısıyla duymuştu. Bizde de Esin Afşar bu şarkıyı Sanatçının Kaderi (Alkışlarla) adıyla Türkçe söylemişti.

80’li yıllarda yüreğimizde yer eden şarkıların belki yarısı Pugaçova’nın seslendirdikleriydi.

Tek tek indirmeye başladım bu şarkıları.

Ama artık eski hızım kalmamıştı. Adını veya ilk dizelerini hatırlayarak indirdiğim her bir şarkı, bana öyle şeyler hatırlatıyordu ki...

Bir gülüyor, bir ağlıyordum. Kim bilir çevremdekiler ne düşünüyordular o sıralarda; neyse, ne düşülürlerse düşünsünlerdi. 

 *         *          *

Leningrad Üniversite’sinin ilk yılları... Rusça ile başım biraz dertte. Ama yavaş yavaş alışıyorum. İnsanlara da, yeni hayatıma da...

Hafta sonları yaşadığımız öğrenci yurdunun beşinci ve dokuzuncu katlarındaki “okuma” (kimine göre “televizyon izleme”) salonlarında “diskotekler” düzenleniyor.

Rus kızlar müzikten şaşılacak kadar büyük keyif alarak ve neredeyse her bir notanın hakkını vererek çılgınca dans ediyorlar. Onlara - aynı olmasa da yakın tempoda ya da abartılı bir coşkuyla - eşlik eden birkaç delikanlı da eksik olmuyor.

Ama erkeklerin çoğu, kenarda bekleyen “beleşçiler” durumunda. Daha “kurt” geçinenler, ne zaman “slow” çalınacağını sabırsızlıkla bekliyor ve istedikleri sakinlikte bir melodi başladığında derhal gözüne kestirdikleri “kurbanları”na doğru atak yapıyorlar.

Biz daha çömeziz. Bakışıp “kesişerek” bir başarı kazanılabileceğini umuyoruz. Ya da kızlardan birinin aniden yanımıza yaklaşıp bizimle ilgilenmesini, bizi dansa kaldırmasını.

Tabii bu geceler genellikle “Şu tam ortadaki ne kızdı ama!” gibi zavallı erkek muhabbetleriyle sona eriyor.

Ve Pugaçova şarkı söylüyor: “Hayat geriye döndürülemez, zaman durdurulamaz”...

*          *          *         

Yine Pugaçova’nın şarkısıydı: “Bekle ve hatırla beni”.

Gerçekten de çok uzun süre hatırlayacağım bir ilişkim olmuştu. Evlilik bile gündeme gelmişti ilk kez. Ama O’nun o zamana kadar bana çok iyi davranan annesi ve babası tedirgin olmuştu. Çok insancıl birine benzeyen babasının endişesi farklı gibiydi. Bir gün benimle görüşmek istedi.

“Seni çok sevdim. Hayatını, mücadeleni saygıyla karşılıyorum. Ama kızımla evlenemezsin. Onu Sovyetler’den götüremezsin. Bu benim için de hiç iyi olmaz.”

Boris Amca KGB’de çalışıyordu ve benim yüzümden uyarı almıştı.

Pugaçova bu kez “Affet ve İnan” diye hüzünlü bir parçayı seslendiriyordu.

.....

*          *          *

Yolum uzundu. Galiba hayatım da pek kısa sayılmazdı. Böyle birçok şarkı dinledim. Neşeli, hüzünlü, düşündürücü, coşkulu...

Eve yaklaşmıştım. Telefonumun şarjı da iyice azalmıştı. Ama son bir şarkıya yeterdi.

Yine Pugaçova’dan: “Bensiz”...

“Eğer bensiz kalırsan, sevgilim, dünya sana bir ada gibi küçük gelir.
Eğer bensiz kalırsan, sevgilim, uçuşun tek kanatlı gibidir.
Sen kendini bir ara bakalım, sevgilim; işin zor gerçi.
Eğer bulursan, sevgilim, birlikte söyleriz ezgimizi.”

Bir sürü anı canlandı gözümün önünde yine. Ve sarı kalın örgülü saçlarıyla bir Sibiryalı kızın hayali şahlandı birdenbire. Adını hatırlayamadım. Ne o anda, ne de sonra. Belki Yulya idi. Ya da başka bir şey...

Daha yeni tanışmamıza rağmen pembe panjurlu evimizin ve irili ufaklı çocuklarımızın hayalini kurmaya başlamıştı. Bense hayatımın başka bir dönemindeydim o zaman. Oralardan ayrılmaya hazırlanıyordum. Onu kırmak istemiyor, ama ciddi konuşmalarını şaka ile geçiştirmeye çalışıyordum.

Kısa sürede benim “sağlam ayakkabı” olmadığım kanısına vardı. O sırada başlarda “yenge edebiyatı” ile abartılı ilgi gösteren bir hemşerimin onu izlerken gizlediğini sandığı yanık bakışları Yulya’nın önüne yeni bir seçenek sürüyordu. Bense buna karşı hiçbir hamle yapmıyordum.

Galiba en çok kendisinden bu kadar çabuk vazgeçmeme ve onu kıskanmamama kızmıştı.

Hemşerim bir gün içkiyi fazla kaçırdı ve bana gözyaşları içinde “Biliyor musun, aslında ben alçak bir adamım” dedi. Devamını getirecek mi diye susup baktım. Getirmedi. Çünkü yeterince sarhoş olmadığı için yeterince dürüst davranamıyordu. Son kadehi yuvarlayıp kalktım.

Teybimizde Pugaçova’nın popüler şarkısı “Bensiz” çalıyordu.

Ne oldu aralarında acaba?

Aşk var mıydı? Yoksa sadece intikam mı? Ya da alçaklık mı? Kim bilir...

Adı neydi acaba o kızın? Yulya olabilirdi. Ama emin değilim.

Bugün görsem ondan özür diler miyim?

Bunları düşünürken eve geldim.

 *         *          *

Yol boyunca epeyce şarkı dinlemiş, yıllar öncesine dönmüştüm. Ağlamış ve gülmüştüm.

Yine aynı şeyi düşündüm: Bazı şarkılar insanın canını yakıyor.

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatıyor.

Çünkü o müzik, o koku, o söz, o görüntü size artık hiçbir zaman ulaşamayacağınız geçmişi hatırlatıyor.

Ne demiş akıllı bir adam:

Anılar – tatlı da olsalar, acı da – insana hüzün verir.

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"