İvan'la 42 yıl kadar önce Sovyetler Birliği'nde tanışmıştım.
Açık sözlü, temiz kalpli, yardımsever, çalışkan ve neşeli bir insan olması dikkatimi çekmişti. Benden 10 yaş daha büyüktü.
O zamanlar benim Rusça bilgim oldukça sınırlıydı ama İvan beni anlamak, benimle Türkiye hakkında konuşmak ve birçok konuda bana yardımcı olmak için çok çaba harcıyordu.
Bu arada sık sık siyasetten ve o tarihte ülkenin başındaki Brejnev'den bahsediyorduk. Liderinden hep hayranlıkla söz eden İvan, okuduğu kitaplardan uzun alıntılar yapar ve böyle bir öndere sahip olduğu için Sovyet halkının çok şanslı olduğunu tekrarlardı.
Bir keresinde ben Brejnev'in çok yaşlı olduğunu ve zorlukla konuştuğunu söylediğimde bana kızdı:
"Sen de bir gün yaşlanacaksın. Olur böyle şeyler. Ama o hâlâ dimdik ayakta ve mücadelesini sürdürüyor. Ve eminim daha uzun yıllar bize önderlik edecek."
* * *
10 Kasım 1982'de Brejnev öldüğünde İvan ağlamıştı.
Ertesi gün evinde içki içtiğimizde (Ruslar doğumları olduğu gibi ölümleri de votka ile karşılıyorlardı) "Acımız büyük, çok büyük" demiş ve derin bir nefes aldıktan sonra gözyaşlarını silmişti.
O sırada nişanlısı olan Nataşa'nın İvan'a göstermeden güldüğünü fark ettim. Az sonra İvan mutfağa gittiğinde bunun nedenini sordum.
"İvan idealist ve saf bir insandır. Hem vatanına hem de partisine çok bağlıdır. Ve birine bağlı olduğunda onun eksiklerini hiç görmez."
Birkaç saniye duraksadıktan sonra neşeyle devam etti:
"Doğrusu bu benim işime gelecek bir özelliği. Çünkü şu sıralarda o en çok bana bağlılık hissediyor."
* * *
Yeni Genel Sekreter Andropov KGB kökenliydi. İşe sert başladı.
Aşırı derecede yumuşak olduğu ve son yıllarda birçok konuya boş verdiği söylenen Brejnev'in hatalarını ortadan kaldırmak için, üretimden eğitim sürecine kadar bir dizi kurallar ve yasaklar getirdi.
Yolsuzluklarla mücadele hızla güçlendi. İş saatlerinde sokakta gezen yetişkin insanlara Sovyet polisinin (milisinin) "Neden işyerinde veya okulda değilsin, gel bakalım karakola" dediği dönemlerdi.
Evlilik hazırlıkları yapan İvan ile Nataşa'ya misafirliğe gitmiştim. İvan neşeliydi.
"Damat olacağın için mi bu kadar sevinçlisin?" diye sordum. Cevabı ilginçti:
"Hayır, ülkemizin toparlandığını, disiplinin güçlendiğini, yeni liderimizin topluma güçlü bir heyecan getirdiğini görüyorum."
Bir şey demedim. Nataşa'ya baktım, bıyık altından gülüyordu.
* * *
9 Şubat 1984'tü. Arkadaşlarımın evliliklerinin birinci yıldönümünü kutlayacaktık. Sürpriz bir şey oldu. Andropov'un ölüm haberi geldi.
Gözleri kızarmış olan İvan "Böyle bir günde nasıl kutlama yapılır!" diyordu.
Sonraki lider de pek "yeni" ve enerjik değildi. Ölen Andropov'dan 3 yaş büyük olan Çernenko 72 yaşındaydı ve sağlığının iyi olmadığı en başından belliydi.
Ama bizim İvan asla bunu kabul etmiyor ve onun özellikle ideoloji ve propaganda konularında "üstün deneyimi" olmasının SSCB'nin çok işine yarayacağını tekrarlayıp duruyordu.
Artık bu sohbetlerde Nataşa'nın yüzünde gülümsemeden çok kayıtsızlık vardı.
Çernenko iktidardaki 13. ayını tamamlayamadan, 10 Mart 1985'te öldü. İvan'ın kararmış bir suratla votkasını yudumlarken birden sinirle masaya vurduğunu hatırlıyorum:
"Ya emperyalistlerin komplosu ya da bir uğursuzluk var. Liderlerimiz birer birer ölüyor."
Biraz durup bana bakmıştı:
"Aslında bütün bunlar senin Sovyetler'e gelmenden sonra başladı. Uğursuzluk sende!.."
* * *
Bu kez genç bir Genel Sekreter başa geçmişti. Gorbaçov'la ilgili duyduğum ilk siyasi anekdot, onun "kimse koluna girmeden, hatta baston bile kullanmadan yürüyebilen bir Sovyet lider olduğu" saptamasını yapıyordu.
Kısa süre içinde birçok reform uygulamaya kondu. Gorbaçov toplumu hareketlendirmek için birbiri ardına yeni söylemler ve hedefler belirliyordu. Önce "hızlandırma" ve "yenilenme" dendi, sonra "perestroyka" (yapısal değişim) ve "glasnost" (şeffaflık).
Toplum gerçekten de canlandı. İvan'ın enerjisi sanki en yüksek noktadaydı. "İşte gerçek bir lidere kavuştuk" diyordu.
Ben ona daha önceki bütün liderlere de hayran olduğunu hatırlattığımda "Her zamanki gibi kötü niyetlisin" diyerek kızdı.
Nataşa eşinin arkasından bana "bu konuyu fazla uzatma" anlamını çıkardığım sıkıntılı işaretler yapmıştı. Sustum.
* * *
Gorbaçov'un başlangıçta teşvik ettiği eleştiri ve protesto mekanizmaları giderek en çok onu hedef almaya başladı.
İlk kez bir Sovyet yönetici iktidardayken böylesine sert tepkilerle karşılaşıyordu.
Ama İvan'ın ağzından Gorbaçov'a yönelik tek bir olumsuz kelime çıkmadı. Onun alkollü içki yasaklarına bozulduğunu bildiğim arkadaşım, yine de "Elbet bir bildiği vardır, yoksa bu gençler böyle içmeye devam ederse toplumca alkolik olacağız" diyerek onu savunmayı bile denemişti.
Dünyada "soğuk savaş"ı bitirdiği ve silahlanma yarışının önüne geçtiği için "20. Yüzyıl'ın en önemli liderlerinden biri" ilan edilen Gorbaçov, kendi ülkesinde yaşadığı zorluklar, darbe girişimi ve bazı Sovyet cumhuriyetleri yönetimlerinin baskıları sonucu 25 Aralık 1991'de istifa edip SSCB tarihine de son noktayı koydu.
Televizyon Kremlin Sarayı'ndaki orak çekiçli kızıl bayrak indiğini gösterdiğinde İvan "Bunu izlemek, bir yurtsever için ölümden beter" demişti.
Masamıza sessizlik hâkimdi. Gözleri iyice dolduğunda "Ben içeri gidip çocuğa bakayım, beni çağırıyor galiba" gibi bir bahaneyle ortadan kayboldu. Nataşa'nın da bakışları da yere sabitlenmiş gibiydi.
* * *
Bir rüzgâr esiyordu Rusya'da: Yeltsin rüzgârı.
"İşte güçlü lider budur! İşte Rus erkeklerinin (mujik) ideali budur! Sonunda aradığımızı bulduk" diyordu İvan kadehini kaldırırken. "Alkol düşmanı" ve "emperyalistlerin yardakçısı" Gorbaçov'dan sonra Yeltsin'in bazen içkiyi fazla kaçırıp uluslararası görüşmelerde rezil olmasını bile doğal karşılıyordu.
Bir keresinde ben dayanamayıp "Yuh artık İvan, birbirinden çok farklı onca lider gelip geçiyor ve sen baştaki herkesin arkasındasın" diye söze girdiğimde o daha cevap vermeden Nataşa "Provokatörlük yapma artık, Hakan!" diye beni susturmuştu.
Sustum ve tartışmaya devam etmedim. Çünkü İvan çok iyi bir insandı. Ve onu seviyordum. Dostluğuna güveniyordum.
Şimdi ben ona kızsam ne olacaktı ki? Değişecek miydi?
* * *
Tahmin ettiğiniz üzere İvan epeydir Putin yandaşı. Putin'in, kendisini başa getiren Yeltsin'den ve ondan önceki Gorbaçov'dan çok farklı olduğunu bütün dünya gibi o da biliyor.
Benim T24'teki yazılarımı ve video programlarımı izliyor. Savaş çıktığında yaptığım bir yorumdan dolayı beni arayıp sert bir fırça atmıştı.
Ben "Yahu İvan, sen Kiev doğumlu değil miydin?" dediğimde arkadan Nataşa'nın gür sesi duyulmuştu: "Hakan Aksay provokatörlüğe devam ediyor hâlâ!"
Ne diyebilirim ki? İvan on yıllardır benim sevgili arkadaşımdı, nice anıyı ve acıyı paylaştığım iyi bir insandı ve hâlâ da öyle.
Sadece çarların, komünist parti genel sekreterlerinin ve devlet başkanların Rusya'sında hep devleti, devletin başındaki "çelik yumruğu", onun topluma getireceği (hayır, demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri falan değil) "huzur"u kutsayarak yaşamaya alışmıştı.
Zaten bütün ömrü ortalama bir Rus insanının aynası sayılırdı ve bir tür "Rus hayatının ansiklopedisi" gibiydi.
Sonra bu tür durumlarda hep yaptığım gibi kendime döndüm. Hayatta bir kez bile desteklediğim veya sempati duyduğum bir parti ya da lider siyasi iktidara gelmemişti. Yıllardır her gün okuduğum, duyduğum, gördüğüm onlarca, yüzlerce haberde hep iktidarın yanlışlarını görerek ve göstermeye çalışarak yaşamaya alışmıştım. Üstelik eleştirirken dikkatli de olmak gerekiyordu.
Bütün bunlardan dolayı yorulmamak imkânsızdı.
Şimdi bunları düşününce on yıllardır içinde yaşadığı ve yaşattığı "uyumlu siyasi ortam"dan dolayı İvan'a bir an için imrendim doğrusu.
Ama asla onun gibi biri olamam ben.
Hakan Aksay kimdir?
Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.
Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.
Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.
2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.
|