Yeni yılı falan değil, Trump’ı bekliyoruz.
O resmen görevine başladığı zaman sanki her şey değişecek: Hayatımız, ülkemiz, Ortadoğu…
Ama en çok da Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında bekleniyor. Bu iki ülkenin dışında başta Avrupalı devletler olmak üzere dünyanın önemli bölümü de merak içinde.
Aylardan beri Trump’ın sözlerinden, hal ve gidişinden anlaşılan, Amerikan liderin savaşlardan hoşlanmamasının dışında, Ukrayna Başkanı Zelenski’yi de pek sevmiyor olması.
Bir keresinde genellikle kendisine yönelik söylenen “tüccar” tanımını Ukrayna liderine yakıştırmış, “ABD’ye her gelişinde 60 milyar dolar götürüyor” gibi bilinçli ve düşmanca bir abartma yapmıştı.
Kısa süre önce Paris’te (ev sahibi Macron’un ısrarı olmasa) Zelenski ile neredeyse görüşmeyecekti; ayrıca görüştüyse de bu, kayda değer sonuçlar veren bir buluşma olmadı.
Mümkündür ki bazı karakter özellikleri bakımından kendisine yakın hissettiği Rusya Devlet Başkanı Putin’le ilgili olarak ise her zaman daha özenli, anlayışlı, “empati yapan” bir üslupla konuşuyor.
Rus liderle görüşüp savaşı bitireceğini dile getiriyor.
Washington’dan yayılan söylentiler ve Trump’ın danışmanlarının verdiği işaretler, çoğunlukla savaşın şu anki fiili durum temel alınarak bitirilmek istendiği yolunda. Yani Rusya işgal ettiği Ukrayna bölgelerinin sahibi olarak ateşkes anlaşmasına imza atacak, Ukrayna da bunu kabullenmiş olacak.
20 Ocak’ta koltuğa oturacak olan Amerikan lider, “topal ördek” Biden’ın Kiev yönetimine verdikleri uzun menzilli füzelerle Rusya’nın derinliklerinin vurulmasına giderayak yeşil ışık yakmasının da “hatalı bir karar” olduğunu belirtti.
Bu ve benzeri gelişmelerden pek çoklarının çıkardığı sonuç, Trump’ın “Ukrayna’yı satacağı” yolunda.
Onun Ukrayna’yı veya ABD dışındaki diğer ülkeleri gerçek anlamda önemsediğini düşünmüyorum. Yani Kiev’in kayıplarını umursayacak birine hiç mi hiç benzemiyor.
Ama bütün bunlar dolaylı olarak Trump’ın “Rusya’yı sevindireceği” anlamına mı geliyor? İşte ondan emin değilim.
Trump bu, belli mi olur?
Trump çok iddialı bir lider.
Tarihe “Üçüncü Dünya Savaşı’nı önleyen kişi” olarak geçmek istiyor gibi.
Nerede nasıl davranacağı kolay öngörülemeyecek, maceracı biri.
Onun ilk kez başkanlığa geldiği günlerde Amerikan-Rus ilişkilerinin hızla gelişeceğini savunanlar ve Moskova’da kutlama yapanlar vardı. Ama dört yıl sonra o Beyaz Saray’dan çıkarken ikili ilişkiler oldukça gergindi.
Trump her ne kadar Avrupalı liderleri ve ülkeleri küçümsediğini açıkça ortaya koysa da, zaman zaman NATO’yla ilgili tartışma yaratan sözler söylese de (hatta “NATO patronu” olan ABD’nin pakttan ayrılma ihtimalini gündeme getirmiş olsa da), kendisinin en başta “Batı’nın önderi” olduğunu unutacak birine benzemiyor.
Bazı söylentilere bakılırsa NATO’dan çıkmayı değil, onu ciddi anlamda yenilemeyi tasarlıyor. İddiaya göre, gerçekleştirmek istediği reformun bir parçası “savaşan ülkeler NATO’ya üye yapılmaz” maddesini kaldırmak, bir diğeri ise “kararlar oy birliğiyle değil oy çokluğuyla alınır” kuralını getirmek.
Bu iddialar doğru çıkarsa Ukrayna’ya NATO kapıları açılabilir, diğer taraftan askerî ittifakın “sorunlu üyeleri”nin direnişi rahatça bastırılabilir.
Trump iş insanı ama aynı zamanda yaptığı anlaşmalardan her zaman üstün gelerek çıkan bir lider olma heveslisi.
Dolayısıyla Rusya’yı ve Putin’i güçlendirmek, onun eline sonraki aşamada başka Batılı ülkelere sataşacak koz bırakmak istemez. Hatta belki de “bir şekilde ders vermek” amacını besleyebilir.
Savaş bölgesiyle ilgili olarak kendisini temsil etmesi için atadığı emekli general Kellogg şu ana kadar genellikle Kiev’le diyalog yürütüyor. Ve ABD’nin “gerekirse her iki tarafa da sert önlemlerle ilerleyeceği” mesajını veriyor.
Bu arada kulislerde (bunu Financial Times da yazdı) Trump’ın Ukrayna’ya yardımları sürdürmeye karar verdiği fısıltıları yayılıyor.
Avrupa’nın güçlü devletlerinin (Fransa, Almanya, İngiltere, Polonya, İtalya, İspanya) öncülüğünde, olası bir ateşkesin hemen ardından Ukrayna’ya barış gücü olarak on binlerce Avrupalı askerin gönderilmesi eğiliminin de müstakbel Amerikan Başkanı’nın onayını aldığı söyleniyor.
Sıkça gündeme gelen bir başka konu da yeni ABD yönetiminin petrol fiyatlarını düşürerek Rusya’ya ağır darbe vurabileceği ihtimali.
Bütün bunların Kremlin’i çok rahatsız ettiğini anlatmaya gerek var mı?
Ruslar niye bu kadar “Trumpçı?”
Rusya eliti (siyasette, ekonomide, devlet bürokrasisinde) Trump’a hâlâ aşırı ilgi gösteriyor. Bu ilginin “dört yıl öncesinin tekrarı” olduğunu öne sürmeyeceğim.
Bu kez Moskova’da şampanya patlatan yok, ancak muhtemelen çeşitli rahatsızlıkların giderilmesi için yeni ABD liderine umut bağlayanlar bence az değil.
Tamam, “Rusya Putinci”, tamam, toplumda Putin’e destek oranı iktidar yanlısı bazı araştırma şirketlerinin dediği gibi yüzde 80 olmasa da bence hâlâ yüzde 50’nin oldukça üzerinde. Yani Rus lider çok güçlü ve rakipsiz.
Ne var ki, 2014 Kırım işgali gibi, “tereyağından kıl çeker misali” bitirilemeyen, dahası neredeyse üç yıldır süren ve ne zaman biteceği belli olmayan Ukrayna’daki savaş Rus elitini çok rahatsız etmişe benziyor.
Tatilleri, ikinci ve üçüncü evleri, yatları çoktan beri hep Batılı ülkelerdeydi; çocukları orada yaşıyor ve okuyordu. Şimdi Batı ile yüz yüze bakamayacak şartlar ve giderek ağırlaşarak yayılan yaptırımlar, her ne kadar görünürde bir tepkiye yol açmasa da kaygıları içten içe arttırıyor.
Bu bağlamda Putin’in son basın toplantısında savaşın neredeyse olağan bir çizgide sürdüğü izlenimi vermesi ve özellikle de “füze düellosu” önerisi (“Biz Kiev’in saptanan bir yerine Oreşnik füzesi atalım, Batılılar da bunu vurmaya çalışsınlar, vuramazlar!”) belki de Rus elitinin bir bölümünün irkilmesine yol açtı.
Yeltsin gibi yaşlı ve birçok zaafı olan liderden sonra başa gelen Putin, Rusların büyük çoğunluğunun sempati ve desteğini almıştı. Bu sempati ve desteğin bir bölümü, Rus liderin zeki, esnek ve pragmatist bir çizgide ilerlemesiydi.
Savaş bu tabloyu değiştirdi.
Gidiş herkesi bir çıkmaza doğru sürükledi.
Kaldı ki Rusya savaşı avantajlı koşullarda bitirse, hatta kazansa bile, bunun sanıldığı kadar önemi olmayabilir.
Sonuçta Putin’in asıl istediği Kiev’de yönetime Kremlin’e yakın birilerinin gelmesiydi; zaten dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya açısından yeni topraklar fethedilmesi o kadar da önemli ve gerekli değildi.
Sanırım şu anda en azından Rusya elitinin bir kısmının gözünde “pragmatist” olan Putin değil, Trump. İstedikleri de kısaca “normalleşme.”
Hakan Aksay kimdir?
Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.
Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.
Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.
2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.
|